Merhaba kâinat!
Türkiye basınının bir bölümünde manşetler, coşkulusundan mutediline bir sıralama yaparsak aşağıdaki gibiydi:
Akşam: 2. Kore Zaferi
Hürriyet: Türk Coşkusu
Sabah: Çıktık Açık Alınla
Yeni Şafak: İnancın Zaferi
Milliyet: Dünya Varmış
Radikal: Milliler Küllerinden Doğdu
Cumhuriyet: Türkiye Tek Yürek Oldu
Zaman: Türkiye Zoru Başardı, Yer Gök Kırmızı-beyaz
Milli Takım’ın Dünya Kupası’nda tur atlaması ve bunun biraz da sürpriz olarak gelmesi sevinçle karşılandı. Hele hele bazı gazetelerin birinci sayfalarında, ay ile yıldızın gökyüzünde yan yana gelmelerinin yorumlanışı ömre bedeldi. Sabah’tan okuyalım: “Kore’de yazdığımız destan gece göklere de yansıdı. Ay ve yıldızın bir araya gelmesini izleyenler kısa bir şaşkınlıktan sonra ‘Bakın doğa da bizimle. Sanki bayrağımızın simgesi ay ve yıldızı sembolize ederek zaferimizi kutluyor’ dediler.” O kadar güzel ki; şaşkınlığın kısa sürmesi ve bu semavî mucizeye hemen adapte olunabilmesi güzel, izleyenlerin hep bir ağızdan aynı uzun cümleyi kurabilmeleri güzel, nücum ilmine bu müşterek vukuf güzel, bütün bunların gazeteye bu kadar inandırıcı bir üslupla aksetmesi güzel...
Zafer sevinciyle beraber borsanın yükselmesi ve doların düşmesi de güzel. Yüksek moral en büyük iyileştiricidir çünkü. Sahiden. Yoksa, Devlet Bakanı Kemal Derviş’in, Türkân Sabancı’nın “Nasılsınız?” sorusuna verdiği, “Çok sıkıldım ve yoruldum,” cevabı, Milliyet’in ilk sayfasında küçücük bir haber olarak kalabilir miydi acaba? Derviş’in yorulmasına ve sıkılmasına neden olan olaylar, ertesi güne sarkmayan kutlamaların nedeninden daha eski, daha etkin galiba.
Güzel olan bir şey daha vardı; Hürriyet’te Latife Tekin zaferi yazmıştı. Yazarların, sanatçıların, derin gözlem güçleriyle toplumsal olayları yorumlamaları öteden beri ilginç ve öğretici olmuştur. Onları ilgilendirmeyeceğini düşündüğümüz bir konuyla ilgili olarak öyle bir yaklaşım getirirler ki gündelik olanın sırrının sıyrılışına şahit olur ve hayran kalırsınız onlara. Marquez de mesela, Shakira ile bir söyleşi yapmış geçenlerde. Tekin’in yazısını yutarcasına okuduk:
SEUL’DE ÖLÜM YOKMUŞ
Şaşkınlık! Hamile Koreli bir kadın... Koreli kadınlar çocuklarıyla maça gelmişler. Yanaklarında ay-yıldızlı dövmeler. Koreli bir genç, ‘‘Tanrı Türkiye'yi seviyorum’’ yazısını kolye gibi boynuna asmış.Stadyum gökyüzüne yakın... Ta yukarıda gezinen adamlar polis olmalı. Çim saha -edebiyatçı benzetmesi olmasın- yeşil bir göl gibi uzanıyor aşağılarda. İçimden, Türklerin oturduğu tribüne gidebilsek diyorum. Skorbord’da Şenol Güneş çırpınıyor. Ekranda haykıran yüzünü görmek ağır etkiliyor insanı.Çinliler’in kalesine hücum ediyoruz. Lunaparkta korku trenine binmiş gibiyim. Çığlıklar birden öyle yükseliyor ki, sussalar keşke... Hani tam kalenin ağzına gelmişken ne demeye haykırıyorlar böyle. Top İlhan Mansız'da. Bu sesleri unutarak oynamak zor, çok zor...Sonra o gol, üçüncüsü... Yalnızca gol atıldığında bağırılan sessiz bir stadyumda maç izlemek nasıl olurdu diye düşünüyorum. Düşünmeyi bırakıp havalara sıçrıyorum. Tur atladık. Bizimkiler Japonya'ya gidiyor. Biz de Japon lokantasına gidip Çinli edebiyatçılara yemek ısmarlayalım...
Futbol bahsini burada bırakıyoruz şimdilik.
Birbiri ardına gelen araştırmalar ve raporlar, buzullardaki erimenin bugüne kadar belirtilenlerden de hızlı olduğunu belirtiyor. Science dergisinde yer alan bir çalışmada, erimenin yılda 4 ile 40 metre arasında değiştiğini koymuş ortaya.
Öte yandan New Scientist dergisinde yer alan bir başka araştırmada ise Sahra’nın güneyindeki kuraklığın nedeninin, Kuzey Amerika ile Avrupa’daki fabrikaların ve elektrik santrallerinin yarattığı kirlilik olabileceği belirtiliyor. Uzun ve karmaşık bir süreç bu. Sanayileşmiş ülkelerin gaz salınımının, iki yarımküre arasındaki termal denge hattını güneye doğru ittiğini ve güneye kayan hattın da yağmur bulutlarını ittiğini belirtiyorlar uzmanlar. Bu konuda kesin bir hükme varmanın henüz erken olduğunu söylüyorlar, ama asıl sorun böyle bir ihtimalin artması halinde nasıl bir çare bulunacağının bilinmemesiymiş.
Dünyada mutad iyi gelişmeler devam ediyor:
Stockholm Uluslararası Barış Araştırma Enstitüsü’nün (SIPRI) yıllık raporuna göre, Rusya konvansiyonel silah satışında ABD’nin tacını elinden almış. Son beş yıldır, altı kat daha fazla silah satıyormuş Rusya. Türkiye ise en çok silah satın alan dördüncü ülkeymiş.
Roma’daki Dünya Gıda Zirvesi, Berlusconi İtalya-Meksika maçını seyredeceği için iki saat erken bitmiş. Zaten dedikodulara bakılırsa fakir ülke delegasyonları da zamanlarının büyük bir kısmını alışverişe, pahalı restoranlara, ezcümle ‘dolce vita’ya ayırmışlar ve zirveden kaydadeğer hiçbir sonuç çıkmamış.
Avrupa Birliği ülkelerinin adalet ve içişleri bakanları, yasadışı göçü engellemek üzere bir plan taslağı hazırlamışlar ve bunu gelecek hafta İspanya’daki bir zirvede destekleyeceklermiş. Ancak, bu gündemin aşırı sağın etkisiyle hazırlanıp hazırlanmadığı da ciddi bir merak konusuymuş bazı ülkeler arasında.
Devamı haftaya...