Merhaba kâinat!..
Tefrikacılarınızın hâlet-i ruhiyesi mi? Kolay. Yazılı tarif yerine çizimle gösterme yoluna gidiyoruz bugün. İzel’in çizdiği ‘günün fotoğrafı’na bakın, anlayacaksınız: Sevinçli bir ‘telaşkınlık’. (Kafaların etrafında dolanan yıldızlar da, Avrupa Birliği’nin amblemi ile karışık, bir groggy olma durumunu simgeliyor.)
TBMM’nin 2 Ağustos Genel Kurulu’nun ardından 4 gün geçtikten sonra durum bu. Kendimize bu dört günün rehaveti içinde yayılıp yatma hakkını tanıdık tabii öncelikle. Bunca yıl mikrofon-kalem-çini-hançere kullanımının sonucunda elde edilmiş bir ‘hakk-ı huzur” da diyebilirsiniz buna: Ne de olsa, adam asmanın yasal olmadığı, farklılıkların telaffuz edildiği, özgürlük sınırlarının genişlediği bir ortamı solumaktan gelen bir oksijen fazlasının doğurduğu hafif başdönmesi.
Bununla birlikte, kendimize azıcık sarınma hakkını çok görmediğimiz bu rehavet battaniyesini de bir an önce sıyırıp atmak ve işe koyulmak gerekiyor:
“İfade özgürlüğü – iyi de, ne kadar?” İşte bu soruyla işe girişip eksik gediğimizi hemen tartışmaya başlamak, tüm soruları ve elbette yasakların kaldırılıp özgürlüklerle hakların kullanılmasını “izne bağlama” kararlarının anlamını, sınırlarını mıncıklamak şart. Meclis’ten çıkan son çıkan demokrasi paketinin ambalajını sarmakta kullanılan iplerin uzunluğunu ve bunların ambalajı ne sıkılıkta sardığını test etmemiz gerekiyor (gerekirse dişlerimizle). Bütün bunların, aslında ‘eleştirmek için eleştirmek’ hastalığının nüksetmesi diye yorumlanması çok hatalı olur...
Nâçiz tefrikacılarınız şu yukarıda okuduğunuz satırları kaleme aldıkları sırada, evet tam o sırada, Açık Site’ye bu konuda bir okur mesajı düşüvermesin mi? “Gülnihalb”, bizimle aynı kaygıları şöyle dile getirmiş işte:
"Ben kendi adıma, bu özgürlüğün bile ne anlama geldiğini çıkaramıyorum... Onun için de sevinemiyorum... Şimdi çıkıp yüksek sesle düşündüklerimi söyleyebilecek miyim: Yani, güçlü olan, haklı olmayacak mı, haklamayacak mı?... Tabii ki olanlar çok sevindirici ama pratikte ne olduğunu bilemiyorum, çıkaramıyorum...”
Evet, tastamam böyle. Pratikte ne olduğunu çıkarmamız lâzım. Binbir soru sormamız lâzım. Ambalaj iplerini dişlememiz, ‘pratiği’ de sivil insanlar olarak kendimiz yaratmamız lâzım.
Dahası, daha işin başında olduğumuz bile söylenebilir. Maureen Freely’nin “Türkiye modern bir Avrupa ülkesi olmak istiyor” başlıklı yazısında işaret ettiği gibi, “[Türkiye’de insanlar] yoğun çalışmalarının ödülsüz kalmasına razı değiller artık. Adam gibi, istikrarlı bir hayat standardına sahip olmak istiyorlar... Her tarafı gıcırdayan, köhnemiş bir siyasi makinenin son günlerini, antika haline gelmiş bütün bir siyaset sınıfının çöküp gittiğini görmek umudundalar.”
