Merhaba kâinat!..
Londra, Washington, Selanik, Sydney, Madrid... Hafta sonunda, kendini dünya vatandaşı hisseden, vicdan sahibi bireyler sokaklara döküldüler ve hepbir ağızdan bağırdılar: Savaşa hayır!
Bilhassa Londra’da, ‘Savaşı Durdurun Koalisyonu’ ile ‘Britanya Müslümanlar Derneği’ tarafından düzenlenen ve resmi verilere göre 100 bin, sokaktakilerin verilerine göre yaklaşık 400 bin kişinin katıldığı büyük yürüyüş, Avrupa’da 20 yıldan bu yana görülmüş en büyük protesto gösterisi oldu. (Dostumuz Edip Emil Öymen, mektubunda, “Gazetelerin aktarmaya çalıştığı hikaye, gerçeğin yanında solda sıfır kalır. O kadar müthiş ve büyüktü. Piccadilly’den Embankment’e kadar her yer insan doluydu. Bu, o kadar geniş ve büyük bir alan ki sayı hesap etmek imkansız,” diye yazmış).
Gösterinin önemli bir özelliği, Independent gazetesinin de tespit ettiği üzere, solun ‘olağan şüphelileri’nden çok daha geniş bir yelpazeyi ve sayıyı barındırıyor olmasıydı. Öyle ki, “ülkenin büyük bir kısmı yürüyüş konusundaki bekâretini bozdu,” diye yazıyordu aynı Independent gazetesi. Mesela, eski silah denetçisi, Körfez Savaşı gazisi ve kıdemli Cumhuriyetçi Scott Ritter da katılmış yürüyüşe: “Hukukun üstünlüğü prensibine bağlı kalınmasını sağlamaya çalışıyorum,” demiş. Bir başka katılımcının ismi ise Debbie Mainwaring. “Ben ılımlıyım,” diyor, “Ama bu etkinliğin, sosyalist bir girişim olduğu gerekçesiyle bir kenara itildiğini duydum televizyonda ve böyle olmadığını göstermeye karar verdim."
Halbuki, gösteri için insanlar toplanırken Başbakan Tony Blair ile Başkan Bush, işbirliklerinin son ‘meyvesi’ olarak Birleşmiş Milletler’e yeni bir karar taslağı gönderdiler. Taslağa bakılırsa, Bağdat yönetimi yedi gün içinde bütün denetçileri kayıtsız koşulsuz kabul edecek ve sarayların köşelerine kadar ‘muayene’ye izin verecekmiş. Bağdat, duyar duymaz ‘hayır’ dedi elbette ve bu durumu Irak’ın işbirliğine yakın olmaması hali olarak yorumlamak da pek kolay görünmüyor. Nitekim, Güvenlik Konseyi üyelerinden Rusya ile Fransa, ısrarla yeni bir BM kararına gerek olmadığını söylüyorlar, ama ne kadar etkili olabilecekleri belli değil. Aslında belli...
Bu arada, ABD yönetiminin, Irak’ın yanı sıra İran ile ilgili olarak da retoriği ‘ısıttığını’ yazmış Guardian gazetesinin dış haberler editörü Peter Beaumont. Debkafile sitesinden aldığı habere göre, Amerikan gizli birlikleri çoktan İran’a girmiş ve Beluciler arasında ayaklanma çıkarma girişimlerine başlamışlar bile. Beaumont, ayrıca, ‘rejim değişikliği’ ifadesi kadar ‘bölge güvenliği’ ifadesinin de telaffuz edilmeye başlandığını dile getirerek bilhassa İsrail cephesinde bölge güvenliği için büyük tehdidin Bağdat değil, Tahran olarak görülmeye başlandığına dikkat çekiyor. Bu haberlerin yanında bugün, Milliyet ile Sabah gazetelerinin ilk sayfalarında İran’da kamuya açık idamlarla ilgili dehşet verici görüntüleri görünce İran’ın ne kadar geri, ne kadar gayrımedeni, ne kadar baskıcı ve ne kadar batıtarafındanhemendüzeltilmeyemuhtaç olduğunu hatırladık. O ülkenin şer mihverine alınmış olmasının ne kadar isabetli bir karar olduğunu bir defa daha titreyerek farkettik. İyi ki ‘iyi’ler var... Yoksa korkmazdı ki ‘şer’.
Bitirirken; Arafat’a yönelik kuşatma sona erdi, kimse ilgilenmedi. Bir başkanın kuşatma altına alınmasına ve derken bir süre sonra bırakılmasına kamuoyu alıştı...
Devamı yarın...