Mehmet Aktulga

Dinleyicilerimizden
-
Aa
+
a
a
a
Sayın Ömer MADRA / Sayın Avi HALİGUA,
 
Bu sabahki (2 Ekim 2006) Açık Gazete programınızı dinlediğimden beri içinde bulunduğum şaşkınlığımı sizinle paylaşmadan edemedim.  Şaşırma nedenim Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in meclis açılışında yaptığı konuşmaya ilişkin olarak Hürriyet Gazetesi'nin haberini temel alarak yaptığınız eleştirel yorum oldu. Hürriyet Gazetesi'nden aktardığınız bu yorumu hayretle ve açıkcası artık utançla dinledim. Utançla diyorum çünkü Açık Radyo'yu kurulduğu günden beri severek ve destekleyerek dinliyorum. Son zamanlarda ise açıkcası "radyom"dan utanmaya başladım. Açık Radyo ve Açık Gazete ekibi bu kadar taraflı nasıl olabilir diye düşünmeye, sorgulamaya başladım.
 
AKP hükümeti iktidara geldiği günden beri hepimizin bildiği irticai niteliğini gerektiğinde gizleyerek ama artik son zamanlarda açık açık ülkenin tüm kurum ve kuruluşlarına, devlet dairelerine vb. zerk ediyor. Gün yok ki başta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere AKP'den bir temsilci çıkıp da "düşündürücü" olmayan bir demeç vermesin. AKP'nin iktidara geldiği günden beri "Gavur İzmir"ler mi duymadık, "Ananı da al git"ler mi duymadık, tren kazaları için "Takdir-i İlahi"ler mi dinlemedik, diplomatik gaflar, ödünler, hatalar mı görmedik. Bütün bu dönemde bir gün bile Açık Gazete programında bu demeçleri "tehlike" gibi ele alıp yorumlamadınız. Ne var ki ülkenin cumhurbaşkanı çıkıp da hem de Türkiye Cumhuriyeti'nin ve çağdaşlığın, sizin çok savunduğunuzdan emin olduğum özgürlüklerin  vazgecilmez ilkelerinden ve gereklerinden biri olan laiklik ilkesine vurgu yaptığı ve laikliğe yönelik saldırılara ve arkasında yatan Batı emperyalizmi kaynaklı irtica tehlikesine dikkat çektigi anda eski darbeleri, tankları topları tüfekleri, idamlari, yargısız infazlari, Nihat Erimler'i hatırladınız ve cumhurbaşkanının (ve tabii son günlerde üst düzey askeri yetkililerin) verdiği demeç(ler)i "düşuündürücü" olarak niteleyerek sankı kapımızdaki esas tehlike rejim karşıtı irticai faaliyetler değilmiş de laiklik savunucuları imişcesine bir tavır sergilediniz.
 
Hrat Dink, Elif Şafak, Orhan Pamuk gibi aydınlarımız, yazarlarımız konuştuğunda, yazı/kitap yazdığında her zaman her fırsatta düşünce ozgurlunu savunduğunuzu biliyor ve bu duruşunuzu tabii ki takdir ediyorum. Ancak düşünce özgürlüğünün temel taşlarından biri olan laiklik ilkesine vurgu yapılması nasıl oluyor da özgürlüklerin önündeki en büyük engelin habercisi olabiliyor işte ben gerçekten bu yaklaşımı anlayamıyorum, kabullenemiyorum. Ortada laiklik ilkesini ve dolayısı ile bırakın düşünce özgürlüğünü her türlü özgürlüğü gecçci olarak bile değil ilelebet kısıtlayacak, ortadan kaldıracak bir irtica tehdidi varken bu tehditlerin hiçbirini "düşündürücü" olarak yorumlamıyorsunuz ama cumhurbaşkanının konuşmasını ve "gerektiğinde" bazı hak ve özgürlüklerin (özgürlüklerin temel teminati olan laiklik ilkesini korumak amacı ile ve geçici olarak) kısıtlanabileceği yönündeki yaklaşımını "düşündürücü" şeklinde niteleyebiliyorsunuz.
 
