Burçak Madran
İstanbul dergisinden “Sivillik” dosyası içinde İstanbul Müzesi ve Toplumsal Tarih Merkezi’ne ilişkin bir yazı talebi geldiğinde önce içim burkuldu. Uzun bir zamandır, gerek Darphane ile ilgili yasal sorunlar, gerekse ekonomik durum gereği bir kenarda durduğunu gördüğüm ve hâlâ Türkiye’deki en heyecan verici müze projesi olduğuna gönülden inandığım İstanbul Müzesi ile ilgili bir şeyler söylemeye, hele hele sivil inisiyatifler bağlamında konuşmaya ne kadar hakkım var diye düşündüm. Nitekim bu dönemsel unutulmuşlukta özür aramaya çalışmadan kendimi de suçlu görüyorum. Projenin ilk başlarından itibaren bir sivil toplum ürünü olarak planlanmış, sunulmuş içeriğinde, amaçlarında ve hedeflerinde sürekli vurgunun üzerinde olduğu “müzemizi birlikte kurmak” nosyonunu düzenli olarak yaşatamadığımız, bir anlamda İstanbul Müzesi’ne gerektiği kadar sahip çıkamadığımız için, bu yazının başlangıcında “sivil toplum ve müzeler” üzerine birkaç düşünceden önce sivil toplumun bir bireyi olarak suçluluğumu itiraf etmek istedim.
İstanbul Müzesi ve Toplumsal Tarih Merkezi kavramsal içeriği itibariyle 20. yüzyılın başından beri önce noktasal hareketlerle, yüzyılın ortalarından itibaren de giderek artan bir ivmeyle değişime yol açan “toplum için müzeler” sloganının proje olarak en iyi formüle edilmiş örneklerindendir diyebiliriz. Dünyada özellikle 1970’li yılların başından itibaren uygulanan “tapınak anlayışından forum paylaşımına” [1] mantığındaki müze yapılanmaları örneklerinin incelendiği, analiz edildiği ve ülkemiz gereksinimlerine uyarlandığı proje anlatımı, bir şeyleri baştan keşfetmek, yaratmak iddiasından uzak, yalnızca Türkiye’de öncülük etme arzusunda olan bir anlayış sunar. Projede “yapılacaktır” ile biten hemen her cümle, ortak bir emek, ortak bir çalışma, bir paylaşım algısıyla biter. Bu noktada İstanbul Müzesi projesi kapsamında kaleme alınan “Amaç, İlke ve İşlevler” belgesinden bazı maddeleri hatırlatmakta yarar var. İlkeler bölümünde yer alan maddeler:
İstanbul Müzesi, çalışmalarında barışçı ve demokratik bir tarih bilincini temel alacaktır. Dünya milletleri ve etnik, dinsel, kültürel gruplar arasında dostluk ve anlayışı geliştirmeye, farklı gruplara karşı "öteki"leştirici, şoven tutumları engellemeye, her düzeyde demokrasi ve katılımı kökleştirip yaygınlaştırmaya katkıda bulunmayı ilke edinecektir. İstanbul Müzesi, kenti, insanları, mekânları ve tarihsel malzemesi (eşyaları ve belgeleri) ile bir arada değerlendirmeyi, tarih boyunca İstanbul'u yalnızca bir coğrafi alan olarak değil, bir ekonomik, toplumsal, kültürel ve politik bütün olarak ele almayı ilke edinecektir. İstanbul Müzesi, çalışmalarını elit grupların toplumsal yaşamı ile sınırlamamaya, büyük kalabalıkların tarihsel hikâyesini araştırıp yansıtmaya, başta çocuklar, gençler, kadınlar, yoksullar olmak üzere, genellikle ihmal edilen alanlardaki çalışma boşluklarını gidermeye çaba gösterecektir. İstanbul Müzesi, tarih bilincinin geliştirilmesi ve tanıtım işlevlerini tartışma ve alışverişle gerçekleştirmeye, çeşitli düşüncelerin diyalog ve tartışmalarına açık bir forum olarak var olmaya ve varlığını sürdürmeye çalışacaktır. İstanbul Müzesi'nin tüm kurulma sürecinde potansiyel kullanıcı gruplarının, ilgili sivil toplum kuruluşlarının, başlıca özel sektör kuruluşlarının, merkezi ve yerel yönetim kurumlarının bu alandaki görüş ve ihtiyaçlarının saptanıp planlamada dikkate alınmasına çalışacaktır.Amaçlar bölümünde yer alanlar:
