Merhaba kâinat!..
Yaz mevsiminin son ayı “eyyam-ı bâhûr”la, yani “buharlı günler”le başladı. Saatli Maarif Takvimi’ne göre “şarapların sirkeleştiği, hayvanların kuvvetten düştüğü” bugünlerde, insanları da kuvvetten düşürebilecek “sıcak”lıkta bir gündemimiz var... Terör, savaş, seçim ve AB’den oluşan bir gündem...
Kudüs’te yaz okulunda bu sıcakların yanı sıra bir de sınavlarla terleyen binbir milletten üniversite öğrencisinin kafeteryasına inen bombalı terör, 7 genç insanın hayat sınavını da ebediyyen sona erdirdi. Ortadoğu’da inceden beliren cılız ateşkes kıvılcımını oksijensiz bırakıp söndüren geçen haftaki 1 tonluk “Gazze sabotaj” bombasının ardından, garip bir şekilde herkes bekliyordu zaten bu dehşeti. Beklenen oldu. Şimdi karşılığı bekleniyor. Dişe diş. Ondan sonra karşılığın karşılığını bekleyecek ve beklerken terleyeceğiz.
Irak’a açılacak savaş, bu korkunç Ortadoğu yarasını da başka birçok uluslararası ve ulusal mesele gibi tamamen arka plana itecek. Savaşa gerekçe yaratma çabasının dahi yavaş yavaş arka plana itildiği görülüyor. ABD ve onun küçük ortağı Britanya’nın özellikle Güvenlik Konseyi’ni kullanarak dünyayı boyunduruk altında tutma planlarına karşı çıkan BM kıdemli uzmanları birbiri ardından seslerini yükseltirlerken, sonunda bir BM yetkilisi çıktı ve farklı konuştu: “Evet,” dedi eski silah denetçisi Richard Butler, “Irak yönetimi korkunç silâhlarla güvenliğimizi tehdit ediyor... Atom bombası bile yapıyor olabilir.” Bu korkunç terör tehdidinin hangi kanıtını gösterdiğine dair bir haber yok elimizde maalesef. Bunun tamamen aksini söyleyen Scott Ritter ise Senato’da Butler’ın yanı sıra bu “kanıtszılığı” ileri süreceği Senato toplantısına davet edilmedi. Esasen, Butler’a ve kanıta ihtiyaç yoktu. Zaten, ABD Savunma Bakanı Rumsfeld’in “Kanıt olmaması, olmamasının kanıtı değildir,” şeklindeki özdeyişi bizim için yeterliydi.
Yani ABD vuracak. Ama, biz de hazırız! Biz, yani Türkiye. “Yağmur Harekâtı” kod adlı gizli operasyonla ilgili tüm gizli bilgileri ele geçiren Milliyet gazetesi açıklıyor: Savaş olunca sınırlarımıza ve ülkemize yığılması beklenen 276 bin (!) mülteciyi 18 İDTP’de toplayacakmışız. Bu toplama bölgeleri yetmez de “taşarsa” artanlar Sıvas’a taşınacakmış. Tefrikacılarınızın içi, zaten rahattı tabii, ama Milliyet’in şu altbaşlık yazısı ile bu rahatlık arş-ı âlâ’ya ulaştı denebilir: “Irak için bu kez hazırız! ABD müdahalesi durumunda...yığılmaların önüne geçmek için yapılan tüm hazırlıklar sessizce tamamlandı.”
Terör ve savaş meselelerinden sonra şimdi de seçim ve AB. TBMM Genel Kurul’da 449’a karşı 62 oy gibi ezici bir çoğunlukla 3 Kasım 2002’de erken seçime gitme kararı alındı. Savaş olsa bile seçimin ertelenmesine gidilmeyeceği görüşü de ağır basıyor. Böyle bir durum olursa, seçim sandıklarını yerleştireceğimiz noktaları iyi planlamamız gerekcek sadece, o kadar: Korku, dehşet ve sefalet içindeki yüzbinlerce Arap, Kürt, Türkmen göçmeni oturttuğumuz İDTP’ler ve çadırkentler dışında bir yerlerde kuracağız sandıkları tabii, bir de ABD’nin uçak ve roket fışkırttığı üslerden mümkün olduğu kadar uzak ve âsude yerlerde...
“Seçim tamam, sıra AB’de” diyor Radikal, Zaman, Hürriyet gazeteleri. Türkiye’nin “nefesini tuttuğunu”, uyum paketini beklediğini de ilâve ediyor bazıları. Bazıları da “gözler”imizin AB’ uyum yasalarında olduğunu. Halihazırda iktidar koalisyonunun ortağı ve en büyük partisi olan MHP’nin, tam bir “anamuhalefet” gibi Meclis kürsülerinde kampanya yaptığı ilginç bir ortamda AB tartışılıyor. Öte yandan, sabırsızlıkla beklediğimiz Derviş”in nihayet tatilden döndüğü, ama sabrettiği, istifada ve fikrini ve zikrini açıklamakta hiç acele etmediği, sadece “arayışını sürdüreceği” de tefrikacılarınızın “gözler”inden kaçmadı elbette. Çünkü, zaten, oncağızların da bu “eyyâm-ı bâhur”da kan ter içinde peşinde koştuğu şey, Derviş’in peşinde koştuğundan, yani hakikatin ta kendisinden başka nedir ki?
Devamı yarın...