Benzer yaklaşımı geçen haftalarda Radikal Gazetesi'nin Radikal İki ekinde Taha Parla'nın Cumhurbaşkani Sezer ve Genelkurmay Baskanı Büyükanıt ile ilgili ve Açık Radyo sitesinde de yer alan yazısında gördüğümde de inanamamıştım. Ama artık inanmam lazım galiba, demek ki demokrasi böyle birşeymiş; kimilerine konuşma, düşünme, yazma özgürlüğü sonsuz; buna karşılık ulus devletin temel ilkelerini dış kaynaklı irticai ve emperyalist tehlikelere karşı korumaya yönelik konuşma ya da fikir beyan etme özgürlüğü yok.
 
TUSIAD'in ülke yönettiği, yasaların iç ve dış sermayenin, sanayicilerin ihtiyaç ve beklentilerine göre hazırlandığı, politikacıların her türlü irticai demeci vermekte, eylemi yapmakta özgür olduğu, medyanın her türlü basın özgürlüğüne sahip olduğu, yazarların her türlü yazıyı, kitabi yazmakta serbest olduğu, kısacası tüm güç odaklarının düşüncesini, tavrını, duruşunu ortaya koymakta özgür olduğu bu ülkede nedense hem de ironik bir şekilde "demokrasi" gereği TSK'nın ve Cumhurbaşkanı'nın konuşması, duruşunu ortaya koyması önemli bir tehdit oluşturuyor.
 
Kimse kusura bakmasın ama ben burada bir haksızlık görüyorum ve demokrasinin günümüzde ulus devlet yapısının ve rejimin temelini oymaya yönelik bir silah olarak kullanıldığını düşünüyorum. Ne yazık ki ülkemiz gerçek anlamda demokrasiye henüz hazır değil.
Bugün anarşizm "laboratuar ortamı"nda, yani teorik/akademik anlamda çok güzel ve ideal bir yönetim modeli olabilir ama bu modelin örneğin İsveç'te uygulanabilirliği ile İtalya'da uygulanabilirliği farklıdır. Böyle bir modele geçiş İsveç'te gayet sorunsuz olabilecekken bugün "arsi"yi örneğin Yunanistan'da, Türkiye'de, İran'da, Irak'ta ortadan kaldırmak faciaya yol açacaktir.
 
ABD'nin Irak'a demokrasi getirme konusundaki palavrası boşuna değil, demokrasi günümüz emperyalizminin ağzını sulandıran bir silah olarak kullanılıyor. Her yere, özellikle de totaliter, otoriter ve uniter rejimlere ancak demokrasi ile nüfuz edebileceğini gayet iyi bilen ve akbaba gibi dünya üzerinde uçup duran Batı emperyalizminin Küba Devlet Baskanı Fidel Castro'nun hastalığını fırsat bilip kardeşine Küba'ya yönelik ambargoyu çok partili demokratik seçim şartı ile kaldırmayı önermesi de boşuna değil. Ben gördüm ve öğrendim ki demokrasi, aydınlanma sürecini tamamlamış Batı toplumları için ideal bir rejim, ancak henüz bu süreci tamamlamamış ve demokrasiyi hazmetmemis üçüncü dünya ülkelerinde ise yalnızca bir karşıdevrim silah.
 
Gelin artik şu demokrasiyi hep birlikte sorgulayalım, siz Açık Radyo çalışanları, biz dinleyiciler, halk, Orhan Pamuklar, ilerici aydınlar, sivil toplum örgütleri, medya patronları, politikacılar, sanayiciler. Bu ülkede demokrasiyi gerçekten kurmak istiyorsak herkese karşı ve her zaman demokrat olalım. Türkiye Cumhuriyeti'nin (birinci cumhuriyetin) ve çağdaşlığın temel ilkelerini korumaya çalışanlara karşı bile !!!Saygılarımla,
Mehmet AKTULGA
 
 

Sayın Aktulga,

 

Öncelikle Açık Radyo'yla Açık Gazete'de duyduğunuz yorumlar sebebiyle utanacak kadar özdeş hissetmenizden dolayı gurur duyduğumuzu belirtmeliyim. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer yeni yasama yılı sebebiyle yaptığı konuşmada irtica tehdidine geniş yer ayırarak,

