Merhaba kâinat!..
Biliyoruz, Türk medyasının pek ilgisini çekmeyi başaramadı; ama, insanlık tarihinin en büyük toplantısı başladı bugün. Güney Afrika’nın başkenti Johannesburg’da. (Ya da “züğürt”lerin deyişiyle Jozi’de. Ya da “zenginlerin” tercihi ile Jo’burg’da). Türk medyasının pek ilgisini çekmeyi başaramadı; ama, insanlık tarihinin en önemli sorusuyla ilgili bir toplantıydı bu: “İnsanlık, kalabilecek mi?” sorusuyla. Ya da, yaşayan en büyük düşünürlerden üstad Chomsky’nin formülasyonu ile: İnsanlık, biyolojik bir anomali ya da hata olduğunu illâ ispat etmek zorunda mı?
Kendilerini hâlâ –nedense – insanlık âleminin birer nâçiz ferdi olarak görmeye devam eden tefrikacılarınıza göre soru’nun iki cevabı var; ikisi de olumsuz: Hayır, insanlık kalamayacak maalesef. Ve evet, biyolojik bir hata olduğunu ispat etmek zorunda.
Ama, gene de üzerinde yazıp çizmeye değecek bir şey tabii. Çünkü neden: Çünkü, 4 buçuk milyar yıldır uzay boşluğunda dolanan yerküre üzerinde yüzbin yıldır dolanan insanlığın “kalamayacağı”nı gören ilk ve tek (son) kuşak mensubininden olmanın verdiği sapıkça keyfi var bu işin... yani bunun üzerinde kalem ve dil oynatmanın keyfine pâyan yok, sana o kadarını söyleyelim ey sevgili okur.
İşler o kadar çığrından çıkmış ki: Normalde BBC’nin o benzersiz “mesafeli” habercilik geleneğine de, İngilizlerin o benzersiz serinkanlılık geleneğine de (‘Cool Britannia’) şaşırtıcı bir biçimde sırt çeviren çevre muhabiri Alex Kirby, Dünya Zirvesi günlüğü’nün ilk ‘tefrikasına’, inanmayacaksınız ama, şöyle bir ‘lâubalilik’ içinde başlıyor:
“Aylardır, anıtsal bir kendini beğenmişlik içinde bu zirveyi defterden silen şüpheciler bana sorup duruyorlardı: ‘Ne dert ediyorsun?’
Ben mi? Benim tek derdim, hayatta kalmak yahu..."
Britanya Kraliçesinin hükûmetinin “sürdürülebilir kalkınma” konusunda baş danışman tâyin ettiği Jonathon Porritt, danışmanlığını yaptığı “yeni işçi” hükûmetinin çevre politikasını – çok afedersiniz – itin bilmemnesine sokup çıkardıktan sonra, insanın Johannesburg’daki bu son Dünya Zirvesi’nden “herhangi bir beklentisi” olması için ancak “aklını peynir ekmekle yemiş bir iyimser” olması gerektiğini yazıyor. Ama, yeryüzünde hayatın geleceğini de yine bu toplantının toplu ellerinde tuttuğunu eklemeden edemiyor işte. (Tefrikacılarınız, burada kendi şaşı bakış açılarıyla bir paralellik kurmadan edemiyorlar, öhh-mm...)
Diyor ki başdanışman:
“Enron sonrası dünyada, bu ideolojik yadsıma furyasının Amerika’dan kaynaklanıyor olması, Avrupa’daki siyasileri de şirket yöneticilerini de dünyanın ilerlemesi konusunda başat Amerikan modeli konusunda bir kez daha düşünmeye teşvik edebilir. Gerçekten, Amerika Birleşik Şirketleri’ndeki ‘kalp erimesi’, ABD yönetimini mahkûm etme konusunda hepimizi daha cesur olmaya itmelidir. George Bush’un Johannesburg’a gitmiyor olması, zirveyi düzenleyenlerin büyük gayretlerine atılmış bir çamur olabilir pekâlâ, ama bu, aynı zamanda büyük bir ferahlıktır da. Sürdürülebilir bir gelecek için yapılacak eylem planlarına karşı, saldırgan tek taraflılığı, çevre felâketini ortaya koyan bilimi tümden yadsıması ve savaş kışkırtıcılığı yolundaki megalomanisi ile mevcut ABD yönetiminden daha büyük bir tehdit düşünülemez...”
10 yıl önceki Rio Zirvesi’nde diyor Porritt, Baba Bush “Amerikan hayat tarzının tartışma konusu edilemeyeceğini” söylemişti. “Şimdi, el çabukluğu marifet, o hayat tarzının savunulması Tanrı’nın yarattığı şu Yeryüzünün en hesap sorulmaz, en açgözlü, en yoz şirketlerinin idare meclislerine bırakılmış durumda. İlk zirveden on yıl sonra Colin Powell’ın Oğul Bush’a geri götüreceği tek bir mesaj varsa, o da şu: Dünyanın geri kalanı açısından Yeryüzündeki hayatın geleceği tartışma konusu edilemez.”