İstanbul Müzesi, İstanbulluların ve İstanbul'la ilgilenenlerin bir buluşma noktası ve kentin toplumsal tarihini ilgilendiren her alanda ortak kültürel üretim merkezi olarak, varlığı ile kentte yaşam kalitesinin yükseltilmesine katkıda bulunacaktır. İstanbul Müzesi, İstanbul'da yaşayanların ve İstanbul'la ilgilenenlerin, kentin temel gelişim süreçleri ile temel toplumsal yaşam alanları üzerine bilgilenme, diyalog ve tartışma taleplerine cevap verilmesine katkıda bulunacaktır. İstanbul Müzesi, geçmişte ve özellikle günümüzde yaşanan hızlı değişmelerin kavranması ve bu değişimlere cevap veren bir bilincin geliştirilmesinde değişik yaştan, cinsiyetten ve toplumsal, etnik, dinsel, kültürel kökenden kişilere yardımcı olmayı amaçlayacaktır. Böylece, kişilerin ve grupların kimliklerinin bilincine varmalarına ve karşılıklı anlayışın kökleşmesine, kent yaşamına katılımın ve geleceğe ilişkin aktif tutum alışın yaygınlaştırılmasına katkıda bulunacaktır. İstanbul Müzesi, İstanbul'da sivil toplum kuruluşlarının toplumsal tarihle ilgili her türlü çalışmasına, özellikle bir toplumsal hafıza ve arşiv oluşturmaya yönelik girişimlere, olanakları içinde en geniş çapta destek olmaya çalışacaktır. İstanbul Müzesi, İstanbul'un çeşitli semt ve ilçelerinde ve İstanbul dışında kalan kentlerde, benzer işlev ve amaçlarla var olan kuruluşlarla işbirliği içinde bulunacak ve yeni kuruluşların oluşup gelişmesine yardımcı olacaktır.Bunun gibi tanımlarla toplumsal katılımı, paylaşımı ve müzenin yapılanmasında sivil toplum katkısının önemini vurgulamaktadır. Yani sivil toplumun; “... devlet, iş dünyası ve aile arasına yerleşmiş bir dizi kurum, örgüt ve davranış tarzlarına karşılık gelir. Özellikle de gönüllü ve kâr amacı gütmeyen çok çeşitli örgütleri, yardım kurumlarını, sosyal ve politik hareketleri, diğer tarzdaki sosyal katılımları ve bunlara bağlı kültürel düzenlerle değerleri içerir" [2] şeklindeki bir tanımında anılan tüm birliktelikler İstanbul Müzesi’nin yaşama geçirilmesinde etkin ve işleyişinde katılımcı gruplardır.
Dünyada sivil toplum oluşumuyla müzeler arasındaki ilişki yoğun bir biçimde tartışılmaktadır. Müzelerin hizmet ettikleri topluma karşı olan yükümlülükleri, varlık nedenlerini ve işleyiş biçimlerini sorgulamak, yeniden değerlendirmek, gerek teorik olarak, gerekse uygulama anlamında gündemdedir. Bu noktada hâlâ gündemdedir demek daha uygun olacaktır; zira Batı'da müzelerin güncellikle ve katılımla ilişkileri çok önceleri sorgulanmaya başlamıştır. Yine bu cümleden ülkemizde konuyla ilgili sorgulamanın daha sonra başladığı düşünülmemelidir; çünkü Türkiye müzelerinde henüz böyle bir endişe güdüldüğü izlenememektedir. İşte bu yüzden İstanbul Müzesi’nin gerçekleşmesine temel olacak kavramlar bile henüz uygulanamadığı halde, bir an önce yaşama geçirilmesi konusunda çalışmalar yapmaya değecek ideallerdir.
