No.227 - Oyumuzu açıklıyoruz!

-
Aa
+
a
a
a

Merhaba kâinat!..

Bildiğimiz olaylar, bildiğimiz ve bildiğiniz gibi cereyan etti gene...

Britanya’da, meşhur Cadılar Bayramı sırasında bu sefer savaşkan politikacıları ‘korkutmaya’ karar veren barışseverler, ellerinde balkabaklarından fenerleriyle Parlamento Binası’na yürüdüler. Bir kere daha, nefeslerinin yettiği kadar, Irak’ta savaşa karşı olduklarını haykırdılar.

ABD’de 14 bine yakın üniversite öğretim üyesi, ortak bir dilekçeyle savaşa karşı olduklarını belirttiler.

Savaşkan Başkan Bush’un, Harken enerji şirketinin başında bulunduğu dönemde yaptığı hisse alım satımlarının ‘insider trading’ olduğu ve bunun şirketin yönetim kuruluna da bildirilmiş olduğu ortaya çıktı. Başkan Bush’un bütün bunları unutturmak için ‘vuralım, unutalım’ mantığıyla Birleşmiş Milletler’e baskı yaptığını, hatta artık baskı yapmaktan da iyice sıkılıp ‘biztekgidelimhemenvuralım, çabucakunutalım’ mantığına meyletmeye başladığını zaten biliyorsunuz. Ayrıca, müflis Enron’un mali işler sorumlusu Andrew Fastow’un, hakkındaki 78 ayrı federal suçlamadan dolayı yüzlerce yıl hapis cezasına çarptırılabileceği ifade ediliyor.

İsrail’de, başta Savunma Bakanı Benyamin Ben Eliezer olmak üzere İşçi Partisi milletvekillerinin istifalarıyla Ulusal Birlik koalisyonunun dağılmasının ardından Başbakan Şaron hemen bir savunma bakanı atadı: Şaul Mofaz! Mofaz, eski genelkurmay başkanı ve Arafat’ın ‘kıçına tekmenin vurulması’ gerektiğini açık açık söyleyen bir komutan. Şaron’dan da sert olduğu belirtiliyor, yani sert mizacın bu derecesini bünyesinde barındırabilen bir şahsiyet kendisi. Tayini çıktığında Londra’daymış; apartopar ülkesine dönmüş, tam da o sırada Scotland Yard tarafından hakkında bir insan hakları ihlalleri soruşturması başlatılmış. Neticeyi bilemiyoruz şimdilik...

Yeni Delhi’de başlayan iklim değişikliği konferansı devam ediyor, ama oradan gelen haberlerin uluslararası basında da ön sıralara gelmediği dikkatimizi çekmiyor değil. Independent gazetesi bu konuda haberden ziyade, nihai bir yoruma yer vermeyi tercih etti: “Kyoto protokolü, uygulanmayacak. Boşuna kendimizi üzmeyelim. Ortalama vatandaşın fedakârlıkta bulunmaya hazır olduğu varsayımıyla iklimi kurtaramayız. Vesselam.”

Bildiğimiz olaylar, pek de şaşırtıcı olmayan ayrıntılarla cereyan edip gelişmeye devam ederken biz oturup 3 Kasım Pazar akşamı Açık Radyo’da seçimi nasıl izleyeceğimizi konuştuk. Akşam saatlerinde orada buluşmak üzere kavilleştik, tam kapıdan çıkmak üzereyken arkadaşlarımızdan biri yüksek sesle sordu: “Kime oy vereceksiniz?”

Salonda, hep öyledir, bir kovan uğultusu vardı. Kesildi. Kime oy vereceğimize dair derin tecessüsten değil; salon sakinlerinin bu hususta pek dolu olmalarından ...mış meğer. ‘Ona’ diyenler oldu, ‘buna’ diyenler oldu, ‘şuna’ diyenler oldu ve ‘valla, hâlâ bilemiyorum’ diyenler oldu. İkili tartışmalara girenler de oldu.

Bu bulanıklığın, mesuliyet sahibi bütün Türkiyeli tefrikacılar için bir vazifelendirme anlamına geldiğini hissetmekte gecikmedik (burada tevazuya hiç gerek yok) ve üstümüze düşeni, naçizane, yapmaya karar verdik.

Efendim, seçimlerin yapılmaması küçük bir ihtimaldi ve o ihtimal de gerçekleşmedi. NTVMSNBC’deki haberde şöyle yazıyor: “Anayasa Mahkemesi, Recep Tayyip Erdoğan’ın genel başkan görev ve yetkilerinin tedbiren önlenmesine ilişkin kararı seçim sonrasına bıraktı. Yüksek Mahkeme, AKP’ye bu konuda savunma hazırlaması için 15 günlük süre verilmesine karar verdi. Böylece seçimlere yönelik endişe ve soru işaretleri ortadan kalkmış oldu.”

O halde, gidip oylarımızı kullanacağız demektir.

Kime mi?

Söyleyelim:

Demokrasiye, laik Türkiye Cumhuriyeti’nin asıl güvencesinin çağdaş bir hukuk sistemi olduğuna, fikir ve ifade özgürlüğüne, fikir suçu kavramının çağdışılığına, toplumsal adalete, yolsuzlukların mutlaka ve mutlaka önlenmesi gerektiğine, vicdan sahibi olmanın erdemine, şeffaflığın tayin edici olduğuna, bağımsız medyaya, farklılığın zenginlik getirdiğine, aklın ve sağduyunun önceliğine, savaşlara son verilmesi gerektiğine inanan ve bunları programında somutlaştırmakla kalmamış; net bir dille bugüne kadar defalarca, her fırsatta anlatmış bir partiye oy vereceğiz.

Eğer böyle bir parti yoksa da kurulmasını bekleyeceğiz; daha önümüzde bir tam günden fazla zaman var.

Devamı haftaya...