10 Aralık 2006Bülent Özmen
Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) Başkanı Muhammed el Baradey, yakın gelecekte 30 kadar ülkenin nükleer silah üretecek kapasiteye sahip olabileceği uyarısında bulundu. Bu uyarının, uluslararası toplumun gündemini bütün ağırlığıyla meşgul eden ve İran ve Kuzey Kore'nin nükleer silah politikaları eksenli bir tartışmanın hemen sonrasında yapılması anlamlıydı. Nükleer silahı bu kadar önemli yapan şey, yok etme kapasitesinin yüksek ve kesin olması. Öyle ki, türünü kopyalayacak yetkinliğe ulaşan insanoğlu, olası bir topyekûn nükleer savaş sonrasında, pekala taş devri ile tunç devri arasında bir yerde bulabilir kendisini.
"İlk günah" ve yayılma
ll. Dünya Savaşı'nın sonuna kadar nükleer silah yapabilme kapasitesine sahip tek ülke ABD'ydi. ABD bu gücünü Hiroşima ve Nagazaki'de yüz binlerce insanın hayatına mal olacak şekilde kullandı. Bu bir ilkti ve şimdilik bir son. Ama o günden bu yana nükleer yayılma hızla genişledi. Şu anda nükleer silah sahibi olduğunu açıklayan beş ülke var. Bunlar, sahip olma tarihlerine göre, ABD, SSCB'nin doğal varisi Rusya, İngiltere, Fransa ve Çin. Bu ülkeler aynı zamanda BM Güvenlik Konseyi'nin daimi beş üyesidir. Öte yandan, Hindistan ve Pakistan da nükleer silah sahibi. Yine her ne kadar bunu resmi olarak ilan etmese de, İsrail'in nükleer silah sahibi olduğu biliniyor. Bunun dışında Cezayir, Arjantin, Beyaz Rusya, Brezilya, Kazakistan, Irak, Libya, Romanya ve Ukrayna ajandalarında nükleer teknoloji üretimi bulunan veya nükleer silah sahibi olan, ancak sonrasında barışçıl veya zorunlu gerekçelerle bu "varlıklarını" sonlandıran ülkeler. Yine 10'larla ifade edilebilecek daha birçok ülkenin, kısa sayılabilecek bir zamanda nükleer aygıtlar üretebilme ve bunları geliştirme teknik kapasitesine sahip olduğu biliniyor.
Savaşma! Caydır!
Nükleer silahlanma, geleneksel silahlanmanın aksine, sahip olunan silah sayısını bir noktadan sonra anlamsızlaştırıyor. Keza, öngörülemeyen tahrip yeteneği ile bu silahlardan örneğin bin taneye sahip olanla üç bin taneye sahip olan arasında bir güç üstünlüğünden söz etmek anlamsız kalabiliyor. İşte, sırf bu sebepten, uluslararası toplumda ve akademik çevrelerde destek bulan hakim görüşlerden birisi, devletler arasında bir nükleer savaşın çıkmasının imkansız olduğudur. Buna göre, nükleer silah bir sıcak savaş enstrümanı değil, caydırıcılık sebebidir. Yani, nükleer silahlar ancak, bu silaha sahip olanların birbirlerine ya da bu silaha sahip olmayan ülkelere karşı kullanabilecekleri bir tehdit unsurudur. Aksi durum, yani silahların kullanımı, herkes için intihar olur. Dolayısıyla, daha çok devletin nükleer silaha sahip olması bu silahların caydırıcılık gücünü daha da artıracak böylece, istikrar ve denge sağlanacaktır. Ancak bu görüş, nükleer silah veya teknolojisine sahip veya sahip olabilecek tüm devletlerin nükleer silah kullanmama konusunda sağduyu sahibi oldukları, yani önce kendi uluslarının, sonra tüm insanlığın genel yararı doğrultusunda rasyonel davranacakları varsayımına dayanıyor. Demokratik ülkelerde, kamuoyu baskısının gücü düşünülürse bu bir yere kadar doğru ve tutarlı bir saptamadır. Ancak nükleer silaha veya teknolojisine sahip bir ülkede Hitler gibi totaliter bir figürün işbaşına gelmeyeceğinin garantisini kim verebilir?
