Ömer Madra: Konuğumuz, İstanbul Bilgi Üniversitesi İl eşitim Fakültesi öğretim üyesi, aynı zamanda Radikal gazetesinden yazılarını gayet iyi bildiğiniz Haluk Şahin. Türkiye’de soruşturmacı gazetecilik bugünkü konumuzun ana konumuz olacak. Halık Şahin, bu konuda belki de en çok kafa yormuş kişi diyebiliriz Türkiye’de. Hoşgeldin Haluk.
Haluk Şahin: Hoşbulduk.
ÖM: Soruşturmacı ya da araştırmacı gazetecilik kavramının üzerinde biraz duralım, sonra da Türkiye’de ve dünyada nasıl uygulanıyor diye konuşalım.
HŞ: İyi olur. Kavram üzerinde durmakta çok yarar var, çünkü bu değişmekte, oluşmakta olan bir kavram. Bir de hem Türkiye’de hem de başka ülkelerde de kafalarda bazen karışıklığa yol açan bir kavram. Araştırmacı gazetecilik kavramından soruşturmacı habercilik kavramına doğru bir geçiş olduğu görüşündeyim. Günün birinde bitirebilirsem, bu konuda bir kitap çalışmam var; temel ekseni, araştırmacı gazetecilikten soruşturmacı haberciliğe geçiş ne anlam taşıyor dünyada ve Türkiye’de? Araştırmacı gazetecilik terimi Türkiye’de 1980’li yıllarda popüler oldu, hatırlayacaksınız Uğur Mumcu’nun çalışmalarında özellikle. Pek çok yerde bu değim karşımıza çıkmaya başladı. O zaman soruşturma lafı yoktu, sadece araştırmacı gazetecilik vardı. Yine o yıllarda, “araştırmacı gazetecilik nedir?”, tartışmaları yapılmaktaydı. Ben Bilgi Üniversitesi’nde İngilizce adıyla “investigating reporting”, Türkçe adıyla “soruşturmacı habercilik” dediğimiz bir ders veriyorum her yıl, güz sömestrsinde. O dersin ödevlerinden bir tanesi, toplumun önemli kesimlerinden birinin Türk medyasına, Türk haberciliğine, özellikle soruşturmacı haberciliğe bakışını öğrenmek. O zaman hâlâ araştırmacı gazetecilik diyorduk, 2000’li yılların başlarında. Öğrencilerim çıktı, Türkiye’nin kıdemli gazetecilerinden 50-60 tanesiyle konuştular. Çok büyük bir çoğunluğu da şöyle bir tepkiyle karşılaştılar. Öğrenci “Türkiye’de araştırmacı gazetecilik ne durumda, sizce bu işi iyi yapan insanlar kimlerdir?” diye sordukları zaman, büyük çoğunluk, “canım, araştırmacı gazetecilik ne demek, araştırmacı olmayan gazeteci mi olur? Her gazeteci araştırmacıdır. Bu yeni bir icat, gazeteciler arasında ayrımcılık yapan, onların arasında haksız bir takım sınıflandırmalar yapan bir kavram” diye.
ÖM: Paye vermek gibi anlaşılıyor öyle mi?HŞ: Evet, öyle anlaşılmış. Sonradan aklıma geldi, Amerika’da da aynı tepkiler olabiliyor, yani ‘investigating reporting’ dendiği zaman, “soruşturmacı olmayan gazetecilik mi olur?” dendiğini oluyor ender olarak var. Türkiye’de o kadar yaygındı ki, ciddi bir terminolojik sorun olduğu çok netti. “Soruşturmacı gazetecilik” derken diğer gazetecilerin araştırmacı olmadığını kastetmiyoruz, elbette bir anlamda bütün gazeteciler araştırmacı, ama soruşturmacı gazetecilik derken, bir habercilik türünden bahsediyoruz. Nasıl magazin gazeteciliği, ekonomi gazeteciliği, dış politika gazeteciliği, spor gazeteciliği gibi uzmanlık alanları varsa, soruşturmacı habercilik diyebileceğimiz bir uzmanlık alanı da var. Sonradan, “soruşturmacı habercilik” terimini ben önerdim, Türkçe’de tutmuş veya tutmaya yüz tutmuş bu kelimenin mucidi bu bağlamda benim. Uğur Dündar kullanmaya başladı, diğer arkadaşlar kullanmaya başladı, vs. bu sözcük yayılmaya başladı. Evet bütün gazeteciler araştırmacıdır, yani İngilizce’den yine yardım isteyecek olursak, “research” diye bir kelime var, “araştırma” anlamında; elbette bütün gazeteciler araştırma yapar, bir trafik kazası da olduğunda ölen kaç yaşındaydı, nerede oturuyor, resmi var mıydı?
ÖM: O “5 N 1 K” kuralı.
HŞ: Evet, “Nerede İstanbul’un o eski kışları?’ konulu bir çalışma yapan bir gazeteci de o anlamda araştırmacıdır. Peki ne zaman soruşturmacı gazeteci ya da haberci olunur? Şimdi onu konuşabiliriz, terminolojiden sonra.