(Tefrikacılarınız, bu korkunç bozguncu ve aşırı solcu, adeta Kızıl Komünist ve dahi Anti-Amerikancı görüşlerin, ABD’nin hayattaki en büyük dost ve müttefiki Britanya hükûmetinin bir danışmanından geldiğini bir kez daha hatırlatmayı görev bilirler – titreyip kendilerine dönerek.)
Bozgunculukta Jonathon Porritt’ten hiç de aşağı kalır tarafı bulunmayan Independent gazetesi, işi iyiden iyiye azıtarak, bayrakları fora ediyor ve dünya çapında bir ‘ siyasi devrim hareketi’ni dillendiriyor -- hem de başyazısında! “Gezegeni kurtarmak için gerekli türden bir siyasal devrim hareketinin önkoşulu olan fikir tugayları Rio’da seferber edilmişti. Johannesburg zirvesi bu devrimi ileri götürmeye yardım edecektir.” (Tövbeler tövbesi!)
Guardian yazarı, tefrikacılarınızın idollerinden George Monbiot, on yıl önceki ilk zirveden, hatta 30 yıl önceki ilk çevre konferansından bu yana “bat dünya bat!” durumuna nasıl geldiğimizi özetledikten sonra, önemli bir ‘pembe nota’ salıyor âleme: “Rio’dan on yıl sonra, daha önce dehşetli eksikliğini duyduğumuz bir şey var şimdi elimizde: Yoksullar dünyasının öncülüğünde bir küresel halk hareketi. 1980’lerin eylemcileri tekil meselelere kafayı takmışlarken, bugün, daha önce onları ayıran kaygıları biraraya getiriyorlar: iklim değişmeleri ile borçları, yokolan ormanlarla özelleştirilen suları, büyük şirketlerin kudretiyle çevrenin korunmasını; ve bu arada, sosyal adalet ve insan hakları ile çevrenin korunmasının birbirinden ayrılmaz şeyler olduğunu da görüyorlar artık.”
Dünya çevre toplantılarının birbiri ardından yenilgiye uğramasından çıkarılacak kıymetli dersi de şöyle özetliyor Monbiot: Dünya işleri yönetiminin zorba, keyfî ve şaibeli sistemini es geçip (by-pass), onun yerine kendimize ait bir sistem kurmak: Belki, bütün diğer küresel kuruluşların sahip olmadığı manevi otoriteye ve demokratik meşruiyete sahip bir dünya parlamentosu..." |
Monbiot’nun bıraktığı noktadan Raj Patel alıyor sözü: “Tarihin en güzel anları, iyi örgütlenmiş bireylerden gelmemiştir; o moment’ler yüzbinlerin ortaklaşa eylemlerinden domuştur. Bu eylemler ister ev içlerinde, ister tarlalarda, ister fabrikalarda, isterse dershanelerde oluşsun, popülerlik ve kitle eylemleri her zaman önem taşımıştır. Son beş yıl içinde Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü ve büyük şirket hükümranlığı etrafında oluşan büyük çaplı seferberliklerin ışığında, şirketlerin Sürdürülebilir Kalkınma Dünya Zirvesi’ni (WSSD) ele geçirmesine karşı en uygun cevap gözle görülür derecede gerçekleştirilebilir bir şeydir: Kitle siyasetinin alev alev yanması.”
(Tefrikacılarınızın son notu: Devrim ateşinin tutuşturduğu bu sözler, Food First diye bilinen, California menşeli bir Enstitünün analistliğini yapan bir siyaset bilimi doktoruna aittir, hani yanlış anlaşılmasın.)
“Son darbe”ye geldi işte sıra. (Frenklerin “coup de grâce” dediği türden- öldürücü ve fakat tüm günahları bağışlayıcı cinsten!)
Dev şirketlerin ve onların arkasındaki zengin ülkelerin dünyaya eşitsizliği, açlığı, ölümü ve çevre ölümünü getiren faaliyetlerinin, daha önceki tüm raporlarda öngörülenden besbeter olduğu yolunda korkunç bir rapor var tefrikacılarınızın elinde!
Dünyanın batışına işaret eden tüm raporlar, yani BM’nin çeşitli kuruluşlarının, Dünya Bankası’nın, Dünya Ticaret Örgütü’nün, binbir türlü akademik kuruluşun insanın içine dehşet salan raporları vardı ya hani? İşte onları peri masalları ya da pembe diziler kadar masum kılacak ölçüde dehşetengiz bir rapor bu. Öngörülen hedeflere ulaşılması şöyle dursun, en iyi niyetli hesabın bile tutmayacağını, zengin ülkelerin akıl almaz bencillikleri sonunda dünyanın tam bir karabasana doğru dört nala gittiğini söyleyen bir metin!
Tarihte pek benzeri görülmemiş bir “servet düşmanlığı”nı hayasızca sergileyen bu metni kimin ve kimin için kaleme aldığını söylüyoruz şimdi – dudaklarınızı uçuklatmak için: OECD uzmanlarının, OECD için hazırladıkları rapor bu! Yani Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü. Yani, aralarında –her nedense–Türkiye’nin de bulunduğu “dünyanın en zengin 22 ülkesinin hükûmetlerinin kurduğu örgüt!
Tefrikacılarınız der ki: Zenginin malı zenginin çenesini yoruyor artık, ayaklar baş oldu ve başımıza taş yağacak!
Devamı yarın...