8 Haziran 2004Nejat Eslen*
Avrupa'yı Alman işgalinden kurtarmak için 6 Haziran 1944 tarihinde Normandiya sahillerine çıkan ABD birlikleri, son ciddi Alman direnişini Ardennes'te kırdıktan sonra Berlin istikametinde hızla ilerlediler.
ABD ordu komutanı Patton'un birlikleri 1945 yılının mayıs ayı başlarında, Berlin civarında, Alman ordusunu batı istikametine süren Kızıl ordu Komutanı Mareşal Zukov'un birlikleriyle karşılaştığında, general Patton amirlerinden, Almanlardan sonra Rusları da püskürtmek için izin istedi. Patton'un isteğini anlamsız bulan politik yetkililer, çok geçmeden Patton'un haklı olduğunu düşünmeye başladılar. Çünkü, savaş bittikten sonra ABD ve müttefikleri, birliklerinin büyük bir kısmını dağıtırken ve askerlerini terhis ederken Sovyetler, benzer bir davranışta bulunmadıkları gibi kurtarmak amacı ile girdikleri Doğu Avrupa ülkelerine de işgalci bir güç olarak yerleşti.
Çok geçmeden iki ayrı ideolojiyi ve ekonomik sistemi temsil eden Avrupa ülkeleri bir 'demir- perde' ile ikiye ayrıldı, Sovyet askeri gücü ve niyetleri Batılılar tarafından bir tehdit olarak algılandı ve 'Soğuk Savaş' başladı. Bütün bu gelişmelerin neticesi olarak 1949 yılında NATO, bu yeni tehdide karşı Avrupa'yı savunmak amacıyla kuruldu.
NATO'nun kuruluş amaçları
Kuruluş yıllarında, üstün Sovyet konvansiyonel askeri gücüne karşı NATO savunma stratejisini, o zaman ABD'nin tekelinde bulunan nükleer silahların, saldırı durumunda kitle halinde kullanılması esasına dayandırdı.
1960'lı yıllarda, Sovyetler'in nükleer silah yeteneklerini ve ABD topraklarını hedef alabilecek balistik füzelerini geliştirmesi ile ABD ve NATO, stratejilerini gözden geçirmek zorunda kaldı. Yeni strateji, saldırı halinde önce konvansiyonel güçle direnmeyi, başarılı olunamaması durumunda ise harekât alanı ve stratejik nükleer silahların kademeli olarak kullanılmasını öngörüyordu. Nükleer silahların ortaya koyduğu 'dehşet dengesi' sıcak savaşı önleyerek bloklar arasındaki yumuşamayı gerçekleştirdi ve barışın garantisi oldu. 1989 yılında 'Berlin Duvarı'nın çökmesi ile birlikte Soğuk Savaş sona erdi. Soğuk Savaş'ın sona ermesi ile birlikte, Avrupa'yı savunmaktan sorumlu NATO'nun misyonu da sona ermişti. 1991 yılında ise Sovyetler Birliği dağıldı ve ABD küresel tek süper güç olma avantajını kazandı. 1993 yılında tek küresel güç ABD'nin küresel amaçları için ortam hazırlamakla görevli ideolog S. Huntington, İslam ülkelerinin topraklarındaki enerji kaynaklarını ele geçirmek için 'medeniyetlerin niçin savaşacağını' açıklarken, Fukuyama ise, 'Batı değerlerinin galip geldiği ideolojik savaşın bittiğini ve bu nedenle de tarihin sona erdiğini' açıkladı.
Bir başka ideolog Z. Brezezinski ise İslam ülkelerinin enerji kaynaklarını ele geçirme projesinin jeostratejik haritasını çizdi.
Soğuk Savaş sonrası
Soğuk Savaş'ın bitmesiyle misyonu da sona eren NATO varlığının nedenini kanıtlayacak çareler aramaya başladı. NATO, 1991 yılında hazırladığı yeni stratejik konseptte, Avrupa'nın artık büyük çaplı bir konvansiyonel tehdit karşısında olmadığını açıklarken, nükleer silahların, istikrarsızlıkların ve belirsizliklerin yeni tehdidi oluşturduğunu vurguladı. Artık NATO'nun yeni misyonu Transatlantik bağını idame ettirmek, Avrupa'da güvenli bir ortamı, istikrarı ve stratejik dengeyi sağlamak, barışı korumak ve krizleri yönetmekti. NATO, bu yıllarda henüz kendisine yeni bir sorumluluk sahası belirlememişti. Askeri-politik ortamı değerlendiren NATO, 1999 yılında zamanın şartlarına göre stratejik konseptini yeniden gözden geçirdi.
Yeni konseptte, belirsizlikler, istikrarsızlıklar, organize suçlar, kitle imha silahlarının yayılması, nükleer silahlar ve teknolojinin yaygılaşması yeni tehditler olarak zikredilirken, ilk defa terör ve'yaşamsal kaynakların kesilmesi' de tehdit olarak algılandı.