ÖM: “Investigative” kelimesi de zaten polise özgü, polisin yaptığı soruşturmayı çağrıştıran gibi bir kavram gibi gözüküyor İngilizce’den çevrildiğinde değil mi?
HŞ: Öyle. Bizim soruşturmacı lafımız da biraz onu çağrıştırıyor, o açıdan terminolojik olarak hem o ayrımı yaptığı için, hem de asıl kavrama daha yakın olduğu için işe yaradığı kanaatindeyim. Bu işi yapmakta olan insanlar da benimsediler.
ÖM: Biraz önce Uğur Mumcu’dan söz ettin, hepimizin yakından bildiği bu soruşturmacı tipi gazeteciliği Türkiye’de yapmaya ve oturtmaya, yerleştirmeye de uğraşan bir kimliği olduğunu söyleyebiliriz. Oradan mı başlıyor? Türkiye’de bu kavramı nerelere kadar geri götürebiliriz?
HŞ: İstersek gazeteciliğin başlangıcına kadar götürebiliriz. Çok küçük çaplarda da olsa, zaman zaman bir takım güç odaklarının örtülü kalmasını istediği olguları belgelerle ortaya çıkaran, ufak tefek de olsa haberler hep yayınlanmıştır, ama bunun bir ana dal olarak ortaya çıkması için belirli gerekler var. Her şeyden önce, basının bir kurum olarak diğer kurumlardan ayrışması gibi bir gerek var, eğer basın diğer kurumlarla çok iç içeyse, güç odaklarına mesafe koyarak soruşturmacı habercilik yapamaz. Belirli bir ölçüde demokrasi lazım, ama örneğin komünist Çin’de demokrasi olmadığı halde soruşturmacı gazetecilik var sınırlı olarak.
ÖM: Açık toplumun çok önemli bir gerekliliği. Eskiden Sovyetler Birliği’nde de “yeraltı gazeteciliği” denen bir olay vardı.
HŞ: Onun dışında resmi yerlerde, Sovyetler’de de, çok sınırlı olmakla beraber Çin’de oldukça yaygın. Ben Çin’e gittiğimde, oradaki İngilizce gazeteleri okuduğumda çok hayretim etmiştim, epey ciddi soruşturmacı gazetecilik örnekleri var. Ondan sonra biraz araştırıp soruşturunca anladım ki, partinin üst kademelerinin, partinin alt kademelerini kontrol altına tutmak ve denetlemek için kullandıkları enstrümanlardan birisi haline gelmiş bu. Yani suç, partinin orta kademelerine kadar gidiyor, mesela büyük sağlık skandali var, hastanelerde insanlara bakılmıyor, doktorlar rüşvet alıyor, vs. sonra bakıyorsunuz, bunun nedenleri, güzelce açıklanıyor, anlatılıyor, vs. fakat suçlamaya geldiğinde, yani bunun sorumlusunu aramaya geldiğinde bakıyorsunuz orta kademelere kadar ancak gidiliyor.
Avi Haligua: “Nereye kadar giderse gitsin” durumu orada da pek geçerli değil yani?
HŞ: “Orta kademelere kadar gitsin” diye bilinçli olarak kontrol altında tutuluyor , yani asıl amacı partinin alt kademelerini böylece kontrol altında tutabilmek. Türkiye’ye dönecek olursak, Türkiye’de demokrasinin gelişmesiyle, basının diğer kurumlardan, özellikle siyaset kurumundan ayrışmasıyla çok bağlantılı bir şey. 1940’lı yıllarda Ankara’da gazetecilik yapmış olan deneyimli gazetecilerimizden bir tanesi ile soruşturmacı gazetecilik üzerine konuşmuştum. “O yıllarda Resmi Gazete’yi biz gazeteciler ancak imza karşılığında alabilirdik, devletin kanunlarının, yönetmeliklerinin yayımlandığı Resmi Gazete’yi ancak böyle alabilirdik. Öyle, bakana filan soru sormak söz konusu değildi, vs. şimdi çok hoşuma gidiyor, televizyonda gencecik çocuklar, karşılarındaki bakana çatır çatır sorular soruyorlar” demişti. Bunlar o dönemde akla gelmesi bile çok zor olan şeylerdi. Çok partili sisteme geçişimizle beraber, yavaş yavaş, özellikle iktidar partisine karşı yeni çıkan muhalif gazetelerde, “Makam arabası saltanatı: Karısını pazara makam arabası ile gönderdi!” türünden bir takım haberlerin çıkmaya başladığını görüyoruz. Bu arada 1950’lı yılların ortasında Akis’in, biraz devletin içindeki kaynaklarından da yararlanarak yaptığı çok enteresan soruşturmacı gazetecilik örnekleri var.
