Müzakere Sürecine Farklı Bir Bakış

-
Aa
+
a
a
a

(06 Ekim 2005 tarihinde Açık Radyo'da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.)

 

ÖM:    Bugün çok tartışmalı ve mücadeleli günlerin ardından Avrupa Birliği tam üyelik müzakerelerinin başlamasının kesinleşmesi ve müzakere çerçeve belgesi üzerinde konuşalım dedik. Referans gazetesinde yayınlanan ve aynı zamanda Açık Radyo sitesinde de yer alan alegorik diyebileceğim bir ehliyet sınavı hikâyen vardı, bunun üzerinden gidelim istersen.

 

Hasan Ersel:Evet, o yazıda şöyle bir şey vardı; biz ailece ehliyet almaya karar veriyoruz ve İstanbul'un da Avrupa yakasına taşınacağız. Oradaki yaşama ayak uydurmak için ehliyet almak lazım, ve bir kurs var, o kursa gidiyoruz ama kursun her bölümü için ücret ödüyoruz ve tabi gayret göstermemiz gerekiyor ve bundan da bir şey öğreniyoruz. Bu kursu bitirirsek araba kullanmayı öğrenmiş, ehliyet almış olacağız; fakat kurs yönetimi bir de piyango çekmiş, piyangosu var. O piyangoyu da kazanırsak bize bedava garaj verecek. Öyle bir hikâye bu. Bu hikâyenin Avrupa Birliği bağlantısı ise şöyleydi; Bu kurs Avrupa Birliği müzakerelerine kabul edilmek oluyor diye düşünebiliriz, ondan sonra da müzakerelerin her bir bölümü var ya, "yolda çıktın, hızlı gittin" falan diye.

 

ÖM:   29 bölüm değil mi?

 

HE:     Evet, onların her biri de bu müzakere çerçevesindeki bölüm başlıkları. Sonunda bunun bir maliyeti var, her bölümü yaparken uğraşıyorum, öğrenmek için gayret gösteriyorum, çalışıyorum. Tabii her reformun da maliyeti var. Sonuçta biz bu işi iyi becerirsek ne oluyor? Gelişmiş ülke oluyoruz. Tam olmasa bile ona yakın bir yerde oluyoruz. Bu bizim kazancımız. Çünkü bu yolun bir amacı var. Piyango nedir? Avrupa Birliği üyesi olmak. Çünkü sonu açık ya bu görüşmelerin, olmayabilir. Değil mi?

 

"Niye böyle bir hikaye yazdın?" diye sorarsan iki tane nedeni var. Birincisi, olayı görebilmek. Bu aslında üzerinde çalışma yapmak istediğim bir konu. Ve yapıyorum da, bunu formel hale getirmeye çalışıyorum.

 

ÖM:    Tabii ki matematiksel olacak.

 

HE:     Evet biraz öyle olacak. Ama dikkat ederseniz bütün bu hikâyede aile üzerine kurdum. Biz karar veriyoruz, ama her şeye karar veremiyoruz. Bazı şeylerin kuralları var. Ama mesela hangi sırada o kursları alacağımıza biz karar veriyoruz, çünkü her bir kursun bana öğrettiği şey farklı, bir sonraki aşamayı kolaylaştırma derecesi farklı ve maliyeti farklı. Dolayısıyla 35 tane bölüm var. Bu 35 bölümün bazıları için söyleyecek bir şey yok ama kritik olanları var, bunları bugün mü yapalım, yarın mı yapalım, nasıl yapalım falan diye sorular sormamız gerekiyor. Ve bu sonucu çok değiştirir.

 

Burada bir ikinci yol daha var. O öyküde de öyle söyleniyor. Bir de biz bu kursa hiç gitmeden de ehliyet alabiliriz. Yani gideriz, kendimiz çalışırız, ehliyet sınavına girer alırız. O zaman ne oluyor, sadece bize bedava garaj vermiyorlar.

 

ÖM:    Birde kamyon problemi vardı yanlış hatırlamıyorsam.