“İrticai tehdide karşı savaşımın kilit taşı laikliktir. Laik yapının korunması, dini değerlerin siyasal amaçlı olarak kötüye kullanılmasının önlenmesi, toplumun bu yönde bilinçlendirilmesi, devrim yasalarının ödünsüz uygulanması ve devlet organlarının yetkilerini duraksamaya düşmeden etkin biçimde kullanmaları zorunludur... Böylece, temel hak ve özgürlüklerin laik Cumhuriyet'i zedeleyecek biçimde kötüye kullanılması önlenmiş, gerekirse laik Cumhuriyet'i korumak için temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılabileceği kabul edilmiştir.''

ifadelerini kullandı. Hürriyet Gazetesi’nin “şal haberini” dinleyicilerle paylaşmamızın sebebi, sayın Sezer’in ‘özgürlükleri sınırlama’ fikrini ortaya atmış olmasıdır. Tıpkı sayın Sezer gibi öncelikle hukukçuluğu ile temayüz etmiş olan rahmetli profesör Nihat Erim’in 30 Mayıs 1946 tarihli Ulus Gazetesi’nde yayımlanan ve tek partili otoriter rejimin devamını savunan makalesinde kullandığı:

“:...sosyal bünyede derin rahatsızlıklar müşahede edildiğinde bunu gidermenin yolu bir müddet için hürriyet ilahının üzerine bir şal örtmek ve yukarıdan aşağıya bir otorite tesis eylemektir...”

cümlesiyle sayın Sezer’in konuşmasının Hürriyet gazetesinin de manşetten dikkat çektiği paralel mantığı, kanımızca böyle bir haberi gerekli ve anlamlı kılmaktadır.

Sayın Cumhurbaşkanı’nın “ozgurluklerin vazgecilmez ilkelerinden ve gereklerinden biri olan laiklik ilkesine vurgu yaptigi ve laiklige yonelik saldirilara ve arkasinda yatan Bati emperyalizmi kaynakli irtica tehlikesine dikkat cektigi anda eski darbeleri, tanklari toplari tufekleri, idamlari, yargisiz infazlari, Nihat Erimler'i” hatırlamamızın sebebi, gerek bağlamın gerekse de tepkinin benzerliğidir. Türkiye’nin karşılaştığı yapısal sorunların irticacı-ilerici ikileminin içinde çözülebileceğine dair ciddi şüphelerimiz sebebiyle gerek sayın Sezer’in gerekse de üst düzey askeri yetkilillerin konuşmalarını yapıcı olarak tanımlamakta zorluk çekiyoruz.  

Yorumlarımızın farklı olmasını doğal karşılamakla birlikte, sizin de politik gelişmeleri kendi bakış açınıza göre şekillendirme hakkınız olmasından sadece mutluluk duyarız elbette. Ancak, Açık Gazete’nin hiçbir zaman “tarafsızlık” gibi tanımı imkânsız bir ilkeyle hareket ettiğini iddia etmediğimizi hatırlatmak isterim. Açık Gazete 11 yıllık yayın hayatı boyunca “taraf” olmayı amaçlayan ve bu tavrını her fırsatta açıklayan bir program olmuştur. Açık Gazete çoğulcu ve katılımcı demokrasinin, insan haklarının, hukukun üstünlüğünün, barışın ve üzerinde yaşayanlar için daha iyi bir dünyanın taraftarıdır. Elden geldiğince fark gözetmeden tüm olayları bu çerçevenin içinde algılar; çıkarların, dönemsel algıların ve benzeri özel durumların meşruiyetinin sorgulanması, gizli gündemlerin açığa çıkarılması gerektiği inancıyla hareket eder. Olguları sebep ve sonuçlarıyla birlikte okumanın, “kapımızda tehlike” aramaktan daha işlevli ve yapıcı bir metod olduğu düşüncesiyle, Türkiye’de uzun yıllardır devam eden vahim siyasî ortamın daha anlaşılabilir, somut bir çerçeve içinde işlemesini ümit ederek hareket etmeye çalıştığımız için, korkularla değil kayıt altına alınmış yasa ve ilkelerle siyaset yapmanın gerekliliğine inanıyoruz.

