Merhaba kâinat!..
İnsanlık camiası olarak hepimiz dişleri kenetledik; dünyanın tek güçlü devleti Amerika Birleşik Devletleri’nin güçlü Başkanı’nın 11 Eylül’den insanlık camiasına hitaben yapacağı tarihî konuşmaya kilitlendik.
Bu tarihî konuşmada güçlü Başkan Irak’a ultimatom verdi.
"Vahim ve giderek artan tehlike” Irak’a BM kararlarına uyması için son bir şans verdi.
Yoksa “Amerika’nın askeri kudreti” ile karşılaşacağını belirtti. BM kararları (?) çerçevesinde 10 küsur yıl önce gözaltına alınmış kişilerin derhal serbest bırakılmasını, Irak’ın derhal temsilî demokratik rejime geçmesini, “El Kaide teroristlerine üs vermek”ten derhal vazgeçmesini, 4 yıldır gizliden gizliye geliştirdiği kitle imha silâhlarını derhal ve kayıtsız şartsız açıklamasını, reddetmesini, kaldırmasını veya imha etmesini istedi. Tehlike artarken kolları kavuşturarak hiçbirşey yapmadan beklenemeyeceğini söyledi. Ve:
“Kalıtım ve seçim hakkına dayanarak, ABD bu tavrı alacaktır!” dedi. İnsanlık camiasını ve onu temsilen Birleşmiş Milletler teşkilâtını da barış ve demokrasinin korunması adına ABD’nin bu tavrına katılmaya davet etti.
Yani, bir ülkenin istilâsı, hem atalardan kalan miras hem de bir seçim gereği.
Bush’un ultimatomunu bekliyorduk da, zaten tarihî olan bu günlerde, ağzından çıkan her söz hem tarihî, hem de altın değerinde olan Bush’un 11 Eylül’le ilgili bir konuşması ile, bir de yazısına (evet, yanlış okumadınız, y-a-z-ı-s-ı-na!) eğilelim ayrıca.
Konuşması için sembolik olarak ABD’nin dünyanın dört bir yanından gelen mültecileri kabul için beklettiği Ellis adasını seçen Bush, insanlık camiasına şu bellibaşlı tarihî mesajları verdi bu sembolik yıldönümünde:
“11 Eylül 2001 Amerika’nın hayatında daima bir sabit nokta olarak kalacaktır.”
“Ulusumuza yapılan saldırı, bizi bir ulus yapan ülkülere karşı da yapılmış bir saldırıydı.”
“Şimdi ve gelecekte, Amerikalılarözgür insanlar olarak yaşayacaklardır.”
“Bu ulusu bu zaman dilimi ile çakıştıran bir sebep olduğuna inanıyorum.”
"Güvenin. Ülkemiz güçlüdür."
“Davamız, ülkemizden de büyüktür.”
“Bizimki, insan haysiyeti, vicdanın yön verdiği, barışın koruduğu özgürlüktür.”
“Bu Amerika ülküsü, tüm insanlığın umududur.”
“Aydınlık, karanlıkta parlamaktadır.”
“Tanrı Amerika’yı korusun.”
Yazısıiçin sembolik olarak dünyanın önde gelen gazetesi NYT’yi seçen 43. Başkan Bush, insanlık camiasına şu mesajları da iletti özet olarak:
“Amerika’nın en büyük fırsatı, insan özgürlüğünü destekleyen bir dünya kuvvet dengesi yaratmaktır.”
“Eşi görülmemiş kuvvet ve nüfuz pozisyonumuzu uluslararası düzen ve açıklık inşa etmek için kullanacağız.”
“Bu barışı, teröristlere ve kanun dışı rejimlere karşı çıkarak, şiddeti engelleyerek savunuyoruz.”
“Tarih boyunca özgürlük, savaş ve terör tehdidi altına kalmış, güçlü devletlerin iradesi ile despotların planları arasındaki çatışmanın meydan okuyuşuna maruz kalmış, yoksulluk ve hastalığın sınavından geçmiştir. 11 Eylül’den bu yana değişen şey, ulusumuzun bu meselelerin âciliyetini ve ilerleme için yeni fırsatlarımızı kavraması olmuştur.”