1971 yılında yazılmış bir makalede, “... müzeler edilgen ve fazlasıyla uzmanlaşmış derinliği olan koleksiyonlarını güncel konulardaki büyük hareketlere katılımcı olma yolunda geliştirmelidirler. Yalnızca yeni yöntemler kullanmakla kalmayıp aynı zamanda da ırkçılık, maddi bolluk, yoksulluk, gecekondulaşma, işsizlik, uyuşturucu, kentlerin bozulması, dengesiz kentleşme, yetersiz eğitim gibi insanlığın tüm varlık gösteren yönlerini içeren karmaşık sorunlarla yüzleşmek için aracılık etmeli, çözümler bulmalıdır. Sergiler bu güncel sorunları tüm açıklığıyla gün ışığına çıkarmak üzerine kurgulanmalı, tarihten benzer durumlarla paralellikleri verilerek çağdaş olguların tarihsel olgularla ilişkilendirilmesi sağlanmalıdır. Ancak bu şekilde müzelerimiz geçmiş kuşakların diktasını izlemekten kurtularak değişimin rehberleri olabilirler" [3] uyarısı bugün artık kavramsal açıdan tartışma götürmeyen mutlak bir yönelim olarak birçok dünya müzesinde uygulama alanları bulmuştur. Sosyal tarih müzeleri, kent müzeleri, toplum müzeleri gibi başlıklar altında uzmanlaşmış müzeler geçmişle günümüz toplumları arasında bağ kurmakta, tüm varlık nedenlerini de sivil toplumun katkısında ve katılımında bulmaktadır. Daha basit bir mantıkla 30 yıl öncesi söylenenler bugün toplumun müzelere katkısına vakitlice ikna olmuş ülkelerde “gerçekleşmiştir”. Dolayısıyla da Türkiye’de bizim, “Amerika’yı yeniden keşfetmemize”, yani müze ve toplumun ayrılmaz bir bütün olduğunu konuşmamıza gerek olmamalıdır. Ama keşiflerin, belki daha mütevazı bir öngörmeyle “katkıların” sonu gelmez. Dolayısıyla dünyada neler olup bitiyor diye yazılanları karıştırdığımızda karşımıza çıkan müze-sivil toplum bağlantılı modellere İstanbul Müzesi’nin gerçekleşme süreçlerinde getireceği çok önemli bir “katkı” olduğuna inanıyorum. Bu katkının ne olabileceği konusuna bir önerme getirip tartışmaya açmadan önce konuyla doğrudan ilişkili bazı kaynaklarda söylenenlerden örneklemelerle, düşünceler dağarcığına kısa bir göz atmakta yarar olabilir.
21-23 Mart 1990 tarihleri arasında Smithsonian Enstitüsü’nde düzenlenen “Müzeler ve Toplumlar” başlıklı bir konferansta sunulan birbirinden ilginç onlarca makalenin toplandığı aynı adı taşıyan kitabın önsözünde Ivan Karp’ın [4] üzerinde uzunca düşünülmesi gereken bazı sivil toplum-müze yaklaşımları yer almaktadır: [5] “Müzeler ve toplumlar, içinde yaşamlarımızı şekillendirdiğimiz ve yönelimi doğrultusunda kimliğimizi belirlediğimiz sosyal varlıklar karmaşası olan ‘sivil toplum’un yalnızca bir bölümünü oluşturur. Sivil toplum, sosyal bilimler ve siyasal teoride sürekliliği olan bir başlıktır. Genel olarak sosyal ayaklanma dönemleri, zaman zaman ‘sivil toplumdaki bir kriz’ konuyu gündeme getirir ve toplum hakkında düşündürür. Son dönemlerdeki en iyi sivil toplum tartışmaları Antonio Gramsci’nin [6] sivil toplum ve siyasal toplum arasındaki işlevsel farklılıkları tanımlama tarzından esinlenmiştir. Gramsci’ye göre siyasal toplum kurumları baskı ve kontrol uygularken, sivil toplum var olan sosyal düzeni meşrulaştırmak için kültürel ve ahlaki sistemler üretimi üzerinden bir hegemonya kurar. Bu açıdan bakıldığında baskı ve denetimle gelen kültürel koşut hegemonyaya değin ilişkilerdir. Eğer Gramsci 1990’larda yazmış olsaydı, inanıyorum ki sivil toplumu hem hegemonya üretimi için bir alan, yani toplumun yönlendirme ve yönetim yolu olarak düşünsel ve ahlaki kararlar bütünü, hem de kimin hüküm sürme hakkı olduğu ve toplumdaki farklı kimliklerin tanımlanması üzerine iddiaların ispat edilmeye çalışıldığı bir alan olarak düşünürdü. İşte bu kitapta müzeler bu bağlamda algılanmıştır: İnsanların kim olduğunun ve nasıl davranmaları gerektiğinin tanımlandığı ve bu tanımlara meydan okunan alanlar.”
