Sayın Aktulga,
Öncelikle Açık Radyo'yla Açık Gazete'de duyduğunuz yorumlar sebebiyle utanacak kadar özdeş hissetmenizden dolayı gurur duyduğumuzu belirtmeliyim. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer yeni yasama yılı sebebiyle yaptığı konuşmada irtica tehdidine geniş yer ayırarak,
“İrticai tehdide karşı savaşımın kilit taşı laikliktir. Laik yapının korunması, dini değerlerin siyasal amaçlı olarak kötüye kullanılmasının önlenmesi, toplumun bu yönde bilinçlendirilmesi, devrim yasalarının ödünsüz uygulanması ve devlet organlarının yetkilerini duraksamaya düşmeden etkin biçimde kullanmaları zorunludur... Böylece, temel hak ve özgürlüklerin laik Cumhuriyet'i zedeleyecek biçimde kötüye kullanılması önlenmiş, gerekirse laik Cumhuriyet'i korumak için temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılabileceği kabul edilmiştir.''
ifadelerini kullandı. Hürriyet Gazetesi’nin “şal haberini” dinleyicilerle paylaşmamızın sebebi, sayın Sezer’in ‘özgürlükleri sınırlama’ fikrini ortaya atmış olmasıdır. Tıpkı sayın Sezer gibi öncelikle hukukçuluğu ile temayüz etmiş olan rahmetli profesör Nihat Erim’in 30 Mayıs 1946 tarihli Ulus Gazetesi’nde yayımlanan ve tek partili otoriter rejimin devamını savunan makalesinde kullandığı:
“:...sosyal bünyede derin rahatsızlıklar müşahede edildiğinde bunu gidermenin yolu bir müddet için hürriyet ilahının üzerine bir şal örtmek ve yukarıdan aşağıya bir otorite tesis eylemektir...”
cümlesiyle sayın Sezer’in konuşmasının Hürriyet gazetesinin de manşetten dikkat çektiği paralel mantığı, kanımızca böyle bir haberi gerekli ve anlamlı kılmaktadır.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın “ozgurluklerin vazgecilmez ilkelerinden ve gereklerinden biri olan laiklik ilkesine vurgu yaptigi ve laiklige yonelik saldirilara ve arkasinda yatan Bati emperyalizmi kaynakli irtica tehlikesine dikkat cektigi anda eski darbeleri, tanklari toplari tufekleri, idamlari, yargisiz infazlari, Nihat Erimler'i” hatırlamamızın sebebi, gerek bağlamın gerekse de tepkinin benzerliğidir. Türkiye’nin karşılaştığı yapısal sorunların irticacı-ilerici ikileminin içinde çözülebileceğine dair ciddi şüphelerimiz sebebiyle gerek sayın Sezer’in gerekse de üst düzey askeri yetkilillerin konuşmalarını yapıcı olarak tanımlamakta zorluk çekiyoruz.
Yorumlarımızın farklı olmasını doğal karşılamakla birlikte, sizin de politik gelişmeleri kendi bakış açınıza göre şekillendirme hakkınız olmasından sadece mutluluk duyarız elbette. Ancak, Açık Gazete’nin hiçbir zaman “tarafsızlık” gibi tanımı imkânsız bir ilkeyle hareket ettiğini iddia etmediğimizi hatırlatmak isterim. Açık Gazete 11 yıllık yayın hayatı boyunca “taraf” olmayı amaçlayan ve bu tavrını her fırsatta açıklayan bir program olmuştur. Açık Gazete çoğulcu ve katılımcı demokrasinin, insan haklarının, hukukun üstünlüğünün, barışın ve üzerinde yaşayanlar için daha iyi bir dünyanın taraftarıdır. Elden geldiğince fark gözetmeden tüm olayları bu çerçevenin içinde algılar; çıkarların, dönemsel algıların ve benzeri özel durumların meşruiyetinin sorgulanması, gizli gündemlerin açığa çıkarılması gerektiği inancıyla hareket eder. Olguları sebep ve sonuçlarıyla birlikte okumanın, “kapımızda tehlike” aramaktan daha işlevli ve yapıcı bir metod olduğu düşüncesiyle, Türkiye’de uzun yıllardır devam eden vahim siyasî ortamın daha anlaşılabilir, somut bir çerçeve içinde işlemesini ümit ederek hareket etmeye çalıştığımız için, korkularla değil kayıt altına alınmış yasa ve ilkelerle siyaset yapmanın gerekliliğine inanıyoruz.