“Amerika Birleşik Devletleri bu büyük misyondaki öncülüğünün sorumluluğunu memnuniyetle kabul eder.”
Bu özgürlük, demokrasi ve barış savunucusu konuşma ve yazının cümle âleme ulaştığı sırada, hemen hemen aynı anda, bir başka tarihî kişilikten, bir başka tarihî konuşma yayımlanıyordu. Yeryüzünün en uzun ömürlü ırkçı-faşist rejimine direnen ve bu yüzden ömrünün 27 yılını birkaç metre küplük bir zindanda geçirdikten sonra ülkesinin Başkanlığı’na gelen ve muhtemelen dünyanın en saygın devlet adamı sayılan özgürlük kahramanı Nelson Mandela da 10 Eylül 2002 tarihli Newsweek dergisine verdiği mülâkatta şöyle diyordu:
“Amerika Birleşik Devletleri, dış politikasını yürütürken ciddi hatalar yaptı ve çok sonra bunların talihsiz sonuçları oldu."
“İran Şahı’na kayıtsız şartsız destek verilmesi doğrudan 1979 İslam Devrimi’ne yol açtı.”
“ABD, Afganistan hükumetinin ılımlı kanadına destek vereceğine, İslamcı Mücahitlere silâh ve para vermeyi tercih etti. Afganistan’da Taliban’ın gelmesine yol açan da bu oldu."
“ABD’nin en feci eylemi... Sovyetler Birliği’nin Afganistan’dan çekilmesi yolunda BM’nin büyük zahmetlerle oluşturduğu kararı sabote etmesi oldu.”
“Bu meselelere bakarsanız, Amerika Birleşik Devletleri’nin tavır ve davranışlarıyla dünya barışına bir tehdit oluşturduğu sonucuna varırsınız.”
“[Irak’ı BM izni dışında vurma yolunda bir] karar, George W. Bush’un ABD silâh ve petrol endüstrilerini memnun etme arzusundan kaynaklanmaktadır.”
“Irak’ın kitle imha silâhları geliştirdiği konusunda hiçbir kanıt getirilmedi. Ama İsrail’in bu silâhlara sahip olduğunu biliyoruz. Kimse bundan sözetmiyor.”
Bush ve Mandela: Biri beyaz biri siyah. İkisi de tamamen aynı konudan, savaştan ve barıştan bahsediyorlar ve işin tuhaf tarafı, aynı konuda siyahla beyaz kadar farklı sonuçlar çıkarıyorlar.
Hangisi haklı?
* * *
Türkiye’de medyanın “metafor şenliği” var. Ölümcül bir savaşa savaş demeyip operasyon, müdahale gibi terimleri daima tercih eden, yaşadığımız büyük deprem felâketlerinde kayıplardan hasara kadar hiçbir kesin bilgiye ulaşılamadığı halde, bilgi peşinde koşmayı asla iş edinmeyen medya organları, demokratik bir seçim mücadelesini, savaş-deprem-çatışma-top-tüfek-kesme-biçme- kötülük eğretilemeleriyle tanımlama konusunda ölümcül bir yarış – ya da, tam bir mutabakat– halinde:
"1. Bölgede savaş” (Hürriyet)
"Partilerde liste depremi... Eski tüfekler ön sıralarda...Üç önemli isim kapışacak..." (Hürriyet)
“Kadıköy savaşı" (Milliyet)
“Derviş...Ecevit ve... Erdoğan... savaşacak." (Milliyet)
"Ağır toplar İstanbul’da” (Milliyet)
"Büyük savaş İstanbul’da” (Vatan)
"Baykal, eski ağır toplarını en iyi yerlere koyarken, muhalifleri biçti." (Sabah)
"Liste depremi" (Cumhuriyet)
"Liste depremi” (Akşam)
"Partilerin ağır topları..." (Cumhuriyet)
"Pandora’nın kutusu açıldı” (Radikal)
"Üç silâhşörler kapıştı" (Radikal)
"DYP listelerinde kıyım" (Radikal)
Savaş ve deprem, bazılarımıza yıkımı çağrıştırıyor, bazılarına ise seçimi... Seçimse kimine demokrasiyi çağrıştırıyor, kimine savaş ve yıkımı.
İlginç.
Devamı yarın...