Mektubunuzda:

“Kimilerine konusma, dusunme, yazma ozgurlugu sonsuz; buna karsilik ulus devletin temel ilkelerini dis kaynakli irticai ve emperyalist tehlikelere karsi korumaya yonelik konusma ya da fikir beyan etme ozgurlugu yok.”

şeklinde dile getirdiğiniz saptama üzerine bir daha düşünmenizi rica ederim -- haddim olmayarak. Toplumsal iş bölümü içinde hükmetme görevini üstlenmiş olanların, hükmün doğası gereği, fikir beyan etme özgürlükleri yoktur. Hükümranlığın işlevi beyanat vermek değil, yasalara göre eylemektir. Laik devlet mekanizmasının, yasama, yürütme ve yargının birbirinden ayrı işletilmesinin temel amacı tam da budur. Amaç, meşru hükmetme gücünü elinde bulunduranların devlet mekanizmalarını kişisel inançlarını sınamak için kullanmasının önüne geçmektir. Anayasa ve yasalar keyfiyeti önlemek ve adaleti sağlamak için varedilmiş mekanizmalardır. Atanmış ya da seçilmiş, hükmetme gücünü elinde bulunduran insanların somut verilerle desteklemedikleri tehlikelerle ilgili açıklamalar yapmalarının düşündürücü bir tavır olduğunu yinelemek zorundayım. Tabii bu çerçevenin demokrasi teorisi içinde geçerli olduğunu belirtmem gerekir. (Ayrıca, bir radyo programında yorum yapmanın ya da haber okumanın, değil bir cumhurbaşkanı ya da Genelkurmay başkanı, herhangi bir sıradan vatandaşın da düşünce özgürlüğüne müdahale olarak düşünülebilmesi, sizin de takdir edeceğiniz üzere, imkânsızdır.) Bizim için emperyalistlerin Küba’da uyguladığı ambargoyu eleştirmek kadar, Küba halkının da siyasi haklarını kullanabilmesi için taraf olmak  önemlidir. ABD’yi eleştirmenin Küba taraftarı olmak ya da aksi anlama gelemeyeceğini, iyi niyetle olsa dahi politik ve etik ilkelerimiz dışında taraftar olmanın hayırlı olmayacağını düşünüyorum. Dünya ne yazık ki iyiler-kötüler, ilericiler-gericiler olarak ortadan ikiye bölebileceğimiz kadar kolay anlaşılabilir bir yer değil. Kanımca önemli olan, usanmadan, ısrarla ne olup bittiğini anlamaya çalışmak ve dünya sakinlerinin tümünün iyiliğini düşünmekten geçiyor.  

“Kimse kusura bakmasin ama ben burada bir haksizlik goruyorum ve demokrasinin gunumuzde ulus devlet yapisinin ve rejimin temelini oymaya yonelik bir silah olarak kullanildigini dusunuyorum. Ne yazik ki ulkemiz gercek anlamda demokrasiye henuz hazir degil...”

şeklindeki önermenizin ise en azından vahim olduğunu belirtmeme izin verin lütfen. Demokrasiye geçişe izin ve izni iptal hakkının “tehlikelerini” bu cevap metni içinde vermek mümkün görünmüyor. Ancak “emperyalistlerin” kendinden menkul tanımı gereği üçüncü dünya olarak adlandırılan yetersiz ülkelerin bilenler  tarafından yönetilmesinin o ülkelerin halkları için iyi olacağına dair inancınızı tartışmamızın anlamsız olduğu inancındayım. Bilenlerin yönettiği tüm tarihsel referanslar o ülkenin varolan problemlerini katlamaktan öte bir fayda getirmemişlerdir. Dünyayı ve dolayısıyla Türkiye’yi daha soğukkanlı ve olgun bir tavırla tartışabileceğimiz günler temenni ediyor ve:

“artik su demokrasiyi hep birlikte sorgulayalim, siz Acik Radyo calisanlari, biz dinleyiciler, halk, Orhan Pamuklar, ilerici aydinlar, sivil toplum orgutleri, medya patronlari, politikacilar, sanayiciler. Bu ulkede demokrasiyi gercekten kurmak istiyorsak herkese karsi ve her zaman demokrat olalim”dileğinize yürekten katıldığımı belirtmek istiyorum.

 

SaygılarımlaAçık Gazete ekibi adına Avi Haligua