Nükleer kaçakçılık
1990'ların başında SSCB'nin dağılmasının hemen ardından, Rusya'da yaşanan büyük çaplı ekonomik ve sosyal olumsuzluklar, özellikle de, merkezi otoritenin uzak bölgeler üzerindeki etkinliğinin azalması, bu ülkede nükleer komplekslerin güvenliği açısından çok ciddi bir zafiyet yarattı. Öyle ki, nükleer silah yapımında kullanılan plütonyum gibi çok hassas maddelerin ve daha birçok nükleer aygıtın resmi yetkililerce illegal olarak satılmaya çalışıldığı gerçeği ayyuka çıktı. Nitekim, UAEK raporlarına göre, 1993-2004 aralığında, tespit edilen 662 adet nükleer ve radyolojik madde kaçakçılığı vakası yaşandı. Bunların 21 tanesinin nükleer silah ve 400 tanesinin kirli silah olarak da bilinen radyolojik aygıtların yapımında kullanılma olasılığının çok yüksek olduğu bildirildi. Bu da, özellikle terörist eylemlere başvurabilecek organizasyonların, nükleer kapasiteye sahip olabilmesi demektir ki bu, tüm insanlık için kaçınılmaz bir sonun başlangıcı olabilir. Keza bu tip grupların, sahip olacakları nükleer silahı kullanmama sağduyusunu göstereceğini beklemek aşırı bir iyimserlik olacak.
Uluslararası düzenlemeler
Peki durum bu kadar vahim mi? Nükleer silahların azaltılması veya ortadan tamamen kaldırılması veya bu silahların test edilmesinin önlenmesine yönelik uluslararası anlaşmaların hiçbir hükmü yok mu? 1970 yılında imzaya açılan Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması'na (NPT) bu gün 189 ülke taraf. NPT, nükleer yayılmayla mücadelede temel belgedir ve bir umuttur. Ancak yetersiz. Çünkü NPT'nin önemli zaafları var: Öncelikle, söz konusu beş üyenin nükleer gücü, nükleer silahı olmayan ülkeler için her zaman tehdit unsuru olmaya devam edecek. Bu da, NPT'ye taraf da olsalar, nükleer silah sahibi olmak isteyen diğer ülkelerin, gizli ya da açıktan bu yola başvurmalarına sebep olacaktır. Nitekim geçmişte Irak ve bugün İran ya da Kuzey Kore'nin yaptığı da budur. İkinci olarak NPT'den ayrılmak her zaman mümkün. Ya da hiç üye olmamak. Nitekim, nükleer silah sahibi Hindistan, Pakistan ve böyle olduğu varsayılan İsrail NPT'ye taraf değiller. Son olarak NPT, yakıt olarak kullanılması şartıyla uranyum zenginleştirme sürecine izin veriyor. Uranyumun zenginleştirilebilmesi, nükleer silah sahibi olmanın bir adım öncesi demektir. Bu durumda, nükleer silah sahibi olmaya çok yakın bir aşamaya gelmek, uluslararası meşruiyet açısından bir sorun yaratmıyor. Demek ki NPT nükleer teknoloji donanımına sahip ama henüz bu silaha sahip olmayan bir ülkeyi, bu silahı yapmaktan alıkoyabilecek güçte değildir. Sonuç olarak bütün mesele, o ülkenin politik istek ve inisiyatifidir.
Sonuç
Uluslararası ilişkiler ulusal çıkar temellidir ve en temel ulusal çıkar, ulusal güvenliğin maksimize edilmesidir. Dolayısıyla, nükleer yayılmanın caydırıcı etkisinin sürdürülebilirliğine bel bağlamak, öngörülemeyen bir bedele ve bu bedelin tüm insanlığa ödetilmesine sebep olabilir. Öte yandan ulus-devlet dışı figürlerin nükleer teknolojiye sahip olmaları halinde, bu unsurların sağduyulu davranacakları ve bu silahları kullanmayacaklarını varsaymak en hafifinden safdillik olur. Dolayısıyla nükleer yayılma konusunda hem ulus-devletlerin adil ve barışçıl bir çözüme doğru gitmeleri hem de nükleer kaçakçılığın önlenmesi, ancak uluslararası örgütlerin etkin kılınması ve uluslararası dayanışmanın sağlanmasıyla mümkündür. Bu da ancak, BM'nin, öncelikle ABD ve sonra diğer dört güvenlik konseyi daimi üyesinin patronajlığından kurtarılmasıyla ve bu örgütün daha demokratik ve katılımcı bir yapıya kavuşturulmasıyla mümkün olabilir. Bu çok zor da olsa, ufukta başkaca bir yol görünmüyor.