Mektubunuzda:
“Kimilerine konusma, dusunme, yazma ozgurlugu sonsuz; buna karsilik ulus devletin temel ilkelerini dis kaynakli irticai ve emperyalist tehlikelere karsi korumaya yonelik konusma ya da fikir beyan etme ozgurlugu yok.”
şeklinde dile getirdiğiniz saptama üzerine bir daha düşünmenizi rica ederim -- haddim olmayarak. Toplumsal iş bölümü içinde hükmetme görevini üstlenmiş olanların, hükmün doğası gereği, fikir beyan etme özgürlükleri yoktur. Hükümranlığın işlevi beyanat vermek değil, yasalara göre eylemektir. Laik devlet mekanizmasının, yasama, yürütme ve yargının birbirinden ayrı işletilmesinin temel amacı tam da budur. Amaç, meşru hükmetme gücünü elinde bulunduranların devlet mekanizmalarını kişisel inançlarını sınamak için kullanmasının önüne geçmektir. Anayasa ve yasalar keyfiyeti önlemek ve adaleti sağlamak için varedilmiş mekanizmalardır. Atanmış ya da seçilmiş, hükmetme gücünü elinde bulunduran insanların somut verilerle desteklemedikleri tehlikelerle ilgili açıklamalar yapmalarının düşündürücü bir tavır olduğunu yinelemek zorundayım. Tabii bu çerçevenin demokrasi teorisi içinde geçerli olduğunu belirtmem gerekir. (Ayrıca, bir radyo programında yorum yapmanın ya da haber okumanın, değil bir cumhurbaşkanı ya da Genelkurmay başkanı, herhangi bir sıradan vatandaşın da düşünce özgürlüğüne müdahale olarak düşünülebilmesi, sizin de takdir edeceğiniz üzere, imkânsızdır.) Bizim için emperyalistlerin Küba’da uyguladığı ambargoyu eleştirmek kadar, Küba halkının da siyasi haklarını kullanabilmesi için taraf olmak önemlidir. ABD’yi eleştirmenin Küba taraftarı olmak ya da aksi anlama gelemeyeceğini, iyi niyetle olsa dahi politik ve etik ilkelerimiz dışında taraftar olmanın hayırlı olmayacağını düşünüyorum. Dünya ne yazık ki iyiler-kötüler, ilericiler-gericiler olarak ortadan ikiye bölebileceğimiz kadar kolay anlaşılabilir bir yer değil. Kanımca önemli olan, usanmadan, ısrarla ne olup bittiğini anlamaya çalışmak ve dünya sakinlerinin tümünün iyiliğini düşünmekten geçiyor.
“Kimse kusura bakmasin ama ben burada bir haksizlik goruyorum ve demokrasinin gunumuzde ulus devlet yapisinin ve rejimin temelini oymaya yonelik bir silah olarak kullanildigini dusunuyorum. Ne yazik ki ulkemiz gercek anlamda demokrasiye henuz hazir degil...”
şeklindeki önermenizin ise en azından vahim olduğunu belirtmeme izin verin lütfen. Demokrasiye geçişe izin ve izni iptal hakkının “tehlikelerini” bu cevap metni içinde vermek mümkün görünmüyor. Ancak “emperyalistlerin” kendinden menkul tanımı gereği üçüncü dünya olarak adlandırılan yetersiz ülkelerin bilenler tarafından yönetilmesinin o ülkelerin halkları için iyi olacağına dair inancınızı tartışmamızın anlamsız olduğu inancındayım. Bilenlerin yönettiği tüm tarihsel referanslar o ülkenin varolan problemlerini katlamaktan öte bir fayda getirmemişlerdir. Dünyayı ve dolayısıyla Türkiye’yi daha soğukkanlı ve olgun bir tavırla tartışabileceğimiz günler temenni ediyor ve:
“artik su demokrasiyi hep birlikte sorgulayalim, siz Acik Radyo calisanlari, biz dinleyiciler, halk, Orhan Pamuklar, ilerici aydinlar, sivil toplum orgutleri, medya patronlari, politikacilar, sanayiciler. Bu ulkede demokrasiyi gercekten kurmak istiyorsak herkese karsi ve her zaman demokrat olalim”dileğinize yürekten katıldığımı belirtmek istiyorum.
SaygılarımlaAçık Gazete ekibi adına Avi Haligua