Türkiye’yi bebekliğinden beri tanıyan bu İrlandalı yazar, canalıcı bir noktaya, savaş meselesine bağlıyor yazısının sonunu: “Eğer biz [yani Avrupalılar] Bush’un terörle savaşının, Türkiye’deki bu [demokrasi paketi] yasalarının uygulanmasına engel olmasına göz yumarsak, bu hem Türkiye, hem Avrupa, hem de insan hakları hareketi için bir trajedi olur.” (The Independent)
***
Savaş mı? Evet, İmparatorluk savaşa girecek. Gerekçe olsa da girecek, olmasa da. Burası kesin. George Monbiot, uluslararası hukuk kurallarına ait ne kadar anlaşma ve sözleşme varsa hepsini (tamamı 9 tane) son zamanlarda teker teker cart diye yırtıp atan ABD’nin, 10. ‘cart’ olarak da BM’yi çiğneyip Irak’a dalacağını yazıyor. Sebep: Pek çok: Petrol de, ABD ara seçimleri de, Amerikan askerî-endüstriel kompleksinin gerekleri de, şahinlerin varlıklarını sürdürmeleri de... ve hepsi de... (The Guardian) Yani, dünyanın geri kalan kısmına en büyük tehdit, ABD’nin ta kendisi. Dünya halini pek iyi tanıyan yazar, “İmparatorluğun Mantığı” başlıklı yazısında, ABD’nin geri kalan tüm ülkeleri düpedüz “paspasa çevirmesi”ne karşı ‘pratikte’ verilebilecek tek anlamlı yanıtın da imparatorlukla işbirliği yapmanın reddinden geçtiğini yazıyor...
Bu “reddiye” dün Almanya’dan geldi! Şansölye Schröder ve onun Sosyal Demokrat partisi, erken seçim kampanyasını işte bununla açtı: Almanya, ABD’nin Irak istilâsına ne asker veririm dedi, ne de parasal destek. Böylelikle de Amerika’nın Avrupa’daki öteki müttefikleri ile (özellikle de Blair Britanyası ile) safları kesin ayırdı. Bu arada, BM, Irak’ın “gelin bütün ülkeyi teftiş edin” şeklindeki mektuplarına, ABD’nin ağır baskısı altında ne cevap vereceğini kara kara düşüne dursun, ilginç bir son dakika gelişmesini aktaralım: Irak’a yiyecek ve yardım malzemesi getiren “Çöldeki Sesler” adlı bir sivil örgüt mensuplarından ABD yurttaşı 6 barış eylemcisi, Bağdat’taki BM Merkezi önünde açlık grevine girdiklerini dünya âleme ilân etti. Grubun diğer üyeleri de 40 günlük açlık grevini New York’taki BM merkezi önünde başlatmış durumdalar. Katolik Kilisesi’ne de mensup olan Barış ve Sosyal Adalet Örgütü üyelerinin sözcüsü Lisa Amman da BM’nin, Amerika’dan ayrılıp barışı savunmasının tek çare olduğunu söylemiş.
Amerika’dan Lisa hanım ve arkadaşları da, narin başlarını İmparatorluk’a kaldırıyorlar... Kalkan narin başların bir kısmı İsrail’den yükseliyor. Guş Şalom Barış hareketinin, İsrail subay ve askerlerinin işgal altındaki Filistin topraklarında “savaş suçu” işlediklerini ve bunun kanıtlarının ellerinde olduğunu Başbakan’a ve askerî yetkililere “ihbar eden” açık mektupları, gönderildiklerinden aylar sonra nedense birdenbire İsrail gazete manşetlerine çıkıvermiş ve nedense Başbakan Şaron da buna birdenbire çok kızıp, bu vatan hainleri hakkında soruşturma açılıp açılamayacağı konusunda Başsavcı’ya mektup yazmış. Konu araştırılıyormuş.
İşte böyle: İmparatorluk, onun etrafındaki sadık beylikler ve bunların hepsine karşı birtakım baldırı çıplak siviller... Matrak bir dengesi var yeryüzünün.
İmparatorluk’un, “ikinci güneş”i doğdurup Hiroşima’da ilk mikrosaniye içinde 70 bin masum sivili buharlaştırdığı günün 57. yıldönümünde, kâinatın genel durumunun çok kısa özetine küçük bir son not: Bombayı sallayan pilot emekli general Paul Tibbets, “gene atardım” diyor ünlü tarihçi ve yazar Studs Terkel’a. “Amerika’nın güvenliği söz konusu olduğunda gene atmakta bir an bile tereddüt etmezdim... 11 Eylül teroristlerine de 5 saniye bile ayırmadan, yargı margı dinlemeden hepsini atom bombasıyla yok ederdim o piç kurularının.” Sivillerin durumu? “Ah, hep bu sivillerin öldürülmesinden bahsediliyor. Gazeteler bu deli saçmasını kesseler ne iyi olurdu...” (The Guardian)
Tefrikacılarınız da işte bu “deli saçmaları” yüzünden telaşkınlık içindeler ya...
Devamı yarın...