Bu anlatımda son derece çarpıcı bir ilişkiler bütününden bahsedilirken, kitabın kapsamı da genel çerçevesiyle açıklanmış oluyor. Lakin son cümlede yer alan “insanların kim olduğunun ve nasıl davranmaları gerektiğinin tanımlandığı...” belirtmesi biraz havada kalmış duruyor. Bu tanım kim tarafından getirilecek sorusu akla geliyor. Müzenin bilimselliği ve araştırıcılığı mı toplumsal kimliklere tanım getirecek, yoksa kendi kimliğini tanımlayan ya da tanımlama süreçlerini yaşayıp buna ihtiyaç duyan toplumun kendisi mi varlığını müzelere yansıtacak? Kitabın ilk bölümü olan “Sivil Toplum ve Sosyal Kimlik Üzerine” başlığı altındaki makaleler bu soruya ilişkin ipuçları verse de kanımca yetersiz kalmaktadır. Nitekim anlatılanlar hep müzelerin topluma yönelik etkinliklerini, araştırmalarını, eğitim programlarını, sergilemelerini kapsamaktadır.
Sivil toplum ve müzelerle ilgili genel kavram açılımları aynı kitabın önsözünde şöyle devam etmektedir: [7] "Sivil toplum aileler, gönüllü dernekler, etnik gruplar ve dernekler, eğitim organizasyonları ve profesyonel dernekler gibi farklı şekilde düzenlemeleri içerir. Bunlar toplumun kendini tanımlandığı, tartıştığı, kimliklerini ortaya koyduğu, yaşamsal koşullarını, inançlarını ve değerlerini, eninde sonunda da sosyal düzeni ürettiği ve yeniden ürettiği ortamları, bağlamları hazırlamakla yükümlü sosyal araçlardır...
Sivil toplumun ayrılmaz bir parçası olan müzeler varlıklarını önemli bir rol oynadıkları, sivil toplumun dayandığı temel taşları, anlama, geliştirme ve topluma ait değerlerle nesneleri koruma alanlarında gösterirler...
Sivil toplumda belirleyici öğeler olan müzeler sosyal fikirleri ifade ederler... Müzeler gibi kurumlarda ortaya çıkan kimlikleri anlamlandırma, görüşme ve tartışma yöntemleri sivil toplumdaki sürekli değişen ve yazılı olmayan yapıları ortaya çıkarır.”
