No.134 - Sınavlar, kazalar, seçimler, duvarlar...

-
Aa
+
a
a
a

Merhaba kâinat!

Pazar günü, 3 saat boyunca, 1 milyon 540 bin 405 üniversite adayı, Öğrenci Seçme Sınavı’na (ÖSS) girdi. Gazetelerdeki fotoğraflarında, kimisinin önünde bir şişe su, kimisinin önünde sadece bir silgi ve birkaç kalem olduğu halde, tamamen içe dönmüş bakışlarıyla ve derin düşünceler içinde, soruları çözmeye çalışıyorlar. Fotoğraflardan bile anlaşılıyor salonlarda çıt çıkmadığı... Bu, 1.5 milyonu aşkın öğrenciden sadece 177 bin 26’sı üniversiteye girmeye hak kazanacak. Yani girenlerin yaklaşık yüzde 11’i. Geri kalanların bir kısmı bir defa daha deneyecekler, sonra bir defa daha ve belki bir defa daha... Denemeyenler, üniversite rüyasına veda edecekler. Üniversite okuyamamış olmak, hayatlarının çeşitli dönemlerinde az ya da çok bir ayrım vesilesi olarak çıkacak karşılarına. Eğitimde fırsat eşitsizliğinin günün birinde bir toplumsal patlamaya yol açabileceğini belirtmiş uzmanlar. Üniversiteye girebilen liselilerin oranı 1930’lu yıllardan günümüze, yüzde seksenden başlayıp yüzde kırkların altına kadar gerilemiş. Her sene, ÖSS vesilesiyle Türkiye’de eğitim sisteminin neredeyse müflis bir halde olduğu tekrarlanır ya, belki de ÖSS’nin senede bir devreye giren sivil bir uyarıcı olduğunu bile düşünebiliriz.

Daha önceki senelerde, olması hayal bile edilemeyecek bir şey olmuş ve sorular çalınmıştı. Bu sene ise ‘acaibat’ın doruğuna çıkıldı diyebiliriz: “Özel ders verdiği kız öğrencisinin yerine, ÖSS’ye kadın kılığında girmek isteyen bir kişi yakalandı.” (Cumhuriyet).

Adaletsizliğin, fırsat eşitsizliğinin erkeği erkekliğinden, kadını kadınlığından, kısacası insanı insanlığından çıkardığının daha müşahhas bir örneği bulunabilir miydi acaba?

Geçen hafta sonu, üniversiteye girmeye çalışanlar kadar, bir kısım üniversite öğrencisi için de sıkıntılı geçti. Cumartesi gecesi, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinden bir grup, mezuniyet kutlamaları için Boğaz’da tekne gezisi yaparlarken bir yük gemisi tarafından biçildiler. Öğrencilerden ve mürettebattan birer kişi öldü. Söylenenlere bakılırsa Boğaz trafiğinin yer yer E-5’den bile daha yoğun bir hal alması, bu tip kazaların artacağı anlamına geliyor. Sürat motorları, dolmuş motorları, balıkçı tekneleri... “Gemiler bunların arasından slalom yapmak zorunda kalıyor,” demiş Türkiye Denizcilik İşletmeleri Genel Müdürü Erkan Arıkan.

Haftanın ilk günü ağzımızı keyifli haberlerle açamadığımızın farkındayız; devam edelim öyleyse. Radikal gazetesi manşetten tespit etmiş: “Türkiye deprem uykusunda.” TÜBİTAK Marmara Araştırmalar Merkezi Müdürü Prof. Naci Görür, depremin görmezden gelindiğini ve deprem öncesinde alınması gereken önlemlerin hiçbirinin alınmadığını belirtmiş. Ulusal Deprem Konseyi Başkanı Prof. Tuğrul Tankut da, büyükşehirlerde belediyelerin ve valiliklerin ortak program hazırlamasını, çalışmalar için gerekli kaynağın yaratılmasını istemiş. Deprem konusunda akıl almaz bir basiretsizlik var sanki. Yoksa da, olmadığına dair doyurucu malumat sunulmuyor kamuoyuna. Kaynak var mı, yok mu; tatminkâr projeler üretiliyor mu, üretilmiyor mu, bunları kim denetliyor, belli değil. Üstelik bu konudaki belirsizliğin Başbakan Ecevit’in rahatsızlığıyla da ilgisi yok. 17 Ağustas 1999’dan beri depremle yatıp depremle kalkıyoruz ve korkumuz geçmiş değil. Prof. Mustafa Erdik, CNN Türk’te, önümüzdeki otuz yıl içinde deprem olasılığının yüzde 70 olduğunu söyledi. Bu depremin 45 – 55 bin kişinin ölümüne ve en az 150 bin kişinin (hastaneye kaldırılmalarını gerektirecek şekilde) yaralanmasına neden olacağını da belirtti.

Fransa’da seçmenlerin yüzde 40’ı gitmedi sandık başına ve Chirac’ı beş senedir fena halde rahatsız eden kohabitasyon nam ucube ortadan kalktı. Sağcı Chirac, ortanın solunda bir başbakanla çalışıyor ve bunun adına kohabitasyon deniyordu. Şimdi, Fransa’da sağın kâhir ekseriyetle iktidara gelmiş olduğuna tanık oluyoruz. 1997 senesinde parlamento seçimlerini kazanan Sosyalistler’in sandalye sayısı da 150’ye gerilemiş bulunuyor. Tamamen silinmedi sosyalistler, ama şapkayı önlerine koyup düşünmenin zamanı gelmiş midir acaba? Chirac’ın hedefleri biliniyor: vergi indirimleri, kamu hizmetlerine çeki düzen verilmesi, emekli maaşlarının düzeltilmesi ve suçla mücadele. Bunlar hangi yollarla gerçekleştirilecek, göreceğiz.

İyi haber tamamen yok değil. Ortadoğu sorunu galiba ‘çözüldü’. İsrail, Filistinli militanların kendi topraklarına sızmalarını önlemek üzere dev bir parmaklık ya da duvar örmeye başlamak üzereymiş. Duvarın nereden nereye uzanacağı henüz tam olarak bilinmiyormuş. Şimdilik, Cenin, Tulkarim ve Kelkilya’yi diğer İsrail şehirlerinden ayırması planlanıyormuş ve planın ilk aşamasında uzunluk 110 km. olarak belirtilmiş. Daha da iyi haber şu ki, İsrail halkının yüzde 80’i böyle bir duvarın dikilmesine taraftarmış.

Devamı haftaya...