The Guardian, 24 Aralık 2002 (Noel)
Kış gündönümünü Hıristiyanlar paganlardan çaldı; kapitalizm de onu Hıristiyanlardan çaldı. Ama kutlama âyinlerinin bir özelliği, büyük miktarlarla et tüketme özelliği hep aynı kaldı: Bu uygulama bir zamanlar mantıklıydı. Güzün, otlar kurumazdan önce kesilen hayvanlar, bu sıralarda artık çürümeye yüz tutmuş olurdu; açlık çeken şişman insanlar da bir üç ay daha işi götürmek zorundaydı. Oysa, bugün, bunun tam aksine bir sorunla yüzyüzeyiz: Tıkınmadan sonraki üç ayı, bunun etkilerini gidermeye uğraşmakla geçiriyoruz.
Mevsimlik aşırılıklarımız pekâlâ sürdürülebilir olurdu -- eğer aynı şeyi yıl boyu iki haftada bir biteviye tekrarlamıyor olsaydık. Ne var ki, zenginler dünyasının ölçüsüz alım gücü yüzünden, çoğumuz her Allah’ın günü kendine bir ziyafet çekebiliyor. Bu da olurdu pekâlâ – eğer bitimli bir dünyada yaşamıyor olsaydık.
Yediğimiz hayvanların birçoğuna kıyasla hindiler nispeten verimli birer dönüştürücüdürler: hindilerin bir kilogram hububat karşılığında bize verdikleri et miktarı, yemle beslenen sığırlara oranla üç kat fazladır. Ama, hindi yemekten huzursuz olmamız için hâlâ bir yığın sebep kalıyor geriye. Hindilerin büyük çoğunluğu zifiri karanlıkta, hareket edemeyecekleri kadar daracık yerlerde tıklım tıkış beslenip büyütülüyor. Birbirlerini yaralamasınlar diye gagaları kızdırılmış bir bıçakla sökülüp atılıyor. Noel [ve yılbaşı] yaklaşırken o kadar ağırlaşıyorlar ki, kalçaları bel verip bükülüyor. Hindi kızartması satılan yerlerin iç kısımlarına bir göz attığınızda, Avrupa medeniyeti hakkında çok ciddi şüpheler duymaya başlarsınız.
Dünyada üretilen hububatın yarısı çiftlik hayvanlarına
Birçok kişinin Noellerde kırmızı ete dönmelerinin sebeplerinden biri bu. Dana ve sığır sürüleri, daha mutlu hayvanlarmış gibi görünüyorlar. Ama hayvan huzur ve refahında sağlanan ilerleme, insan huzur ve refahındaki kayıplara denk düşüyor. Dünya, hem insanlarına hem de çiftlik hayvanlarına yetecek kadar yiyeyecek üretiyorsa da, 800 milyon civarında insan (büyük ölçüde, iyice yoksul olmalarından dolayı) yetersiz beslenme çekiyor. Fakat, nüfus arttıkça, dünya yüzündeki yapısal kıtlık ancak bir şekilde önlenebilir; o da zenginlerin daha az et yemeye başlamaları halinde. 1950’den bu yana çiftlik hayvanlarının sayısı 5 katı artmış durumda: günümüzde insan başına üç hayvan düşüyor. Çiftlik hayvanları daha şimdiden dünyada üretilen hububatın yarısını tüketiyor ve bunların sayısı hâlâ eksponansiyel (üstel) olarak artmaya devam ediyor.
Dünyayı besleyeceği iddia edilen biyoteknolojinin, yiyecek yerine yem üretecek şekilde yayılmasının sebebi de bu işte: Gen teknolojisi yoluyla çiftçiler, insanı hayatta tutmaya yarayan hububat üretmek yerine, daha kârlı olan hayvan yemi üretmeye geçebilecekler. Çok değil, 10 yıl gibi kısa bir süre içinde dünya bir seçim yapmak zorunda kalacak: Ekilebilir topraklar ya dünya yüzündeki hayvanları beslemek için kullanılacak ya da dünya yüzündeki insanları beslemek için. İkisini birden yapması olanaksız.