Yani çağdaş müzeler sivil toplum için kesinlikle yararlı ve vazgeçilmez kurumlardır, sivil toplumun yansımasıdırlar ve değişimlerini, gelişimlerini sivil topluma hizmet yönelimli kurgulamaktadırlar. Ama... Toplumun gerçeklerini yansıtmak ve toplum üzerine incelemeler yapmak, toplumun genel kültürel taleplerine yönelik “popüler” etkinlikler gerçekleştirmekle, toplumun müzenin varlığına katılımı ve müzeye katkısının somutluğu karıştırılıyor kanısındayım. Daha doğrudan ifade etmek istersek, evet, müzeler sivil toplum için birçok düzenleme yapıyor görünüyor. Peki, örgütlenme içinde özelleşmiş “müze derneklerini” bir an için konu dışı tutarsak, sivil toplumun geneli müzeye doğrudan katkı ve katılım için neler yapıyor? Sivil toplum bütününü oluşturan grupların, derneklerin, örgütlerin ve kurumların kendi kimliklerini yansıtmak için oluşturdukları müzeler ya da müzecikler dışında müzeolojiye katkıları tanımlanmış mıdır? Ulusal bir tarih müzesinin, bir kent müzesinin içinde sivil toplum inisiyatiflerinin sunulanlara katılımcı olmanın ötesindeki etkileşimleri nelerdir? Ya da daha doğrusu var mıdır? Müze politikalarını, içeriklerini ve sunumlarını yönlendirebilirler mi? Özellikle kentsel mekânlarda kendilerini farklı yöntemlerle dışavuran sivil toplum hareketlerinin başlıca ilgi alanlarından biri müzelerin “kullanımı” olamaz mı?
Türünün en iyi düzenlemelerinden biri olan, kent ölçeğinde İstanbul’la benzerlik gösterdiği için modellemesi üzerinde araştırma yapılabilecek bir örnek Londra Müzesi’dir. Müzenin kuruluş çalışmalarının başından itibaren projede yer alan ve uzun süre müdürlüğünü yapan Max Hebditch, 1993 yılında İstanbul Müzesi projesi kapsamında düzenlenen “Toplumsal Tarih Müzeleri Kuruluş Sorunları Sempozyumu”nda Londra Müzesi’ni anlatırken, “Londra Müzesi’nde yakın tarihte yapılan uluslararası bir konferansta, müzelerin, hem kentlere ilişkin araştırma ve incelemelere yardım edecek malzemenin korunması, hem de bu araştırmalar sonucu ortaya çıkan fikir ve kavramları mümkün olan en geniş izleyici kitlesine ulaştırılması ile olan ilgisi araştırılmıştır. Bu konferans, büyük kentlerin karmaşıklığı ve ölçüleri göz önünde tutularak ‘Kent Müzesi’ kavramını, kültürel ve etnik farklılıklara saygıyı, kültürel miras ve doğal çevreye ilişkin değerleri geliştirecek güçlü bir araç olarak kabul etmiştir. Londra Müzesi bu görüşleri paylaşmaktadır ve hem bugünkü, hem de gelecekteki bir dizi izleyiciye hizmet etmek için yola çıkmaktadır. Müzenin halka yönelik eğitim çalışmalarında, koleksiyonları kullanarak, halkı aşağıdaki sorulara cevap aramaya davet etme eğilimi vardır:
Londralılar kimlerdir? Onların hayatlarını etkilemiş olan sosyal, ekonomik ve politik temel güçler nelerdir? Bu onların giyimlerinde, evlerinde, işyerlerinde, ulaşımlarında, araziyi kullanmalarında, inançlarında nasıl yansır? Londralıların davranışları ve fikirleri diğerlerini nasıl etkilemiştir? Londra diğer kentlerden ne açılardan farklıdır?Cevapların bulunabilmesi bir dizi akademik disiplinden veri gerektirir: Coğrafya, arkeoloji, sosyoloji, sosyal ve ekonomik tarih, endüstriyel tarih, sanat tarihi, tarih, sözlü gelenekler, maddi kültür vs. Dolayısı ile müze yetkilileri için temel rol, maddi kültür konuları için özel uzmanları barındırmanın yanı sıra bütün bu disiplinleri (ki bunların çoğu müze personelinin dışında, üniversitelerde vb. bulunacaktır) müzenin hizmetine sunmaktır.” [8] diye bahseder.
