Merhaba kâinat!..
Balıkesir’in Kepsut ilçesindeki orman yangını için Sabah gazetesi her ne kadar, “kabus sona erdi” ifadesini kullansa da, diğer haber kaynaklarına bakıldığında yangının tam anlamıyla kontrolaltına alınıp alınmadığını bile öğrenemiyoruz. Şunu biliyoruz ama: Türkiye’de, 1937 yılından beri tutulan orman yangını kayıtlarında, 1500 (bir habere göre de 3 bin) hektarlıkt orman alanının kaybıyla sonuçlanan Kepsut yangını, Türkiye tarihinin en büyük 10 orman yangını arasında yer alacak. Buna rağmen, Zaman gazetesi dışında hemen bütün gazeteler ‘kabusu’ atlatmış görünüyorlar. Haber, bırakın manşete taşınmayı, birinci sayfalardan bile kaybolup gitmiş.
Orman yangınları tarihi demişken eklemeden geçmeyelim: 1937 yılından bugüne kadar yaklaşık 1.5 milyon hektar ormanlık alan yanmış Türkiye’de.
Ormanlar çıtır çıtır yanarken ve ortalığı ağır bir koku kaplarken Star gazetesinden Murat Çelik, onca dumanın arasında ilginç bir ayrıntıyı gözden kaçırmamış. Ayrıntı derken öyle pek de ihmal edilebilir cinsinden değil elbette. Çelik, Türk Hava Kurumu’na ait uçakların yaz boyunca, orman yangınları nedeniyle Orman Bakanlığı’nın emrinde bulunduğunu söylüyor. Halihazırda, Kepsut yangınına müdahale edebilecek 15 uçak bulunuyormuş. Hem de, müdahale etmeleri halinde yangının bilançosunu hafifletebilecek nitelikte 15 uçak. Ama kullanılmamış bunlar. Nedenini bilebilmek mümkün değil; mutlaka bir bildikleri vardır. Söz konusu uçakların yerine kullanılan helikopterleri ise görmeyenimiz kalmamıştır herhalde televizyon haberlerinden ve gazetelerdeki fotoğraflardan. Efendim, şaşırmayınız sakın, o helikopterler kiralıkmış. Balıkesir’de görev yapan 7 helikopter, Orman Bakanlığı’na 15 Temmuz 2002 tarihli ihale ile Antalya Doruk Turizm AŞ ile Isparta Er-Ah Ziraî Mücadele AŞ firmaları tarafından kiralanmış. Kira bedeli ise 2.260 $/saat. Çelik diyor ki, “Yanlışanlaşılmasın, asıl derdimiz yangını söndürmenin bedeli de değil, hak edenin kazandığı da. Söylemeye çalıştığımız şu: Eğer uçaklarla destekli bir söndürme çalışması yapılsaydı yangın hem çok daha çabuk kontrolaltına alınabilir, hem de söndürme maliyeti ve yarattığı zarar çok daha düşük olabilirdi.”
Katılmamak mümkün değil.
Bir bölgede kuraklık ve yağış yan yana yer almaya başladığı zaman orayı kaçınılmaz olarak sel bastığını söylüyor bu işlerden anlayanlar. Küresel ısınmanın ve iklim değişikliğinin kendini en çok hissettirdiği durum da bu galiba. Türkiye sıcaktan kavrulurken Avrupa’nın ortası sular altında. Sellerin getirdiği zararı dünkü tefrikamızda uzun uzun anlattığımız için bugün tekrar dönemeyeceğiz bu konuya, ama Nepal’de seller yüzünden ölenrlerin sayısının 400’ü geçtiğini, 422’ye ulaştığını aktaralım. Bu arada, Orta Avrupa’da, Çek Cumhuriyeti’nin başkenti Prag’daki sel felaketinin ülke ekonomisi üzerinde ciddi bir iz bırakacağı haberleri de vardı bugün. Ülkeyi 1997 yılında vuran sellerin telafisi için harcanan 1.9 milyar dolarlık paradan daha fazlasına ihtiyaç duyulacağı söyleniyor bu sefer. Borsanın ve bankaların kapanmak zorunda kalmalarının ardından Çek parasının Avro karşısında değer kaybına uğradığından da bahsediliyor.