Demokrat Parti’nin en güçlü zamanlarında, Mükerrem Sarol bir gazete çıkarıyormuş, Başbakan Adnan Menderes’in de çok yakınıydı ve bu gazeteye zorla bir sürü resmi kurumları abone ettirtmiş. Metin Toker de bunun listesini bulmuştu, bu yayımlanmıştı Akis’te büyük bir skandal olarak. Türkiye biraz daha hassas bir ülke olmalı ki o tarihlerde, Mükerem Sarol devlet bakanlığından istifa etmek zorunda kalmıştı. Bunu unutuyoruz. Öyle örnekler var.
AH: Bu makam arabası örneği bir soruşturmacı habercilik örneği sayılabilir mi?
HŞ: Onun bir çekirdeğidir, nüvesidir, ama bu eğer sistematik olarak yapılıyorsa ve bunun belgeleri elde ise evet sayılabilir. Şöyle bir tanım vereyim, ben hep tanımdan yola çıkarım; soruşturmacı habercilik, bir takım güç odaklarının, -güçlü kişiler de buna dahil-, bilinmesini istemedikleri, ancak bilinmesinde kamu yararı bulunan olguları sistematik bir araştırma ile ve belgeleriyle ortaya çıkarıp kamuya sunmayı uğraş edinmiş habercilik dalıdır. Bazen Türkiye’de ‘büyük soruşturmacı gazetecilik zaferi!’, diye gazetelerimizde sür manşetler görürsünüz ve bir bakarsınız devlet içinden birisi bir belge sızdırmış, ne önü araştırılmış, ne arkası araştırılmış, hatta “niye bu belgeyi sızdırdılar, o belge bana niye verildi?” diye bile sorgulamamış, bunu çarşaf çarşaf yayımlıyorlar ve bununla övünüyorlar. Bu tabii soruşturmacı gazetecilik değil, yani oradan başlanarak soruşturmacı gazeteciliğe gidilebilir belki.
ÖM: Burada bana naçizane son derece önemli görünen nokta güç odakları sözü , yani bir ülkenin yönetiminde tayin edici önem taşıyan bazı güç odakları var ve onlar tabii ki medyayı kullanarak kamuyu yönlendirmeye çalışacaklar, susarak olabilir, bir şeyden bahsedilmeyerek olabilir ya da misenformasyon, ya da dezenformasyon şeklinde olabilir.
HŞ: “Communication management” yani “iletişim yönetimi” veya “algılama yönetimi” dedikleri bir şey de var. Bugün soruşturmacı gazeteciliği her zamankinden daha gerekli yapan yeni bir unsur var; bugün güç odakları, aynı zamanda enformasyonu en iyi kullanan, enformasyon kullanımına en fazla para harcayan, bu amaçla en önemli uzmanları kiralayan kuruluşlar haline geldiler. Bugün Pentagon’un halkla ilişkiler bütçesinin ulaştığı boyutları düşünebiliyor musunuz? Aynı şekilde Türkiye’de de güç odakları enformasyon kullanımında kendilerini özel bir biçimde donattılar. Ali Saydam dostumuzun bir kitabı var, algılama yönetimi diye bir şeyden bahsediyor, Ali kusura bakmasın, ama aslında dehşet verici bir şey, çünkü diyor ki; “Olay bir şeydir, onun halk tarafından nasıl algılandığı başka bir şeydir. Biz becerilerimizi kullanarak o olayın başka bir şekilde anlaşılmasını –o tabii doğru şekilde anlaşılmasını diyordur mutlaka- da sağlayabiliriz.” Böyle bir dönemde işin aslını ortaya çıkarma çabası soruşturmacı gazeteciliğin temel dürtüsü olarak karşımıza çıkıyor. O yüzden soruşturmacı gazetecilik 21. yüzyıl demokrasisinde, belki 19. yüzyıl sonlarında ve 20. yüzyılda olduğundan daha da büyük bir önem kazandı. .
Türkiye’ye döneyim; 1960’lı yıllarda Türkiye’nin sola açılışı ile beraber, Türkiye’deki tartışma gündeminin genişlemesiyle beraber, eskiden konuşulamayan Amerikan üsleri meselesi, Türkiye’nin dış politika meselesi, Türkiye’nin tarım politikası, Türkiye’nin madenleri, gölleri, vs. gibi konular da tartışılabilir hale geliyor. Çok iyi örnekler bulunduğunu söyleyemeyeceğim, ama tek tük örnekler olabilir. 1970’li yılların ikinci yarısında, Türkiye’de gerçek soruşturmacı gazeteciliğin ilk örneklerini görmeye başlıyoruz. Sunta veya hayali ihracat dosyası bunun bence klasik mükemmel örneklerinden bir tanesidir.
ÖM: Uğur Mumcu ile Altan Öymen birlikteydi, Altan Öymen’i de geçen programda konuk etmiştik.