Burada da görülen tamamen toplumla ilgilenme yaklaşımı son derece çağdaş bir müzecilik anlayışının izi olmasına rağmen, kişisel fikrimce toplumu müzenin “etkin” bir kullanıcısı kılmamaktadır. Bu tür “toplumsallaşmalarda” topluma belirli formüller sunulmakta, ama sivil toplum bileşenlerinin, etkinlik ve sunumların değerlendirilmesinde edilgenlikleri devam etmektedir. Zira müzedeki bu hareketlilik sivil toplum inisiyatifinden kaynaklanmamakta, müzenin belirlediği ve uygun gördüğü politikalarla hazırlanmaktadır. Daha basit bir deyişle kastedilen, halkın müzenin kendi hizmetinde olduğunu hissetmesi ortamının sağlanması, buna karşın müzenin halk tarafından oluşturulmasının ikinci planda kalan bir eylem olmasıdır. İdari, bilimsel, politik açılardan bire bir sivil toplumun entegre olduğu bir müze işleyiş sisteminin kurulması bir ütopya mıdır? Olasılıkla evet! Ama küçük çaplı örneklerinin denendiği de unutulmamalıdır.
Müzeoloji literatüründe bu tür bir girişim için örneklenebilecek yegane olgu ekomüzeler [9] olarak görülüyor. “Ekomüze taraftarları yaklaşık 20 yıl kadar önce ilk tartışmalarda, gerçekten ruhu olan mahalle müzeleri yaratmanın gerekliliği üzerine yoğun bir katılım süreci geliştirmeyi önerdiler... Ekomüze, anlaşıldığı kadarıyla tüm müze türlerini içine alacak, son derece verimli ve uygulanabildiğinde karşılıklı olarak son derece yararlanılabilecek işbirliği ve ortaklık üzerine kurulu projeleri beslemek için kurgulanmış bir kavramdır.” [10]
Bilinen açıklamasıyla ekomüze, “tanımlı bir bölge içinde, halkının katılımıyla, bir yörenin ve bağlı yaşam biçimlerinin araştırması, koruması, kültürel ve doğal varlıkların değerlendirilmesi işlevlerini kalıcı olarak sağlayan bir kültür kurumudur.” [11]
Ekomüze oluşumu doğrudan sivil toplum katkısına ihtiyaç duyan 4 ana kavramdan yola çıkar: [12]
Bellek (çevredeki taşınabilir ve taşınamaz kültür varlıklarının envanteri) Tanıma (araştırma ve eğitim eylemleriyle ortamın dinamik bilincinin yaratılması) Bilimsel ekip ve halkla ortamın sürdürülebilirliği ve değerlendirilmesi (düzenlemeler, sergiler, yayınlar ve belgeleme) Yaratıcılık (sanatçıların çalışmaları, endüstriyel ve teknik konularla ilişkili plastik sanat çalışmaları)Bunlar tamamen toplumun talepleri ve yönlendirmesiyle oluşturulabilecek bir müzeyi açıkça tanımlar. İşte böylesine bir yapılanma gerçek bir sivil toplum hizmetinde ve “kullanımındaki” müzeyi işaret eder. Nitekim örnek olarak alabileceğimiz, 1980 Haziran’ında Kanada’nın Montreal kentinde mahalle halkının girişimiyle başlatılan “Fier Monde Evi” projesinin amacı: “Bir ekomüze oluşturarak, ortak bir eylem ve bir eğitim aracı olarak kültür mirasının paylaşımı. Mahalle halkının buluşabileceği bir ticari merkez tanımlamak (market, restoran, dükkânlar). Her tür toplantı ve buluşmanın gerçekleştirilebileceği bir merkez nokta yaratmak” [13] olarak ilan edilmiştir ki, bu tanımla ortak noktalara İstanbul Müzesi’nin “Amaç, İlke ve İşlevler” belgesinde de rastlamak olasıdır.