Çek Cumhuriyeti’nin çektiği maddi sıkıntı dünyanın kararan ufkunun yanında biraz ‘devede kulak’ bir sorun gibi kaldığı için 26 Ağustos’ta Johannesburg’da başlayacak BM Dünya Konferansı’nda ağırlıklı olarak ‘azimet nire?’ sorusu ele alınacak. Durum parlak değil zira. Zirve’ye sunulmak üzere BM tarafından hazırlanan yeni bir raporda, dünya nüfusunun yüzde 40’ının su sıkıntısı içinde yaşadığı, hava kirliliği yüzünden her yıl 3 milyon insanın öldüğü, kirli suların getirdiği ölü sayısının yılda 2.2 milyonu bulduğu belirtiliyor. Başka şeyler de belirtiliyor elbette, ama dilimizde biten tüyler bunları biddefaat yazmaktan alıkoyuyor bizi. Ancak, Guardian gazetesinin bugünkü başyazısında dile getirdiği hakikati buraya da aktaralım geçerken: “Fakir ülkeler, zengin ülkelerin halihazırdaki hızıyla sanayileşemez, şehirleşemez ve enerji kullanamazlar. Çin’in 1 milyarlık nüfusunun, ABD’nin şimdiki hızıyla benzin tüketmesi sürdürülebilir değildir. Farklı kalkınma modellerine ihtiyaç var. Gelecek için düşük-karbonlu bir model gerekiyor. (...) Bir noktaya kadar, sera gazı azaltımı hedeflerine kendilerini gönüllü olarak adapte eden firmaların artan sayısına bakarak hükümetlerin utanmaları gerektiğini söyleyebiliriz –petrol devi BP halihazırda salınımı 1990 seviyesinin yüzde 10’u oranında azaltmış bulunuyor. Ama çelişkiler de yok değil –fosil yakıtı için verilen 57 milyar dolarlık teşvikten neden vazgeçilmediğini sorabiliriz mesela. Johannesburg’a giden 65 bin delegenin yapacağı çok iş, konuşacağı çok konu var.”
Johannesburg delegasyonlarının konuları bol ve çok kritik ama, biz faniler fani dertlerimizle uğraşmaktan da geri kalmıyoruz elbette. Makro dertlerden mikro dertlere doğru geçtiğimizde Türkiye’de ismi en çok telaffuz edilen kişinin Kemal Derviş olduğunu söylersek abartmış olmayız herhalde. Hayır; henüz vermediği kararıyla ilgili anılmıyor Derviş’in ismi. Bugünlerde, gölgeli ithamlar dile getiriliyor kendisi hakkında. Birkaç gün önce, istifasının ardından kullanmaya başladığı ofis ile otomobilin kendisine geçici bir süre için bedavaya kullandırıldığı ortaya çıkınca ortalık karıştı. Derviş hemen bir kontrat yapma cihetine gittiyse de bugün Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan bir haber, konunun hemen kapanmayacağının bir işareti gibi: “Mardinli işadamı Necati Yağcı’nın, sahibi olduğu Inter Yatırım’ı BDDK’dan aldığı ve buraya Derviş’in danışmanı Oya Ünlü’nün (Kızıl) eşi Emre Kızıl’ı da yerleştirdiği ortaya çıktı. İddialara göre, Inter Yatırım’ın Yağcı’ya verilmesi için dönemin Devlet Bakanı Derviş ile YTP Mardin Milletvekili Mustafa Kemal Tuğmaner, BDDK’dan ricacı oldu.”
Necati Yağcı, aynı zamanda, Derviş’e ofisini tahsis eden kişi.
Bütün bunlar bir tarafta, ama Derviş’in danışmanı Oya Ünlü’nün ailesinin Yağcı ailesi ile 15 senedir tanışıyor olmaları, dolayısıyla Derviş’in Yağcı ile ilgili referansının iyi olmasının doğallığı da başka bir tarafta. Birkaç aylığına çalışmak için yer bulmanın zorluğu düşünüldüğünde, bir arkadaşın kolaylık sağlamasının doğallığı da ortada aslında. Peki, bundan yaklaşık 1 sene önce ağzından çıkan her sözü merakla beklediğimiz, söylediği her söze mutlaka güvendiğimiz Derviş’e, bugün, ‘benim bedavacılık gibi bir maksadım yoktu’ dediğinde neden güvenmiyoruz? Biz niye böyleyiz?
Halbuki, bakınız, çok ciddi başka meseleler de var. Turkish Daily News gazetesi manşetten duyuruyor: “Türkiye, Harpy silahları için iki kat fazla ödüyor.”
T60 tanklarının modernizasyonu için Türkiye’ye indirim yapmayan İsrail, Manavgat suyu meselesinde 20 milyon doların pazarlığını beş senedir sürdürürken Türkiye’ye insansız keşif uçaklarını, mesela Güney Kore’dean, iki kat pahalıya satıyormuş. Zam mı gelmiş? Hayır, çünkü Jane’s Defence dergisinden bir uzman, ne teknoloji gelişti, ne de talep arttı, demiş.
Peki neden o zaman?..
Günün mikro haberi ise Hürriyet gazetesindeydi. Yeni Türkiye Partisi, gelir sağlamak amacıyla, parti tüzüğünü ve programını 100 milyon liradan satmaya karar vermiş. Yani, biz şimdi seçmeniz ya, hangi partiye oy vereceğimize karar vermek için onun programını öğrenmek zorundayız ya, işte o program ve yanında tüzük 100 milyon... Pahalıya gelirse birkaç kişi bütçelerinizi birleştirip müştereken alabilir ya da fotokopi suretiyle çoğaltmak cihetine gidebilirsiniz.
100 milyon TL, YTP’nin programını öğrenmemize mani olmamalı, olamamalı...
Devamı yarın...