HŞ: Ben kendisine bu konudaki hayranlığımı her zaman söylerim, çünkü sadece çok iyi bir araştırmacı, soruşturmacı gazetecilik örneği ortaya koymadılar, aynı zamanda dünya literatürüne biz Türklerin ekleyebildiği ender yeni kavramlardan bir tanesini eklediler: “Hayali ihracat”. Başka bakımlardan da çok başarılıydı, takip edildi. Soruşturmacı gazeteciliğin temel özelliklerinden bir tanesi de, haber bir günde bitmez, soruşturmacı gazetecilik aylarca sürer, klasik soruşturmacı gazetecilik örneği olan Watergate meselesi 2.5 sene sürdü. Ancak 2.5 sene sonra Başkan Nixon’un istifası ile noktalandı. Sunta dosyası, hayali ihracat dosyası aylarca sürdü, Uğur Mumcu’nun, 1970’li ve 80’li yıllardaki, kaçakçılar, terör örgütleri ve dış istihbarat örgütleri arasındaki ilişkileri araştıran silah kaçakçılığı dosyaları vs. bunlar ilginç ve önemli örneklerdir. 90’dan sonra işin içine televizyon giriyor.
ÖM: Zaten çeteler, şimdi gündemin yeniden ön planında yer alan konu ki bu sıralarda ortalık tozdan, dumandan geçilmiyor. Şemdinli ile yeni bir dalga halinde çeteler ya da oluşumlar sarmış durumda ortalığı. Ondan önce de Susurluk var, orada ne kadar yapıldı, yapılamadı meselesinin de üzerinde durmamız gerekiyor. Çünkü senin yaptığın tanımda, güç odaklarının istemediği, bir de kamu yararına mutlaka konuşulması gereken bir konu.
AH: Örtülü olayların belgesiyle ortaya konulması konusunda, belge ile ilgili etik nedir?
HŞ: Soruşturmacı gazeteciliğin etiği çok önem taşıyor, ona sonradan geri döneceğiz, belge ile ilgili olarak şimdilik şunu söyleyeyim; belge derken mutlaka mahkemeler tarafından kabul edilecek hukuki belge anlamında kullanmıyoruz, yani bir gazeteci için belge olan şey mahkeme için olmayabilir. O yüzden biz burada haberciliğin belge saydığı şeyleri kast ediyoruz. Güç odağı meselesine baktığımızda tabii soruşturmacı haberciliğin biraz evvel sözünü ettiğim dönüşümünü de anlama yoluna girebiliriz. Başlangıçta malum, basın özgürlüğü fikri, siyaset kurumuna karşı basının özgürlüğü temeli üzerin formüle edilmişti. Yani basın özgür olsun ki siyaseti eleştirebilsin. Çünkü gücün siyasette olduğu varsayımı vardı. Ne kadar doğru ne kadar yanlış bilmem, ama 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında ABD’de, gücün siyasetten diğer kurumlara, büyük şirketlere kaydığı, ayrıca siyaset kurumu ile bu diğer kurumların müthiş bir şekilde işbirliği yaptıkları, özellikle belediyeler düzeyinde, aynı zamanda federal düzeyde de ortaya çıkmaya başlamıştı. Şimdi 20. yüzyıl boyunca görüyoruz ki, soruşturmacı gazeteciliğin kendisine has bir konu sayacağı bir çok olay sadece siyasetle sınırlanamaz. Güç odakları dediğimiz zaman, sadece devleti, orduyu, devletin gizli istihbarat servislerini sayarsak bu alanı çok sınırlamış oluruz, bunun ötesine ekonomik güç odaklarını, büyük şirketleri, mafyayı katmalıyız, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra dünyada müthiş güç kazanmış olan mafya olgusu var. Türkiye’de de yılda 40-50 milyar dolarlık uyuşturucu piyasasından söz edildiğine göre, ne kadar önemli ve ciddi bir güç odağı haline geldiğini hiçbirimiz görmezden gelemeyiz. Aynı şekilde tarikatları güç odağı olarak saymak zorundayız, çünkü tarikatlar de Amerika’da olsun, Türkiye’de olsun, başka yerlerde olsun kendi çıkarları adına, yaptıkları şeylerin bilinmesini arzu etmiyor olabilirler.
ÖM: Üstü örtülü şekilde çalışan, tam açık olmayan kuruluşların tümü için de söz konusu.
