No.242 - 'AB kollarını Türkler'e açmalı'

-
Aa
+
a
a
a

Merhaba kâinat!..

Dublin’den Strasbourg’a giderken uçakta, önemli açıklamalarda bulunmuş AKP lideri Erdoğan ve bunlardan biri de bugün hemen bütün gazetelerin birinci sayfalarını kaplıyordu. Erdoğan, başbakanlıkta ısrarlıydı ve 109. Madde 1 ay içinde değişecekti. Söz konusu madde, “seçimi kazanan veya en fazla oy alan partinin genel başkanı veya milletvekili” ifadesini içerecek şekilde değiştirilirse Erdoğan’ın başbakan olması çok kısa sürede mümkün olabilecekmiş.

Gazeteler, seçimlerden önce milletvekili seçilmeden başbakan olmayacağını söyleyen AKP liderinin, birdenbire başka bir şey söylemeye başladığının üzerinde duruyorlar.

Erdoğan, ‘de facto’ başbakan ve bu durumun bir an önce ‘de jurae’ olmasını istiyor ki haksız olduğunu söylemek olanaksız. Erdoğan, başbakanlığa bir an önce gelmek istediğini Avrupa gezileri sırasında daha kuvvetle vurgulamaya başladı. Bu gelişmede, gördüğü sıcak ilginin ve Bülent Arınç’ın Meclis Başkanlığı seçiminde 369 oy almasının, yani AKP’nin anayasayı istediği zaman değiştirebileceği izlenimini edinmesinin payı olduğunu söyleyebiliriz.

Bunlar son derece olumlu gelişmeler aslında; Erdoğan mümkün olan en kısa sürede başbakan olmalı, bu beklentinin gündemin ilk sıralarında kalmasına, icraatın önünü tıkamasına fırsat tanınmamalı. Bir de, ‘başbakan’ın başbakan olamaması gibi tuhaf bir durum, Abdullah Gül’ün de bir süre sonra yıpranmasına neden olabilir. Gül, ‘emanetçi’ konumunda bulunmadığını, dahası bunu önemsemediğini; iki siyasetçi arasındaki işbirliğinin daha önemli olduğunu söylüyor, ancak inisiyatif kullanmak söz konusu olduğu zaman Gül tarzı ile Erdoğan tarzı arasındaki muhtemel nüanslar da mı sorun olmayacak?..

Velhasıl, halihazırdaki tuhaflık, fakir tefrikacılarınızın en azından oturup kurmalarına sebep olmaktan başka bir işe yaramıyor şimdilik.

Öte yandan, asıl büyük tartışma Erdoğan’ın, Avrupa Birliği (AB), Kıbrıs ve Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP) konularını aynı çerçevede değerlendirmek istemesi üzerine ortaya çıkmış bulunuyor. “Şahin dış politika yok,” diyor Erdoğan. “Karşılıklı özveri şart. Başımızı kuma sokmuyoruz. Bugüne dek AGSP, Kıbrıs ve AB üyeliği konularını karıştırmayalım diyorduk. Şu anda bu konular birbirinden ayrılmıyor. Onlar [Avrupalı liderler] bu konuları ilintili görüyorsa karşı tezler sunmak gerekir. Biz de sunduk.” Resmi dış politika ise bugüne kadar Kıbrıs ile AB arasında herhangi bir bağlantı kurulamayacağını söylüyordu. Anlaşıldığı kadarıyla Erdoğan, en temelde, temsil ettiği uzlaşmacı tavrın Avrupa tarafından görmezden gelinmesi riskini asgariye indirmek istiyor, böyle bir üçlü paket tarifinde bulunurken. Yoksa, bir muhafazakâr olarak millî tehlikeye atacak adımları en son Erdoğan’dan beklememiz gerekir, öyle değil mi?

Tek paket, çok paket, hiç paket... derken çıkan tozu ve dumanı, bugün Guardian gazetesinde Simon Tisdall dağıtmış. Olanca netliğiyle şunu yazıyor:

“Her şey çok karmaşık ve bir o kadar da basit. Avrupa 40 yıldır flört ediyor Türkiye ile. Sanki, yakışıklı bir yabancı tarafından şaşırtılan, hayran bırakılan, ama biraz da korkutulan bir genç kız gibi. Şimdi de, hamî amcalar ya da bekçiler gibi davranan yaşlı amcaları Avrupa’nın, bu iş daha ileri gitmeden önünü kesmek istiyorlar. Neden yapıyorlar bunu? Pek çok mantıklı neden var. Ama asıl neden -ırkçı, etnik, tarihî ve, evet, dinsel- önyargıya gelip dayanmaktadır. Türkler biliyorlar bunu. Avrupalılar da, eğer dürüstlerse, biliyorlar bunu hiç şüphesiz. Ve bunun kabul edilemez, makul gösterilemez ve çirkin olduğunu da biliyorlar. AB kollarını Türkler’e açmalı ve bu süreçten kârlı çıkmalıdır.”

Türkiye dışında da önemli gelişmeler olmasına rağmen biz en çok bunları konuşuyoruz bugünlerde ve bir süre de böyle devam edecek gibi görünüyor. Bunun tek bir istisnası var: Savaş!

BM silah denetçileri Irak’ta çalışmalarını sürdürürlerken bu konuyla ilgili haberler biraz alt sıralara düştü dünya basınında. Başka önemli olaylar oldu. Kudüs’te, sorumluluğunu Hamas’ın üstlendiği intihar saldırısında 12 kişinin ölmesinin ardından İsrail saldırıya geçti. Saldırı sırasında BM yardım görevlisi bir Britanyalı da ölenler arasında.

Başkan Bush ise, malumunuz, gezegenimizi şiddet ve terörden arındırmak misyonuyla Prag’da bulunuyordu, NATO zirvesi için. Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’ne karşı en büyük caydırıcı NATO uzunca bir süredir boşa çıktığı için şimdi yeni bir misyon bulundu Kuzey Atlantik Paktı’na: Teröre karşı reaksiyon kuvveti. Şimdi oturup, kim, kime karşı, ne zaman, hangi kuvvetle, neden harekete geçecek, diye uzun uzun tartışıyor ve paktın kapsamını genişletiyorlar.

Haftayı, Perşembe günü meydana gelen ‘tatsız’ bir olayı duyurarak kapatalım: Nijerya’da 7 Aralık günü yapılacak Dünya Güzellik Yarışması öncesinde, ThisDay gazetesinde, “Hz. Muhammed yaşasaydı bu güzellerden biriyle evlenmek isterdi” ifadesine yer verilmiş ve Kanduna kentinde büyük olaylar çıkmış. Ölü sayısının 100’ü geçtiğini öğrendik son olarak.

Gazetenin dangalaklığını bir tarafa; şu güzellik yarışmasını geçenlerde gene anmıştık: Evlilik dışı çocuk sahibi olduğu için recmedilmeyi bekleyen Emine Lawal’ın durumunu protesto etmek amacıyla, söz konusu kadınların (müstakbel yarışmanın müsabıkları) bu ülkeye gelmeyi reddetmeleri söz konusuydu. Sonra, Nijerya hükumeti hiç kimsenin taşlanarak öldürülmesine izin verilmeyeceğini söylemiş de, kendi ifadelerine göre, ortalığı sakinleştirmişlerdi.

Şu anda, gene, eser yok sükunetten.

Devamı haftaya...