Merhaba kâinat!..
Uluslararası derecelendirme kuruluşu Standart&Poors’un, Türkiye’nin kredi notunu ‘negatif’ten ‘durağan’a çevirmesinin ardından Borsa’da ikinci bir rekor daha kırıldı. Dolardaki düşüş devam etti. Piyasalardaki olumlu hava, herkesin yüzünü güldürdü...
Yaşadıklarımızın günlüğünü tutarken böyle güllük gülistanlık cümlelerle başlamaya pek alışkın olmayan tefrikacılarınız tedirgin elbette. Yeni bir alışkanlığın arifesinde, istifham işaretleriyle bekliyor, lâkin bu istifham işaretlerinin gitgide bir paranoyaya işaret etmeye başlamasından da ayrıca korkuyoruz.
Sakin olmakta, ileriyi düşünmekte fayda var. Ercan Kumcu, Hürriyet gazetesindeki yazısında, bütün bu olumlu hareketliliğin ‘spekülatif’ bir karakteri olduğunu bilmemiz gerektiğini vurguluyor mesela. Bir süre sonra, bu olumlu dalgalanma yerini kötü değil de, normal bir dalgalanmaya bırakırsa bu sefer meseleyi bir tür ‘tersine abartıp’ karalar bağlamamak gerekiyor. Tefrikacılarınızın yüreklerine su serpen bir durum var; AKP yönetimi ani ‘bahar havası’na aldanmış gibi görünmüyor. Türkiye’nin önünde, ekonomik anlamda, bir iki zor senenin daha bulunduğunu dile getiriyorlar her fırsatta. Ekonomi deyince, IMF Dışilişkiler Sorumlusu Tom Dawson’ın, her yeni hükumetle programları gözden geçirmenin son derece normal olduğunu söylediğini de ekleyelim. Vatan gazetesinde, bu haberin yer aldığı sayfanın karşı köşesinde ise Seyfettin Gürsel, haklı olarak, ihtiyatın elden bırakılmaması gerektiğini söylüyor. Ekonomi reçetelerinde sosyal boyutun ihmal edildiğini artık IMF bile kabul ediyor, diyor Gürsel. Ancak, AKP kendisine büyük ölçüde oy getiren ve IMF reçetesinin asıl yükünü taşıyan tarımsal kesimin refahı için popülizme kayarsa işte o zaman görüşmeler tıkanır ve beklenen refah da sağlanamaz, diyor.
Dikkatli, ölçülü, sakin adımlar bekleniyor toplumun bütün kesimlerinden; bu çok açık. Ve böyle adımlar da geliyor.
Recep Tayyip Erdoğan, müstakbel hükumetin önceliğinin Avrupa Birliği olduğunu bir defa dile getirdikten sonra şu meşhur ‘tarih alma’ sorunuyla ilgili olarak “Alabilirsek bizim için iyi olur,” demiş. “AB’den de anlayış bekliyoruz elbette. Ancak, bu tarihi alamasak da halkımızın menfaati için biz zaten bu kriterleri yerine getirmek mecburiyetindeyiz.” Ayrıca, AB’ye yönelik adımlarla hem CHP lideri Baykal, hem de Cumhurbaşkanı Sezer ile beraber hareket etme kararında olduklarını söylüyor Erdoğan.
Alıştıklarımıza pek uymayan gelişmelerden biri de Genelkurmay Başkanlığı ile ilgili. Malum, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, ABD’de bulunuyor. Bugünkü Radikal gazetesinden öğrendiğimize göre, Orgeneral Özkök ABD dönüşünde, Etimesgut Havaalanı’nda bir basın toplantısı düzenleyecek ve sorulara doğrudan cevap verecekmiş. Bunun TSK için bir ilk olacağı da ifade ediliyor gazetede.
Söz konusu basın toplantısı gerçekleşirse herhalde muhtemel Irak savaşı ile ilgili edindiği bilgiler de sorulacaktır Orgeneral Özkök’e. Bu konu son derece sıcak çünkü. Hatta aylardır hemen hiç soğumadı.