HŞ: Tabii, güç odakları veya güçlü kişiler. Şunu da unutmamamız lazım, bunlar müthiş bir biçimde birbirleriyle eklemlenmiş durumdalar, bunlar tek tek karşımıza çıkmıyorlar. O yüzden günümüzde soruşturmacı gazetecilerin fevkalade donanımlı olmaları gerekiyor, medyanın bu konuda fevkalade donanımlı olması gerekiyor. Hep anlattığım bir anıyı aktarayım, 1990’lı yılların ortalarında ben de Arena adlı televizyon programının ekibindeyken, Uğur Dündar, Engin Civan’ın not defterini bulmuştu ve bundan yola çıkarak Özal ailesine yakın bir takım insanların İsviçre’deki banka hesaplarını, vs. ortaya çıkartmaya çalışıyordu. Bunu yapmaya çalıştığı sıralarda İsviçre’ye gitti, geldi, vs. İstanbul Savcılığı tarafından davet edildi, “nedir bunlar?” diye. İstanbul Başsavcısı’nın odasına gitmiş, orada Başsavcı’ya kendilerinin İsviçre’ye gidip İsviçreli savcılarla bunu görüşmesinin yerinde olacağını söylemiş. Bunun üzerine Başsavcı demiş ki, “Uğur bey, o köşede gördüğünüz telefon benim resmi telefonum ve dış görüşmelere kapalı.” Bir tarafta Engin Civanvari yabancı diller bilen, en son bilgisayar teknolojisi ile donatılmış, bir sürü kesimle işbirliği yapma olanağına sahip insanların yaptıkları, bir de onları ortaya çıkartmaya çalışan ötekiler. Günümüzde soruşturmacı gazeteciliği hem önemli kılan hem de zorlaştıran bu türden faktörler var. Soruşturmacı haberciliğin tanımını tekrar vereyim, ondan sonra niye gazetecilik değil de habercilik oluyor, onu da söyleyeyim; Soruşturmacı habercilik, bir takım güç odaklarının bilinmesini istemedikleri, ancak bilinmesinde kamu yararı bulunan olguları, sistematik bir araştırmayla ve belgeleriyle ortaya çıkarıp kamuya sunmayı uğraş edinen habercilik dalıdır. Niye gazetecilik değil de habercilik? Yabancı dillerdeki orijinaline gittiğimizde, “investigative journalism”den çevrildiği için önce “araştırmacı gazetecilik” deniyordu, sonradan dedik ki “araştırmacı gazetecilik’ değil ‘soruşturmacı gazetecilik’ olsun.” Gazeteciliğin de yetersiz kaldığını görmeye başladım, Kanal D’de haber koordinatörü olduğum yıllarda, çocuklar habere çıkıyorlar, bazen bir tek kameraman çıkıyor habere, yanında muhabiri yok. Çocuk geliyor, hadi bir şeyler de yaz şuna! Çocuk diyordu ki, “bu arada polis ile haberciler arasında itiş kakış oldu”. Ben ‘haberciler yerine ‘gazeteciler’ yazıyordum. Sonradan düşünmeye başladım, bu benim kalem efendisi gazete okuru olmamdan gelen bir önyargı, çünkü bu çocuklar öyle değiller, haberciler, bunu yazmıyorlar ama habercilik işlevini yapıyorlar, oraya gidiyorlar, olayın içindeler, olayı kaydediyorlar. Yani artık sadece gazete ile sınırlamamamız gerekiyor. İkincisi de ‘journalism’ ‘jour’ (gün, gündelik) sözcüğünden geliyor, halbuki günümüzde gazeteciliğin gündelik ile alakası kalmadı. Günümüzün baskın gazeteciliği olma yolunda olan internet gazeteciliği her dakika yenileniyor, yani günle alakası yok, sürekli olan, değişen, yenilenen bir olgu. Üçüncüsü de dijital teknolojiler sayesinde elde edilen bilgiyi farklı formatlarda izleyiciye, okura, dinleyiciye, tüketiciye –nasıl diyersek diyelim- iletebilmek mümkün. Eskiden soruşturmacı gazeteciliğini yapar, yazını yazardın, o gazetede veya dergide çıkardı, belki de günün birinde kitap olurdu. Halbuki bugün sen onun radyo versiyonunu yapıyorsun, televizyon versiyonunu yapıyorsun, başka biçimlerde de alıcıya ulaşabiliyor.
ÖM: Bu konuşma bile, bir süre sonra internet sitemizde yayınlanacak, deşifre edilip, düzeltildikten sonra.
HŞ: Arkadaşlarımız şu anda bizi kamera ile çekiyorlar, belki bir yerlerde de yayınlanacak bu. Böylece tek bir medyada kalmıyor, o yüzden artık haberciliği tercih ediyoruz, çok daha doğru “soruşturmacı habercilik” demek. Günümüzde de en önemli soruşturmacı habercilik örnekleri televizyonda karşımıza çıkıyor. Yakın tarihlerde bizi çok etkilemiş olan başarılı bir örneği, Mehmet Ali Ünel ve arkadaşlarının yaptığı Malatya’daki çocuk yuvası skandali. Bu haber, benim tanımımda verdiğim öğelerin hepsine uyuyor; güç odağı olarak devleti görüyoruz, orada devletin çocuk yuvalarındaki vahşetin birileri tarafından saklı tutulmaya çalışıldığını görüyoruz, ama bunun bilinmesinde kamu yararı var, bu arkadaşlarımız gidiyor oraya, kimsenin hayalinden geçen şeyler değil. Sistematik bir çalışmayla, 20 gün orada gizli kamera ile çalışma yapıyorlar ve bu belgeleri çıkartıp, belgeleriyle beraber kamuya veriyorlar. Bu arkadaşlarımızın hep yaptıkları iş bu, uğraş edindikleri alan, bu onların uzmanlık alanı. Bu tipik bir örneği ve bu örnek Türkiye’yi müthiş bir şekilde sarstı. Bir açıdan daha önemli bir soruşturmacı habercilik örneği olarak karşımıza çıktı, soruşturmacı gazeteciliğin tarihine baktığımızda, gerek Amerika’da gerek İngiltere’de, hamile kadınların aldığı Talidomit adlı ilacın yan etkilerini de soruşturmacı gazeteciler ortaya çıkarttılar. Onun arkasından hamilelik sırasında alinabilecek ilaçlarla ilgili olarak müthiş bir reform söz konusu oldu, sadece İngiltere’de değil, dünyanın başka yerlerinde de. Türkiye’de de öyle zannediyorum ki, Malatya skandalinden sonra, hiç olmaz demiyorum ama, bir sürü yer düzelmiştir ve bu konuda bir takım yönetmelikler değişti, bir takım yasal önlemler alındı. Soruşturmacı gazeteciliğin böyle bir bilinç yaratma etkisi de var.
