Paris Belediye Başkanı bir süredir şehri için “Modanın Başkenti” deyimini kullanıyor ve modaya değin tüm eylemlerde, fuar ve sergilerde dağıtılan broşürlerle bu tavrını her yana yaygınlaştırıyor. Tekstil sektöründeki “üretici” konumundan hızla ayrılmakta olan Fransa, tekstilin tasarlandığı ve dünyaya tanıtıldığı yer olma özelliğinin altını kalın çizgilerle çiziyor. Mayıs ayının ilk günlerinde yapılan Interselection Fuarı, genellikle büyük mağaza guruplarının alışveriş etmek ve siparişlerini vermek üzere geldikleri bir karma fuardır; tekstilden, aksesuara kadar hemen hemen büyük mağazaların gereksinmesi olan tüm ürünlerin birlikte sergilendiği dev bir alışveriş alanı yani. Bu yıl 25’incisi yapılan fuarın tekstil bölümünde katılımcıların % 40’ı Türkiye’den gelmişti. İTKİB’in çok başarılı organizasyonu ile fuara gelen Türkler, son derece şık standlar ile alıcılarını karşıladılar. Öte yandan fuarda sunulmakta olan tekstil ürünlerinin hemen hemen %80’i de Türk
malıydı. Fuara Belçika, İngiltere hatta Fransa bayrağı ile katılmış olan yabancı markaların üretimlerinin çoğu Türkiye’den geliyordu.
Fuarda görüştüğüm Çinli üreticilerin en büyük korkusu ise, inanmayacaksınız ama Türkiye! Çin yalnızca üretici olduğunun, Avrupa’ya uzak olduğunun, tasarım ve markalaşma konusunda da başarısız olduğunun bilincinde. Fasonculukla bu işin çok uzun süremeyeceğinden de haberdar Çinli üreticiler. Çin’den “damping” ile Avrupa pazarlarına giren ürünlerden en çok rahatsız olanlar yine Çinliler; çünkü asıl fiyatların bu ürünlerin sergilediği fiyatlar olmadığını, fiyatlarının Türkiye ile üç aşağı beş yukarı aynı düzeyde olduğunu anlatıyor. Çin ve İtalyan mafyasının işbirliği ile Avrupa’ya gümrüksüz, kaçak yollarla sokulan bu ürünler yüzünden fiyat tutturmakta güçlük çektiklerini söylüyorlar. Ayrıca Çin mallarına karşı Avrupa’da giderek artan bir isteksizlik oluşmaya başlamış, bunu da satın almacılardan dinliyorduk fuar sırasında.
Türkiye’nin, kalitesiyle Avrupa pazarında istenen marka haline gelmiş olmasını gururla izlediğimiz fuarda çarpıcı bir başka nokta da çorap bölümündeki hemen hemen tüm çorapların “Türk Malı” damgalı olmasıydı.
Ancak 25’inci yılındaki Interselection Fuarı bu yılı fiyasko ile kapattı, çünkü beklenen ziyaretçi sayısına ulaşılamadı. Dev fuar çok boştu. Üç günlük fuar sırasında yalnızca bir gün iş yapabilen üreticilerin pek çoğu gelecek yıl için alternatif bir fuarın arayışına çoktan girdiler bile.
Paris, bir yandan Interselection Fuarı ile pek çok yabancıyı ağırlarken, bir yandan da genç tasarımcıların çılgın tasarımlarının sunulduğu bir defileye hayran kaldı. Fransa’da tasarımcı yetiştiren okullar arasında, yıldızı hızla yükselmeye başlayan Atelier Chardon Savard tasarım okulunun öğrencilerinin düzenlediği 15’inci defile yarının modası ve modacıları hakkında ip uçları veriyordu. Pek çok farklı temanın işlendiği ve “tiyatro–sirk” biçiminde
sunulan defileyi Fransa’nın önemli moda eleştirmenleri izlediler. Öğrencilerin güncel moda akımlarına eleştirel yaklaşımları da ayrıca çok beğeni topladı.Fransa’nın önde gelen televizyon kanalları ve yayın kuruluşlarının da izledikleri Atelier Chardon Savard öğrencilerinin defilesi, önümüzdeki aylarda pek çok büyük modacıyı da etkileyecek kadar ilginç ürünlerin sergilendiği bir çalışmaydı.
Erkek giyiminin de sorgulanmaya başlandığı bu yılın moda akımları, erkekleri toplumda kazanmaya başladıkları yeni konumları ve tanımları ile eş değerli bir giyime doğru itiştiriyor. Şimdilerde pek çok modacı erkekler için daha “yumuşak” giyimler önerirken, kimi modacılar da erkelerin uzun etekler giymelerini istiyor.
Aslında Avrupa Birliği üyesi Birleşik Krallık’ta İskoç erkekleri geleneksel, diz altı ekose eteklerini giymeye yıllardır devam ediyorlar, ama modacılar bununla yetinmek istemiyor, düşük bel ve dar iç giyim modasını çoktan benimsemiş olan erkekler için şimdi de uzun etekler sunuyorlar.
Kravatsızlığın gittikçe yaygınlaştığı, spor giyimin gündelik iş ve politik yaşantının bir parçası olduğu günümüzde, erkek baskınlığının bitmeye yüz tutmuş olması ve erkeklerin, özellikle batı dünyasında kadınlar ile yaşamı birebir paylaşmaya başlamaları modacıları iyice heyecanlandırıyor.
Eşcinsel evliliklerin yasallık kazanmaya başladığı batı dünyasında modacılar da gündelik giyime bakışlarını değiştiriyorlar, dünyaya artık daha geniş bir pencereden bakmayı deniyorlar.
Özellikle giyim konusunun gündelik politik tartışmaların da odağı olmaya başlaması yerel kültürlerin giyimlerinin de modaya yeniden yansımasına neden oluyor. Türbanın gerek Almanya ve Fransa’da, gerekse Türkiye’de siyasi İslam’ın simgesi olarak algılanması, modacılar açısından “kim neyi, neden giyiyor?” sorusunun yeniden sorulmasına neden oluyor. Modacılar giyimin bir kavga nedeni olmaktansa kaynaştırıcı bir unsur olması için kollarını sıvadılar.
Avrupa Birliği’nin bir Hıristiyan Kulübü olmaması için çaba gösteren, birliğin tek laik cumhuriyeti Fransa, Paris’i de modanın başkenti olarak ileri sürdüğü için olacak, bu konudaki misyonerliğini ister istemez sürdürüyor.