Nasibim Oldu Bir Yudum Futbol

-
Aa
+
a
a
a

Hakikaten özlemişiz. Sadece sahanın içiyle değil, tribünlerdeki istikrarlı coşku ve cümbüşle, yine ''Avrupai hareketlere'' imrendik durduk. Futbol bir akşamlık da olsa tanrı-misafirliğine geldi ve sonra da ''evine döndü''. Ne maçtı, ne taraftardı, ne şölendi ama!

İstanbul, Çarşamba akşam+gecesi muhtemeldir ki bu zamana dek yaşanan en zevkli Şampiyonlar Ligi finaline tanıklık etti. Gecesi diyoruz, lakin maç bile bitmemek için direndi, ve gideceği son noktaya kadar gitti. Hoş, skor 3-3 olduktan sonrası maç genel atmosferinin aksine oldukça mutedil geçti. Milan ''çıkarması''na, dehşetli bir savunmayla karşılık veren Liverpool ''savunma''sı sonrası, psikolojisi dağılan iki cephe gibiydi iki takım. Velhasıl, bu maç ''catanacio'' krallığına vurulan en ağır darbelerden biri olarak anlatılacaktır uzun zaman herhalde. Bir İtalyan takımı 3-0 önde olduğu maçı, 6 dakikada iade ediyor...

''You'll never walk alone'' ("Asla yalnız yürümeyeceksin"); bir şarkı, bir slogan bu kadar mı gerçek olur, tribünde böylesi vücut bulur. ''Bu ne sevgi ah, bu ne ıstırap, zavallı kalpleri oldu harap'' derken, ''Red Army is marching'' ("Kızıl ordu yürüyor"), tribünden sahaya, inatla. Ve nihayetinde ''nasipleri oluyor bir yudum şarap'', ''Kızılların'' elinden ''sun''ulan. Hakikaten, imrendik! Dün akşam Liverpoollu olmak varmış, anasını satiim, İstanbul'da...

Bir arkadaş söylüyordu: ''Taksim bira kokuyor, adamlar nasıl içiyor öyle.''

 Hakikaten nasıl içiyorlardı, neredeyse 24 saatin tümünü içmeye, şarkı söylemeye ayırmışlardı. Yeni bir şey değil. İngiliz işçi sınıfının iki temel omurgası pub ve futbol kültürü. Öte yandan, yarım saatte bir bira içtiklerini tahayyül ettiğimiz Liverpool taraftarları, en iyimser hesapla, mideye 30 bira indirmişlerdir, herhalde. Saymak ayıp, ama mesele mühim.
 Taksim Meydanı, 25 Mayıs 

Özellikle, atılma anları değil de, çıkma anları Taksim'in alt ve üst yapıları için ciddi problemler yaratmıştır. Özellikle, üç bira içince gaz komasına giren cemaatin insanı olarak, düşünmeden edemiyorum, 30 ve üstü bira içen 25 bin İngiliz'in gaz kapasitesi miydi acep, Olimpiyat Stadyumu'nda maçı döndüren.. Düşünsenize, o kadar insan aynı anda, var güçleriyle... Neyse, Türk'ün aklı sürekli kaçıyor böyle detaylara işte...

Bu arada bizim renkli gazetelerden biri ''Fenerliler Liverpool'u, Galatasaraylılar Milan'ı tutacak'' diye uyduruk, kofti bir başlık atmıştı. Maçı izlerken, ''Yahu, bu ne şimdi 3-4 olursa, manşet gerçek mi olacak'' diye düşünmeden de edemedik. Öte yandan, memlekete adım atan her yabancı maddeyi bize benzeteceğiz ya; ''Yurt dışına gittiğinde, eline İngiliz bayrağı alıp da , ''England'', ''England'' diye zinhar bağırmayacak zihniyet, yapışıyor İngiliz'e, veriyor eline Türk bayrağını, bağırtıyor ''Türkiye'', ''Türkiye'' diye. Ondan sonra, allı-beyazlı medyamız basıyor manşeti ''Sempatik İngiliz''...Niye ki? Hakikaten nasıl bir kompleks bu. Aynı adam az sonra yorulacak, çişi gelecek bayrağı bir tarafa koyup, bir duvar dibine çakacak belki. Ondan sonra ne olacak. Aman ha orası Taksim Meydanı. Çok değil 5 sene önce, tam da o içtikleri yerde iki İngiliz genç yatıyordu, cansız. Zamanın bir -paçavrası- gazetesi de şöyle manşet atıyordu: ''Önce Sami Yen'i, sonra vatan toprağı öptürdük'' diye. Unutmayalım! Keza, Avrupa Şampiyonası finallerini alırsak, bu ''Sempatik İngiliz'' ve dahi diğer taraftarlar iki gün yerine, bir ay boyunca burada olacaklar. İşte o vakit, gaza gelmesi, galeyana gelmesi çok kolay olan memleket evladını kim tutacak. Adalet Bakanı da çıkıp diyor ya: ''Arkamızdan hançerliyorlar''. E birileri de çıkar, vatan-millet aşkına durumdan vazife çıkarır, alır eline hançeri...

Vay canına, ''Adalet'' bakanı ha!

 

 27 Mayıs 2005 tarihinde Birgün'de yayımlanmıştır.

 

(Bu yazının tüm hakları, yazarını ve ilk yayımlandığı kaynağı belirtmek kaydıyla ve kâr amacı gütmemek şartı ile, kullanmak isteyene aittir...)