ÖM: Dönüştürücü bir etkisi var. Mesela dünyanın gidişatını etkileyen Irak’ın işgali süresinde, napalm kullanıldığını, uranyum uçlu mermiler, vs. gibi çok acayip silahların kullanıldığını bir Amerikan askeri dergisinde gören bağımsız bir gazeteci, bu haberi internet üzerinden sürdü ve ortalığa çıktı. Bunlar çok değiştirici, bilmiyorum bir reforma gider mi uluslararası camia ama Amerika’nın ve işgalcilerin işini zorlaştırdığı muhakkak.
HŞ: Ayrıca, çevrenin yeni teknolojiler tarafından sistematik olarak tahribatı gibi uzun vadeli rizikolarda, karmaşık, hemen ilk bakışta görülmeyen bir takım süreçlerin anlaşılıp ortaya çıkartılmasında da çok önemli roller oynuyor soruşturmacı gazetecilik. The Silent Spring adlı, Rachel Carson’ın kitabı iyi bir örnek, tamam DDT, vs. kullanıyorsun, ne güzel böcek yok, vs. çok hoş da bir gün bakıyorsun kuşlar da yok.
ÖM: Küresel iklim değişikliği ve ısınma konusunda şimdi taze bir haber var elimde, Eric Schaffer’ın Washington Post’ta yazmış olduğu bir haber, çok da ilginç; yargıçların satın alınmasıyla ilgili bir şeyi açığa çıkartmış. Gazeteci dediğim de Eric Schaefer, aslında EPA’dan, yani çevre koruma ajansından istifa edip “bu gidiş gidiş değildir” deyip Bush yönetiminden istifa etmiş bir adam, şimdi gazetecilik de yapıyor, bir çevre kuruluşunda da başrol oynuyor. Şunu keşfetmiş ki, bu küresel ısınma konusunda Yellow Stone Parkı’nda yedirip içiriyorlar yargıçları, ondan sonra da kamuoyunda dava açmışlar, kamu adına, “mutlaka düzenlenmesi gerekiyor bu karbondioksit salımlarının” diye. Bu davaya bakacak mahkemenin üst yargıçlarını yediriyorlar, içiriyorlar, ama eğitim veriyorlar bir yandan da, eğitim veren kuruluşlar da Exxon Mobil, Caterpillar firması ve Thempal Inland diye, o da kereste sanayiinde.
HŞ: Olağanüstü devler yani!
ÖM: Evet. Onlar yediriyorlar, içiriyorlar sonra da mahkeme sonucunu bekliyorlar. Bunu açığa çıkartmak tabii bir açıdan çok önemli.
HŞ: Soruşturmacı gazeteciliğin demokrasiler içinde, demokrasinin hiçbir zaman onsuz olamayacağı çok temel bir işlevi yerine getirdiğine inanılır. Buna da İngilizce olarak “watch dog function” diyorlar, yani “gözcülük işlevi”, Türkçe’de “bekçi köpeği” lafı pek hoş olmuyor, gözcülük işlevi diyorum. Soruşturmacı gazetecilik, eğer gazeteciliği dördüncü güç olarak kabul edecek olursak, yani fazla kuramsal tartışmalara girmeden, hem diğer üç gücün hem de kendisinin gözcülüğünü yapmakla yükümlü. Çünkü tek başlı değil çok başlı, gazetelerden bir tanesi bir üç kâğıt çevirdiğinde, bir başka gazete bunu ilan edip duyurabiliyor –tabii ideal halini söylüyorum- ama aynı zamanda sözünü ettiğin türden, yargıçların satın alınması konusu, şirketlerin bir takım büyük paralar vererek bir takım gazetecileri nasıl yönlendirebildikleri gibi konularda da toplumun temel filtrelerinden bir tanesi olabiliyor.