İstanbul Müzesi projesi bir ekomüze mantığını yansıtmaz. Yansıtmamalıdır da... İstanbul Müzesi ve Toplumsal Tarih Merkezi bir müze türlemesi içine sokulması gerekirse en yalın haliyle bir kent müzesidir. Kentin tarihine ve bugününe ilişkin tüm referans noktalarını barındırabilecek, dolayısıyla da toplumun her bileşeni ve kesitiyle iç içelik gösterecek bir modeldir. İstanbul Müzesi Projesi’nin geçmişine bir göz atılırsa, birçok noktasında ileride hedeflediği sivil toplum katılımının önünü açtığı da rahatlıkla görülebilir. Proje kronolojisinden alıntılar yapmak istersek:
30 Ocak 1997-Darphane binalarının Tarih Vakfı'ndan geri alınması tehdidi karşısında İstanbul Müzesi'ni Destekleme Girişimi adı altında uzun dönemli bir dayanışma hareketi başlatıldı. Kampanya sırasında yer alan çeşitli etkinliklerde 1.1600 kişi destek için imza verdi. 17 Şubat-28 Mart 1997-İstanbul Müzesi'ni Destekleme Girişimi kapsamında oluşturulan çalışma grupları toplantıları gerçekleştirildi. 21 Şubat 1998-İstanbul Müzesi'ni Destekleme Girişimi yıllık toplantısı 80'i aşkın katılımcıyla Darphane'de gerçekleştirildi. Mayıs 1998-İstanbul Müzesi Gönüllüleri ile Bilgi Belge Merkezi'nde buluşuldu.Kısaca İMDG olarak adlandırılan ve halkın desteğini almaya yönelik oluşumun “İstanbul’u seviyorsanız ses verin, güç verin” çağrısıyla başlayan harekete 11.600 katılımcı imzasıyla ulaşılan önemli rakam, sivil toplumun kendileri için var olacak bir müzeye olan duyarlılığının kanıtıdır. Bu potansiyelin yalnızca “tehdit” dönemlerinde değil, İstanbul Müzesi’nin tüm oluşum ve kuruluş süreçlerinde kullanılabilmesine yönelik somut girişimlerde bulunulmalıdır. İşte İstanbul Müzesi’nin “müzeler ve toplumlar” tartışmalarına getirebileceği katkı da budur: Kente ait, topluma dair bir müzeye, sivil inisiyatiflerce başından sonuna kadar sahip çıkılması ve müzenin ortak çabalarla yaratılması. İstanbul’un farkı, ekomüze gibi daha az nüfus çerçevesi barındıran ve görece daha dar coğrafi alanları içine alan düzenlemelerin yanında bir metropol olma özelliğidir. Peki binlerce, milyonlarca kişinin yaşadığı ve sivil toplumun farklı parçalarını oluşturduğu İstanbul’da bu ortak amaç, çalışma ve başarma ortamı nasıl yaratılır?
Öncelikle doğrudan iletişim yöntemiyle bir tanıtım planlaması yapmakta yarar vardır. Sivil toplumun örgütsel yönünü oluşturan kuruluşlarıyla bir araya gelmek, projeyi anlatmak ve tanıtmak, toplumun genelinin bu fikri benimsemesi ve sahip çıkması için mutlak bir gerekliliktir. İstanbul Müzesi projesinin genel hatlarının, içeriğinin, amaç ve hedeflerinin doğru olarak anlaşılması katılımı sağlayacağı gibi, proje kapsamının geliştirilmesini de destekleyecektir. Burada en önemli katılımların kent konusunda çalışmalar yapan gruplardan, semt örgütlerinden geleceği düşünülebilir. Zaten öncelikli olarak bu eğilimdeki oluşumların dikkatini ve ilgisini çekmek, İstanbul Müzesi’nin uygulama modeli içinde yer alan “kente dağılma” mantığını yerleştirmede önemli bir rol oynayacaktır. Hatta bu bağlamda semt müzeleri ya da daha az kurumsal bir yaklaşımla semtlere ilişkin çalışmalar, arşivlemeler, bilgi, belge, nesnel koleksiyon oluşturma çalışmaları örgütlenebilirse, tüm bu etkinlik alanlarının bir araya gelerek İstanbul’un Müzesi’ni oluşturması bile düşünülebilir. Böylece İstanbul gibi uçsuz bucaksız bir kentin bileşenlerinin bir araya getirilmesi ve İstanbul Müzesi’nin altyapısını oluşturacak içerik malzemesinin toplanması işi hem küçük parçalara bölünerek daha kolay gerçekleştirilebilir hale gelecek, hem de sivil toplumun her kesiminin doğrudan müzeye katkısı sağlanabilecektir.