 

HE:     Evet, bir de o tarafı var. Bu alternatif yol aşağı yukarı şu anlama geliyor; Avrupa Birliği üyesi olmadan gelişirsin, gelişmiş ülke olursun. Kendi gayretinle olursun. Oradaki espri de şuydu, bizim Japon komşular dışında bunu yapan kimse yok. Bu biraz zor bir iş. Çünkü kendini disiplin altına alabilmeyi gerektiriyor. Bu disiplinli yolu seçersek, sürücü eğitimi veren kuruluşa gidersek, o bizi yola çıkardığı zaman, yolda da "Çırak Nakliyat" şirketinin kamyonları var. Onlar da büyük zevk alıyorlar gelip gidip bu sürücü eğitimi yapanları korkutmaktan, hatta kazaya da yol açıyorlar, sürücü kursu, "böyle bir kaza olursa maliyet sizin, siz üstlenin" diyor. "Çırak Nakliyat dedim" iki amacı vardı, biraz hirac'ı hatırlatıyor isim, ikincisi de bunlar Avrupa'nın politikacıları, kendi iç sorunlarını Türkiye üzerinden çözmeye çalışanlar. Çırak şirketi diye kast ettiğim, şoförler dediğim onlar. Bunlar bir anlamda da çırak, çünkü Avrupa Birliği projesini ortaya atan politikacıların ileri görüşlülüğü ve hoşgörüsü bunlarda yok. Benim kanaatimce yok. Belki haksızlık ediyorum, ama bugünkü Avrupa'da epeyce böyle politikacı var. O yüzden de epeyce manasız şeyler yapabilirler önümüzdeki dönemde. Bunun teknik karşılığı nedir? Hikâyeye dönersek; ön görülemeyen maliyet artırıcı unsurlar var. Demek ki maliyet bir rakkam değil, maliyet varyansı olan bir rastlantısal bir değişken, bu çok önemli çünkü artarsa, yani "maliyet 100 lira da olabilir, 100 bin lira da olabilir" derse, "dur bakalım" dersiniz. Avrupa Birliği süreci içerisinde ön göremeyeceğimiz ve böyle birden ortaya çıkabilecek garip maliyetler olabilir, hem siyasi, hem de iktisadi açıdan. Mesela iktisadi derken tarım aklıma geliyor, Avrupa kendi tarımını düzenleyecek düzeni aramakla meşgul olduğu için biz bu süreç içerisinde bambaşka bir tarım kuralları seti ile karşılaşabiliriz. Bu ön göremediğimiz bir şey, Bize karşı yapılmış bir şey de değil, ama bir problem. Bu belirsizlik olayının bir önemli tarafı da, bir eleştiri olarak kullandığım tarafı da şu; bir alternatif varmış gibi çok konuşuluyor Türkiye'de. Fakat o alternatif çizilmediği için, o alternatifteki maliyet, o alternatifteki yolların niteliği ve oralarda kaç km gidileceği belli olmadığı için, o da belirsizlik içerisinde. Böyle olunca Avrupa yolu dediğimiz yol daha belirli oluyor ama bu dediğim nedenle onda da bir belirsizlik unsuru var, ama öbür yollar  teorik olarak var hatta çok zorlarsak pratik olarak da var, fakat onların maliyeti konusunda bir şey söylenmiyor, getirisi konusunda da bir şey söylenmiyor. Böyle olunca da çok dikkatle bu müzakere sürecinde "neyi nasıl yapacağız, neyi erteleyeceğiz, neyi öne alacağız diye düşünmek" gerek. Bir şeyi daha unutmamak lazım, o sürecin gerektirdiği minimumu sağlamak işi kurtarmıyor aslında. O sürecin herhangi bir aşamasında ne maksimumsa onu yapmak çok önemli, çünkü son derece rekabetçi bir dünyada boğuşacaksınız. Eğer beceriniz yüksek ise tabii ki rahat boğuşursunuz.  Ama beceriniz düşükse, biraz zor olabilir hayat. Bu bir beceri birikimi.

 

Bu hikâyede bir de bir aile var, hepsinin dünya görüşü farklı, bekleyişleri farklı, toleransı yahut yük kaldırma kapasitesi farklı ve demokratik bir aile, -aslında değil tabii, hanım ne diyorsa o oluyor da, yani diyelim ki demokratik hareket ediyoruz-, o zaman içimizde birbirimizi ikna etmemiz lazım. Ve işin en kritik tarafı da o. Ben bundan 25 sene sonra gelecek iyi bir şey ile ilgili değilim çünkü olmayacağım ama kızım ilgili olacak, onun için değer taşıyacak, o "evet" deme eğiliminde olacak, ben "hayır" diyeceğim, o zaman birbirimizi nasıl ikna edeceğiz. Tabi bunu toplumun çeşitli katmanları, sadece yaş olarak değil, tarımda çalışanlar, sanayiciler, işçiler, memurlar diye düşünelim, deniz kıyısında oturanlar, içeride oturanlar, hepsiyle ilgili bir ikna, müzakere süreci. Dolayısıyla bu müzakere dediğimiz olay bu son kısmı da eklediğimiz zaman görüyoruz ki % 90'ı Türkiye'de gerçekleşecek bir şeydir. 

