Merhaba kâinat!
Fransa’da, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda, yaklaşık 5 milyon oy alarak demokrat kesimin yüreğini ağzına getiren ve de sinirlerini ayağa kaldıran ırkçı aday Jean-Marie Le Pen, Başkan Jacques Chirac’ı televizyonda bir münazaraya davet etmiş. Chirac ise Le Pen’in hoşgörüsüzlüğünü ve nefretini gerekçe göstererek böyle bir karşılaşmanın imkânsız olduğunu dile getirmiş.
Fransız basınının yanı sıra İtalyan basını da neredeyse hep bir ağızdan Le Pen’in oylarındaki yükselmeyi konu edinmişti. Belki de ‘Le Pen sana söylüyorum, Berlusconi sen anla’ kabilinden...
Fransız basınına dönersek Liberation gazetesi, “kendilerini hükumet tarafından terk edilmiş, devletin hizmetlerinden mahrum bırakılmış ve siyaseten unutulmuş” hisseden toplum kesimine dikkat çekiyor. Gazete, Le Pen’in son başkanlık seçimlerine nazaran oylarındaki artışın azlığını da vurgulamış. La Tribune gazetesi, bedbinlik içindeki işsizlere ve hayatta amacı olmayan gençlere umut verecek yeni bir “toplumsal proje”nin gerekliliğine işaret ederek silkinmenin zamanı geldiğini yazmış. Le Monde gazetesi de Avrupa’da sosyal demokratların üst üste yenilgi aldıklarını hatırlatmış ve aşırı-sağcı politikaların göç sorunundan iyi beslendiklerini belirtmiş.
Manzara biraz ortaya çıkmaya başlıyor galiba. Parisli bir seçmen demiş ki, “Faşizme tamamen karşıyım, ama göçmenleri evlerine göndermek konusunda Le Pen’in haklı olduğunu düşünüyorum.” Yani, Fransa’da, kafalardaki faşizme ilişkin tasavvura oy vermedi insanlar; Doğu’dan ve Güney’den gelen ucuz emeğin, işlerini ellerinden almalarından korktular. Gazetelerin de bir anlamda söylediği gibi, süregiden politikalara yönelik tepki oyları Le Pen’in vücudunda tecessüm etti. O kadar kuvvetli ki bu tepki, Le Pen’in başkanlığa gelmemesi için bütün oyların Chirac’ta toplanması çağrısı yapılıyor şimdi. Paris Belediye Başkanlığı dönemine kadar uzanan yolsuzluk iddialarının hedefi olan Chirac’ta. Kısacası, yolsuzluk ırkçılığa tercih ediliyor şimdilik.
Pekalâ, ne olacak bundan sonra? Bütün göçmenleri sınırdışı eden sağcı Avrupa yönetimleri sınırlarını kapatıp izole mi olacak yoksa yasak olmasına rağmen kaçak işçi çalıştırılmasını görmezden mi gelecek? Yeni projelere ihtiyaç olduğu açık. Aksi takdirde, nüfusunun yüzde 40’ının siyasi iradesinin parlamentoya yansımadığı Fransa’da, Ulusal Cephe’nin birkaç sene içinde birinci parti olmasına uzak bir ihtimal olarak bakılmıyor.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu da, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı için verilen resepsiyonda, “Türkiye’de de benzeri oldu,” diyerek bu konuya temas etmiş. “O zaman gerekli hassasiyeti göstermeyenler, iğnenin ucu kendilerine batacak gibi olunca birdenbire heyecana kapıldılar.”
Bir heyecan da, en azından ‘bir kısım medya’da, RTÜK yasa tasarısıyla ilgili olarak sürüyor. Yeni Şafak gazetesi, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in söylediklerini manşet haberinde duyurmuş: “Ben RTÜK yasasını veto ettiğimde, Sayın Başbakan ile görüşmemde bu yasayı kendi içine sindiremediğini, doğru yaptığımı söylemişti.” Yine aynı gazeteden öğrendiğimize göre, Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan, ANAP Lideri Mesut Yılmaz’a, “RTÜK kanununa öncelik verelim,” demiş. Hükumet ortaklarının, yasa tasarısını veto edilen haliyle bugünlerde Meclis Genel Kurulu’na getirmeleri bekleniyormuş. Hayırlı, uğurlu, kademli olması temennisiyle...
Fransa’daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunun heyecanı yüzünden Ortadoğu son birkaç gündür gündemden düşer gibi olduysa da ilginç bir gelişmeden bahsetmeden geçemeyeceğiz. Malum, Cenin’de yaşananların derecesi bütün uluslararası toplum için muamma olma özelliğini koruyordu. Sonunda, Birleşmiş Milletler’den bir heyet Cenin’e gitmeye ve durumu yerinde görmeye karar verdi. Ancak, İsrail birdenbire söz konusu heyetin gelmesine itiraz etti. Sebep: Heyette yeterli sayıda askeri uzman bulunmuyormuş. İsrail, uluslararası bir heyette kimlerin bulunup bulunmayacağını aşağı yukarı tespit edebildiği gibi, heyetin ne zaman hareket edeceğini de söyleyebiliyor. Neyse... Bu arada, İsrailli yetkililer özel konuşmalarında bu gerekçenin sadece bir kılıf olduğunu; asıl sıkıntının heyette bulunan Kızılhaç Uluslararası Komitesi eski Başkanı Cornelio Sommaruga ile BM Mülteciler Yüksek Komiserliği eski Başkanı Sadako Ogata’dan kaynaklandığını belirtiyorlarmış (Guardian). Her iki ismin de, insan haklarının öncelik bulduğu geçmişleri nedeniyle Filistin’den yana tavır almasından pek çekiniyorlarmış İsrailliler... Her nedense isminin açıklanmasını istemeyen bir Beyaz Saray yetkilisi ise BM heyetinin gitmesi kararını desteklediklerini söylemiş, ama bu destek İsrail’i etkilemişe benzemiyor pek.
Beyaz Saray da çok meşguldü son zamanlarda. George Monbiot, Guardian gazetesindeki köşesinde, Amerikan tarzı diplomasiyi ele almış ve biraz da haber takibi yapmış. Kendisinden öğrendiğimize göre, geçen Cuma günü ABD hükumeti, BM’nin Hükumetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin Başkanı Robert Watson’ın görevden alınmasını sağlamaya muvaffak olmuş. Watson, bir süredir hükumetleri küresel ısınma meselesini ciddiye almamakla itham ettiği söyleniyormuş ve ithamlar petrol şirketi ExxonMobil’i çok kızdırıyormuş meğer... Hatta şirket Beyaz Saray’a, Watson’un ‘tatile çıkarılmasıyla’ ilgili bir andıç bile göndermiş. ABD, Pazar akşamı da Kimyasal Silahların Engellenmesi Örgütü’nün Jose Bustani’nin görevden alınmasını sağlamış (bunun böyle olacağını Monbiot belirtmiş, biz de size aktarmıştık). Ayrıca, BM’nin Silah Denetim Şefi Hans Blix hakkında CIA’ye soruşturma emri verildiğini de duyurmuştuk.
Bütün bunlar, ABD’nin bütün bu kendini izole etme çabaları, diplomatik çözüm yerine savaş seçeneğini daha görünür kılma girişimleri hiç de anlamsız değil, diyor Monbiot. Çünkü: “Savaş devletin kendini yeniden meşrulaştırmasına yardımcı olur. Savaş, devletin küçültülemeyecek tek işlevidir.”
Devamı yarın...