Yaklaşan kriz, hem fosfatlı gübrenin hem de mahsulü yetiştirmek için kullanılan suyun azalması yüzünden keskinleşecek. Tarım uzmanları David Pimental ve Robert Goodland’in yaptığı araştırmalara göre, tükettiğimiz her kilo et, yaklaşık 100,000 litre su kullanılmasını gerektiriyor. Yeraltı su kaynakları dünyanın dört bir yanında kurumaya başladıysa, bu, büyük ölçüde, çiftçilerin bunları tüketmesinden dolayı.
Dünya üzerindeki tahıl üretiminin bitimli olduğunu kavramaya başlayan insanların birçoğu, vejetaryen olmakla karşılık verdi. Ama, süt ve yumurta tüketmeye devam eden vejetaryenler, ekosistem üzerindeki menfi etkilerini pek azaltmayı başaramadılar. Mandıra ürünleri ve yumurta üretmenin dönüşüm verimliliği genel olarak kasaplık hayvan üretiminden daha yüksek. Bununla birlikte, şu anda sığır eti yiyen herkes, et yerine peynir yemeye başlasaydı; bu ancak dünya çapındaki kıtlığı sadece biraz ertelemekten başka bir işe yaramayacaktı. Hem sığırlar hem de kanatlı hayvanlar genellikle balık yemi ile beslendiklerinden (ki, bu da kimsenin peynir yiyip balık yemediğini iddia edemeyeceği anlamına gelir), salt mandıra ürünleri yemek, bir bakıma, kıtlığı hızlandırabilir de. Etten peynire geçiş, hayvanların huzur ve refahında müthiş bir gerilemeye de eşlik edecektir: Muhtemelen, entansif olarak yetiştirilen ızgaralık piliçlerle domuzlar dışında, istiflenmiş halde büyütülen piliçler ve sütleri için beslenen ineklerin, en çok ıstırap çektiği görülen çiftlik hayvanları olduğu söylenebilir.
Tabii, sülün yiyebiliriz. Çoğu avlandıktan sonra soluğu çöplüklerde alan ve yılın bu mevsiminde fiyatları 2 sterline (3.5 dolara) kadar inen sülünleri. Ne var ki, pek çok insan, ağızları konyak kokan avcıların kana susamış zafer naralarını desteklemiş olmaktan rahatsız olacaktır. Tahılla beslenen sülünlerin yenmesi, ancak, arzla talebin buluştuğu noktaya kadar sürdürülebilir bir şey. Balık da yiyebiliriz, ama ancak, deniz ekosistemlerinin çökmesine ve – Avrupa balıkçılık filoları Batı Afrika kıyıları açıklarındaki denizleri yağmalarken – dünya yüzündeki en aç insanların açlıktan gebermesine katkıda bulunmaya kendimizi hazır hissediyorsak. Şu sonuca varmamak pek mümkün değil: Sürdürülebilir ve sosyal açıdan adil olan tek seçenek, zengin dünya sâkinlerinin, tıpkı dünya insanlarının çoğu gibi, geniş anlamda vegan olması.Yani, sadece Noel [ya da yılbaşı] gibi özel durumlarda et yemesi.
Bir “etobur” olarak ben, uzun zamandır veganlığı, hayvanların ıstırap çekmesine bir cevap ya da bir sağlık modası olarak değerlendirme kolaycılığına kaçtım. Ama, şimdi bu rakamlarla yüzyüze kaldığımda, veganlığın, muhtemelen dünyanın en âcil sosyal adalet meselesine yegâne etik cevabı oluşturduğu, gözüme en basit gerçeklik gibi görünüyor.
Biz midelerimizi doldururken, yoksulları da hindi gibi dolduruyoruz.
Çeviren: Ömer Madra