ÖM: Bir de yeni okuduğum bir şeyi tekrar gündeme getirmek istiyorum; Barbara Ehrenreich, aslında Time dergisine yazılar yazan 13 küsur, bazıları çok satan kitapları da olan bir kadın. Artık torun torba sahibi olmuş ve Amerika’daki bu sınıf meseleleriyle, kötüye gidiş, gelir farklarının müthiş artması, orta sınıfın aşağılara kayması, çok az bir seçkinler grubunun bütün Amerika’ya ve bir anlamda da dünyaya hakim olması konularına kafayı takmış bir yazar İlk kitabı İşçiler Arasında Dolaşmak, ama işçi kılığında dolaşmış, sonradan da orta-üst sınıflar içinde dolaşırken de tamamen kılık-kıyafet değiştirerek aralarında bulunmuş, diyor ki; “tek tip kıyafet giyince, iyi giyimli hanım olsun, erkek olsun, saçlar, vs. belli görünüşe sahip olunca, işveren de onun itaat edeceğini anlar, bunun sinyalini vermiş oluyorsun” diyor ve bunu sosyologlar da doğrular. “Yoksullar görünmez, zenginler o kadar görünmez değil, ama zenginlerin de arasına bir gireyim dedim, Haarpers’la anlaşıp, fakat bu yaşta bir kadın onların arasına giremezdi, çünkü hiç ameliyat olmamış, botox kullanmamış birini yemezler” diyor.
HŞ: Bu tip bir soruşturmacı gazetecilik damarı var, ta başlangıçtan beri, örneğin ABD’de 1890’larda bir gazeteci, bir yerlerde bayılma numarası yapıp hastanelerin acil servisleri ile ilgili haber yapıyor. Türkiye’de de buna benzer şeyler bir dönem çok yapıldı. İyi ki de yapılmış, 1970’lerdeki acil servislerle şimdikiler arasında –şimdikiler de mükemmel değil ama- çok büyük değişiklik var, çünkü acil servis hastanenin en kolay görünen kısmı, yani soruşturmacı gazetecilerin en kısa zamanda gelip görüntüleyebilecekleri kısmı. Orada bir reform oldu, ıslah oldu. Almanya’da Günter Wallraff bütün hayatı boyunca bu çizgide haberler yaptı, bu arada biliyorsun Türk kılığına girdi, ‘En Alttakiler’ diye, saçlarını siyaha boyattı, gözlerine kahverengi lensler taktı, Ali adında, madenlerde, inşaatlarda, vs. iş buldu ve aşağılandı, horlandı ve Almanların suratına bir tokat gibi -bu klişe ama fena da bir klişe değil- soruşturmacı gazeteciliğin etkisini göstermesi açısından, çarptı.
AH: Resmen belgelemişti, o zamana kadar Almanya’da net bir ifadesi yoktu.
HŞ: Uzaktan insanlar tek tük örneklerini görüyorlar ama böyle bir gazetecilik damarı da var. Tabii bunların etik açıdan mahsurları olabileceğini de akıldan çıkartmamamız gerekiyor. Günümüz ceza yasasına göre gizli kamera kullanımı yasak, Mehmet Ali Önel ve arkadaşları Malatya çocuk yuvası ile ilgili rezaleti, dehşet verici olayları çekerlerken bir taraftan da “biz acaba bu haberi yayınlayabilecek miyiz?” kaygısı içindeydiler. Oysa zamanında hep söyledik, bu nasıl ve hangi amaçla kullanıldığına bakar, eğer kamu yararı var ise, gizli kamera soruşturmacı gazetecinin en önemli silahlarından biri haline dönüşebilir, yeter ki doğru kullanılsın. Bugün bir takım liselerin tuvaletlerinde bir takım uyuşturucu haplar satılıyor ise, siz bunları açık kamera ile gidip tespit edebilir misiniz? Bunun ancak gizli kamera ile yapılması mümkün, ama herşey çok hızla yozlaştığı için, 1990’ların ortasında Türkiye’de Arena’nın soruşturmacı gazetecilik alanında çok beğenilmesi üzerine birdenbire bu öyle bir yaygınlaştı ki artık herkes soruşturmacı gazeteci oldu. Mankenlerin soyunma odalarına gizli kameralar konuldu, ensest olayları bir takım sinema yıldızları tarafından büyük soruşturmacı gazetecilik örnekleri olmuş gibi verilmeye başlandı. Tabii bütün bu alan Türkiye’de 1990’lı yılların ikinci yarısında çok ağır bir darbe yedi.
AH: Onun dışında şu da var, yani kamu yararı olup da yine de muğlakta kalan haberler de var bana kalırsa. Mesela sokakta uyuşturucu satan, son el olan bir torbacının ya da gezici genelevlerin uzun süe takip edilip yakalanması. Bunlar soruşturmacı gazetecilik örneği sayılabilirler mi?
HŞ: Hayır, eğer polis yakalıyorsa o sadece gazeteciliktir.