Kuşkusuz uygulamada yazılıp önerildiği kadar basit hayata geçirilemeyecek olan bu süreçler, bir ana eksen çevresinde planlanmalıdır. Katılımcı gruplarla bire bir yapılacak çalışmalar ve iş bölümlerinin somut olması, sonuçlarının belirli hedefler doğrultusunda beklentiler içermesi, kısa vadeli proje gerçekleşmeleriyle motivasyonun daimi tutulması önemli “ortak başarım” öğeleri olarak alınmalıdır.
1998 yılının temmuz ayı sayısında İstanbul dergisinin dosya konusu olarak aldığı Müze Kent İstanbul kapsamında yazılanlardan bu yana neredeyse dört yıl geçmiş olmasına rağmen, İstanbul Müzesi heyecanının projeyi bilenler tarafından kaybedilmediği inancındayım. Önümüzdeki dönemlerde sivil toplum hareketlerinin yadsınamaz gücünün İstanbul Müzesi projesinin gerçekleştirilmesi için de devreye girmesi ve Müze’nin toplumun bir başarımı olarak açılması müzecilik alanına da önemli katkı sağlayacak, örnek teşkil edecektir.
(İstanbul dergisinin "Sivillik" temalı son sayısında yayımlanmıştır.)
Dipnotlar / referanslar
[1] Bu terim Duncan F. Cameron’un 1971 yılında yayımlanan “Müze: Tapınak ya da Forum” makalesinde gündeme gelmiştir.
[2] www.lse.ac.uk/Depts/ccs (Center for Civil Society).
[3] "Intermédiaires entre musée et communauté” (1971), John Kinard/Une anthologie de la nouvelle museologie, ed. André Desvalléesy c.1, s. 101-102, Vagues editions W, M.N.E.S., Mayıs, 1992.
[4] Ivan Karp, Smithsonian Enstitüsü, Ulusal Doğa Tarihi Müzesi Antropoloji Bölümü’nde Afrika Etnolojisi uzmanı.
[5] Museum and Communities, The Politics of Public Culture, Ed. Ivan Karp, Christine Mullen Kreamer and Steven D. Lavine, s. 4, Smithsonian Institution Press Washington and London, 1992.
[6] Antonio Gramsci (1891-1937) İtalyan sosyalist, siyasal teorisyen ve eylemci.
[7] Museum and Communities, The Politics of Public Culture, Ed. Ivan Karp, Christine Mullen Kreamer and Steven D. Lavine, s. 5-7, Smithsonian Institution Press Washington and London, 1992.
[8] "Londra Müzesi", Max Hebditch, s. 40, Kent, Toplum, Müze Deneyimler-Katkılar, ed. B. Madran, Tarih Vakfı, İstanbul, 2001.
[9] Detaylı açıklama için bkz. “Farklı bir müze oluşumu–Ekomüzeler”, B. Madran, Arrademento Mimarlık, no: 03/2001.
[10] "Le musée de voisinage, catalyseur de l’évolution sociale" (1985) John Kinard/Une anthologie de la nouvelle museologie, ed. André Desvalléesy cilt.1, sy 115 Vagues editions W, M.N.E.S., Mayıs, 1992.
[11] "Un essai d’histoire de la muséologie scientifique", Gérard Emptoz, Musées No: 206, 1995
[12] La Muséologie selon George Henri Rivière, Dunod, 1989, George Henri Rivière et la genèse de l’écomusée de la Communauté Le Creusot-Montceau-les-Mines, Mathilde Bellaigue-Scalbert.
[13] Strategie de tourisme culturel en milieu urban et implantation d’un musée de l’histoire industrielle (Ekomüze tanıtım broşüründen).