Avrupa-Atlantik güvenliğinin sağlanması, caydırma ve savunma, dayanışma, kriz yönetimi, ortaklık, işbirliği, diyalog, genişleme, askeri yeteneklerin geliştirilmesi, silahların kontrolü ve silahsızlanma ise NATO'nun yeni temel görevleri olarak belirlendi. George Bush'un ABD Başkanı seçilmesinden kısa bir süre sonra ABD'de önce 'uçaklar kulelerle çarpıştı'; sonra 'medeniyetler çarpışmaya başladı'. Medeniyetler çatışması ilk önce Ortadoğu enerjisinin Hint Okyanusu'na aktarılmasında, Çin'in batıdan, İran'ın doğudan kuşatılmasında ve Avrasya'nın tüm nükleer güçlerinin kontrol edilmesinde büyük bir jeostratejik değeri olan Afganistan'da 'terörle savaş' adına başlatıldı. Sonra, Ortadoğu'nun petrol rezervlerinin yüzde 16'sına sahip olan Irak, kitle imha silahlarını bulundurduğu bahanesi ile işgal edildi. ABD 'medeniyetler çatışması' örtüsü altında, Avrasya'nın enerji kaynaklarını ve enerji kaynaklarının ulaştırma hatlarını kontrole kararlıydı. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ile bu coğrafi saha, potansiyel petrol rezervleriyle önem kazanan Afrika'nın kuzeyini de kapsayacak şekilde genişletildi.
Şimdi, ABD, yeterli konvansiyonel gücü ve istikrar harekâtı için eğitilmiş birlikleri olmadığı için Afganistan'da ve Irak'ta zorlanıyor ve bu ülkeleri istediği gibi şekillendiremiyor. Medeniyetler çatışması ise ABD'nin arzu ettiği gibi gelişmiyor. Dünya, dijital tümenlere sahip 'Üçüncü Dalga' ABD ordusu ile 1.3 milyar toplam nüfuslu ve ABD'ye karşı her geçen gün biraz daha kinlenen İslam toplumunun 'birinci dalga' Arap gerillaları arasındaki mücadeleye sahne olurken yeniden 'iki kutuplu' bir karakter kazanıyor ve Arap gerillaları dünya savaş tarihinde ilk defa başlatılan 'küresel gerilla savaşının' örneğini veriyor.
Enerji kaynaklarını denetleme
Avrupa ülkeleri ise bir yanda, AB kapsamı içinde enerji kaynaklarına ulaşma yetenekleri olmadığı için ABD ile rekabet inisiyatifleri kullanamamanın sıkıntılarını yaşarken, diğer taraftan ABD denetimindeki NATO içinde Büyük Ortadoğu Projesi'ne sınırlı katkı ile küresel terörü üzerine çekmemeye çabalıyor.
İstanbul NATO zirvesi işte böylesine küresel bir ortamda gerçekleşecek ve NATO zirvesinde ABD, NATO üyesi ülkelerden küresel terörle mücadele etmek, petrolü olan ülkeleri 'özgürleştirmek' için daha fazla katkı isteyecek. Yani ABD, Büyük Ortadoğu Projesi'ni NATO'ya havale etmek, NATO'yu bu projenin taşeronu yapmak isteyecek.
NATO'nun bundan sonraki gayretlerinin ağırlık merkezi ise Afganistan olacak.
NATO, Balkanlar'dan çekeceği birliklerini Afganistan'a aktaracak, bu yeterli olmayacağı için ilave katkılar da istenecek. Ayrıca, muhtemelen Irak ve Kafkasya'daki durum, 'Akdeniz Diyaloğu' adı altında Büyük Ortadoğu Projesi'nin Kuzey Afrika'ya aktarılması, NATO-Rusya diyaloğu, NATO'nun kuvvet yapısının ve stratejik konseptinin gözden geçirilmesi, 'müdahale gücünün' kuvvetlendirilerek göreve hazır hale getirilmesi de zirvenin gündeminde yer alacak. Mevcut iç ve dış borçları nedeni ile IMF'ye bağımlı olan ve bu nedenle de bağımsız politikalar geliştirme ve uygulama yeteneğini kaybeden Türkiye ise NATO zirvesinden sonra, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün ifadesi ile 'Ulusal çıkarları gereği ve kendisi böyle istediği için Mehmetçiği Afganistan'a göndererek bayrak gösterecek!'
Türkiye'nin konumu
BOP içinde Türkiye'nin 'özgürleştirilecek' İslam ülkelerine 'model' olabilmesi için nasıl bir transformasyondan geçmesi gerektiği tartışılırken, medyada yer alan haberlere göre ABD İncirlik'e ilave olarak Türkiye'den hava üsleri ve Karadeniz'deki kaçakçılarla mücadele etmek için(!)
ise Samsun ve Trabzon gibi Karadeniz limanlarının kullanılmasını da talep edecek. Sahip olduğu enerji kaynakları nedeniyle Avrasya'da kendisine rakip olabilecek jeostratejik oyuncular arasında ayrı bir özelliği olan Rusya Federasyonu'nun, ancak ihraç edeceği petrol sayesinde güçlenebileceğini bilen ABD, Boğazlar'dan geçen petrol tankerlerinin sayısını tahdit etmek ve böylece Rusya Federasyonu'nun petrol ihracatını yavaşlatmak amacıyla NATO'nun İstanbul zirvesinde Montrö Antlaşması'nın tadil edilmesini de gündeme getirebilecek. ABD, 'Büyük Karadeniz Projesi' içinde Samsun ve Trabzon limanlarını ise 'Karadeniz'in kontrolü' amacı ile kullanmak isteyecek. Türkiye'yi yönetenler ise ABD'nin 'stratejik ortakları' oldukları ve yeni bir finansal kriz çıkmasını istemedikleri için, bu talepleri yerine getirecek.
*Nejat Eslen: Emekli tuğgeneral
http://www.radikal.com.tr/veriler/2004/06/08/haber_118688.php