Tefrikacılarınızın telaş içinde bu satırları yazdığı saatlerde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi de, ABD’nin önerdiği son karar taslağını oylamaya hazırlanıyor. Taslak ile ilgili Fransa ve Rusya’nın çekinceleri olduğundan bahsedip duruyorduk ya (o çekincelerin de insaniyet namına değil; Saddam sonrası Irak’ta kendi petrol paylarının ne olacağına ilişkin olduğunu gözyaşları içinde öğrenmiştik), Fransa ile pürüzler neredeyse giderilmiş, Rusya ile de giderilmek üzereymiş (‘shall consider’ mı diyelim, ‘may consider’ mı diyelim gibi bir ayrıntı üzerindeler). Bir ‘aksilik’ olmazsa Cumartesi sabahı nurtopu gibi bir ‘resolution’ımız olacak. Ondan sonra da savaş için bahane bulmak çocuk oyuncağı; defalarca belirttiğimiz üzere...
Savaş kaçınılmaz görünürken savaşa karşı eylemlerin de sürdüğünü; İtalya’nın Floransa şehrinde, Avrupa Sosyal Forumu çerçevesinde yarın tahminen 200 bin kişinin yürüyeceğini söylemeden geçmeyelim.
Kulağa garip gelebilir, ama şunu da zaman zaman aklımızdan geçirmiyor değiliz: Savaş aleyhtarı gösteriler, büyük bir iradenin yöneticilere nüfuz edememesinin örnekleri gibi görünmüyor mu? Yüzbinlerce kişinin sokaklarda yürüdüğünden hakkıyla haberdar olamadığımız bir tarafa, bu gövde gösterilerinin bir etkisinin olduğunu göğsümüzü gere gere söyleyebiliyor muyuz?
Bu sorulara cevap olabilir mi, bilemeyiz ama gazeteci John Pilger çarpıcı bir meseleyi anlatıyor, ‘Yeni Protesto Hareketi’ başlıklı yazısında. Küçük, leziz alıntıyla haftayı kapatalım:
Graham Green bir defasında, “insanların büyük bir bölümünün umutlarıyla düşlerinin yaşamlarını sürdürdüğü, yerin altındaki bir dünya”yı tarif etmişti. Yeraltındaki bu dünya, “yukardakiler ölçüyü kaçırmadıkça, üstlerinde bulunan bu dünya ile temas etmiyorlar”dı. Şimdi, yukardakiler ölçüyü kaçırdıkları için bu insanların dünyasında da bir dalgalanma var.
ABD’de, Siyaset Araştırmaları Enstitüsü’nün verilerine göre, Ekim ayının ortasına kadar en az 400 büyük savaş karşıtı gösteri gerçekleştirildi. Washington Post, “Yükselen bir aktivizm dalgası var,” diye yazıyor.
Bunun kabullenilmesi alışıldık bir şey değil. Düzen karşıtı hareketlerin kuvvetinin ölçülerinden biri, haberlerde yer bulamama oranlarıdır. Geçen ay İtalya’da milyonlarca insan sokaklardaydı, ertesi gün ise Britanya basınında ilk haber olarak Gordon Brown’ın birtakım demeçlerini okuduk. 28 Eylül günü, Londra’da 400 bin kişi sokaklardaydı ve bu olay Observer’da sadece kısa haber olarak yer aldı. O olağanüstü günle ilgili hazırlanan baştansavma haberlerin hiçbirinde, artık popüler zırvayla ilgilenmeyen, farklı ve büyüyen bir kızgın insan topluluğunun varlığı tespit edilmiyordu.
Bana kalırsa pek çok kişi, farklı nedenlerle, Peter Mandelson’ın söylediklerine katılıyor: “Temsili demokrasi çağı sona ermektedir.” Bu, ABD için çok uzun zamandan beri geçerli. Pek çok gazeteci ile yayıncının atladıkları bir hakikat bu; atlamaları da normaldir, çünkü bir kanaldan diğerine koşturmaktan başka bir şeyle ilgilendikleri yok.
Kamuoyu ise anlıyor. Televizyonda politika haberlerinin daha az seyredilmesinin sebebi bu. Kamuoyunu ‘siyasete ilgisizlik’le suçlamak, kamuoyunun nabzını tuttuğunu iddia eden, ama bir taraftan da kamuoyundan iğrenen medya yöneticilerinin mazereti sadece. Doğrusunu isterseniz kamuoyu siyasetle -yani seçme oligarşisinin dedikodu ve yalanlarıyla alakası olmayan gerçek siyasetle- hiçbir zaman bu kadar çok ilgilenmemişti.
Devamı haftaya...