 

ÖM:    Evet, demokrasinin kısa tariflerinden de birini yapmış oluyorsun bence.

 

HE:     Evet, demokrasi budur.

 

ÖM:    En kısa yoldan demokrasinin de özel bir tarifini de yapmış oldun. Şunu da ekleyebilir miyiz, çok banal gelecek belki ama, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulun'da Deniz Baykal ile Dışişleri Bakanı Gül arasında müzakere belgesi atışması gibi şeyler biraz konu dışı gibi kalıyor.

 

HE:     Ben uluslararası ilişkiler konusunu bilmediğim için, bu tarafa baktım ama benim bu düşündüğüm çerçeve içinde baktığımız zaman, şu anda Türkiye bu kursa kaydını yaptırmak üzere götürüp harcını yatırmış, 18 yaşından büyüğüm, şuyum buyum gibi evraklarını teslim etmiş, ayın 3 ünde de kurs yönetimi, tamam biz bu paraları aldık, siz de bu şartları sağlıyorsunuz, hadi bakalım demiş. Daha işin başı.

 

ÖM:    Evet, iyi bir açıklama. Sendikalar da, işçi ve memur sendikaları konfederasyonları da genel olarak çalışma hayatına olumlu etki edeceğine inandıklarını söylemişler, böyle de bir açıklama gelmiş. Bunu da ekleyebiliriz belki.

 

HE:     Bu pozitif bir şey. Ama sanmıyorum ki, onlar da, kendi kendine olumlu etki yaratacak diye düşünsünler. "Bu çerçeveye kendimizi adapte edebilecek yeteneğimiz, kapasitemiz var. Bunu iyi düşünürsek olumlu etki yaratır" diyorlar. Bu bir güven belirtisi. Ben bunu istiyorum. Ama böbürlenelim anlamında söylemiyorum. Mesela biz Avrupa'ya girmez isek Avrupa batar edebiyatını anlamıyorum, niye batsın ki,  kendi kendine  bayağı güzel de gidiyor . Yani büyük işsizlik olabilir, büyüme hızı düşük olabilir ama öyle çok mutsuz bir yer değil. Ayrıca da Türkiye'nin verip de başka hiç kimsenin veremeyeceği bir şey olduğunu sanmıyorum ben Avrupa'ya. Bulabilirler başka yerlerden istedikleri şeyleri, tabii uyumlu bir şekilde Türkiye ile bir araya gelirler ise, zaman içinde Türkiye bu performansı gösterirse, hakikaten Avrupa kaçılmaması gereken, beraber olmakta büyük yarar olan bir yer haline gelebilir Türkiye için. Ben böyle düşünüyorum.

 

Bir de, bu dönem için itirazım yok ama bundan sonra devam ederse itirazım var; "onlar ne yapıyor?" diye çok fazla ilgiliyiz. Bize karşı ne yapıyorlar? Bu benim anlattığım çerçeve içerisindeki rassal terim, yani maliyeti artıran faktör, bir de maliyetin kendisi var, yani reform. Reform maliyetinin Avrupa ile bir ilgisi yok onu yapmak istiyorsanız o kaynakları harcayacaksınız. Kaynak harcamak dediğim kendinizi disipline edeceksiniz, belli  para harcayacaksınız, bir şey yapacaksınız. Orada başka bir sorunumuz daha var; biz gelişmiş ülke olmak istiyoruz, Avrupa Birliği üyesi olmak istemiyoruz, o piyango. O yüzden de o reformları yapmak her halükârda gerekli, hatta ben şu görüşteyim; biz bu reform sürecini 15 yıla falan yaymamalıyız, biz bu reform sürecini 4 yılda bitirmeliyiz. O bölümü açarlar açmazlar, o onların sorunu.

 

ÖM:   Ben de bunu başka bir program vesilesiyle söylemiştim ama 5 yıl demiştim. Sen benden daha iyimser çıktın. Ben hemen görüşümü değiştiriyorum ve 4'e indiriyorum. Evet, peki kursa kaydolduk.

 

HE:     Bunu küçümsemek için söylemedim, kursa kaydolmak da önemlidir, çünkü belli şartları sağladığınızın kabulü, onu katiyetle küçümsemek için söylemedim.

 

ÖM:    Zımni altyapısının olduğunu gösteren bir belirti tabii.

 

HE:     Gayet tabii.

 

ÖM:   Çok teşekkür ederiz.

 

HE:     Ben teşekkür ederim.      

 

(06 Ekim 2005 tarihinde Açık Radyo'da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.)