AH: Hayır, gazeteci yakaladığı zaman. Çünkü öyle bir çok örnek var, gazetecinin yakaladığı, daha doğrusu belgelediği ve ardından savcılığa başvurduğu olaylar.
HŞ: Eğer bir güç odağı, bir uyuşturucu çetesi söz konusu ise.
AH: Sokaktaki son satıcı yakalanıyor genellikle.
HŞ: O sıradan bir adli haberdir.
ÖM: Türkiye’nin en önemli meselelerinden bir tanesi de, kimilerince derin devlet diye ifade edilen, ama açık toplumun dışında cereyan eden, mafyanın, bir taraftan siyasetin, bir taraftan da bazı ordu mensuplarının da içine karıştığı fevkalade derin ve karanlık ilişkiler var. Bunları takip edip açıklayabilmek ve sürekli fikri takip yapabilmek için soruşturmacı habercilik yeterli bir noktada mı? Fena bir görev yapmamış gibi görünüyordu medya Susurluk olaylarının çıkışından beri.
HŞ: Soruşturmacı gazeteci iyisaatte olsunlarla da konuşur, görüşür, onlara kendisini kapatamaz, Seymour Hersh bunun en iyi örneği. Seymour Hersh diyor ki, “benim bütün kaynaklarım cumhuriyetçi, sağcı, CIA mensupları.” Vicdanı olan, yani olayların kuralına göre yapılması gerektiğine hâlâ inanan kimseler var ve olaylar kuralların dışına taştığı anda bunlar birbirleri ile konuşmak istiyorlar, konuşuyorlar. Rahmetli Uğur Mumcu’nun da devletin içinde çeşitli yerlerde kaynakları olduğuna şüphe yok. Aynı şekilde özellikle derin devlet meselesine geldiğimizde, devlet nerede bitiyor, mafya nerede başlıyor, sivil nerede bitiyor, asker nerede başlıyor, bunları ayırd etmek fevkalade zor. Bu Cem Ersever meselesi, JİTEM’in ortaya çıkartılması, vs.
ÖM: Vaelığı bile kabul edilmiyor daha, böyle insanların yaşadığı bile neredeyse!
HŞ: Bir sürü gazeteci arkadaşımız bu alanlarda bilgi toplamaya çalıştılar, bazen başarılı bazen başarısız oldular. Birine gidip soracaksınız, birileriyle konuşacaksınız. Aydın Engin’le iki gün önce konuşuyorduk, Hizbullah’la temas kurmak istemiş zamanında, sağa söyledim, sola söyledim, ona söyledim, buraya söyledim, sonra biri geldi “abi tamam, ben seni götüreceğim” dedi, onu alıp oraya götürmüşler. Sadece gittim konuştum, resim çekmedim, haber mi? Elimde bunun belgesi yok. Yani şunu demek istiyorum, soruşturmacı gazeteci, özellikle bu gibi derin devlet, vs. alanlarına girdiği zaman biraz karanlık bölgelerde seyahat etmeye başlamak gibi bir riziko ile karşı karşıya kalıyor. O yüzden çok kuvvetli şahsiyet gerektiriyor.
ÖM: Belki bütün bir ömrünü adamayı gerektiriyor, Seymour Hersh mesela...
HŞ: İran kontra meselesini de o çıkartmıştı. Bütün hayatını buraya vakfetmiş. Bizde şöyle bir anlayış var “a, polisle konuşmuş gazeteci!”, gazeteci herkesle konuşur, “gizli servisten adamlarla konuşmuş!”, “devletin içinde birileri ile konuşmuş!” elbette konuşacak ama acaba bunları yaparken gazeteci, aleti olmuş mu olmamış mı, kullanılmış mı kullanılmamış mı? Kendi temel misyonunu ön planda tutmuş mu, tutmamış mı? O ayrımı görmek gerekiyor.
ÖM: İlginç bir durum var, Seymour Hersh, hiçbir kaynak vermiyor, isim vermiyor ama kimse de inanmamazlık etmiyor, Başkan Bush dahil.
HŞ: Türkiye’de de buna benzer örnekler var, görüyorsunuz ki bir takım kitaplar gizli servis tarafından bir takım insanlara yazdırılmış. Çünkü o bilgilerin oraya başka türlü gelebilmiş olması mümkün değil. Bu soruşturmacı gazetecilik mi, yoksa alet olmak mı, o ince çizgiyi çizmek fevkalade önemli. Soruşturmacı gazeteci romantik, idealist, zamanımızın, maddiyatçı çıkarcı dünyasına pek uymayan bir tiptir. Dünyanın her yerinde bu böyle, madem ki Seymour Hersh örneğini verdik, Seymour Hersh, her zaman asıl sorumluluğunu ve yüksek sorumluluğunun kendi mesleğine karşı olduğunu, kendi meslek kamuoyuna karşı olduğunu hiç bir zaman aklından çıkartmamıştır.
ÖM: Onun için de çok saygın tabii.
HŞ: Uğur Mumcu’nun ölümü ile ilgili olarak yine çeşitli şeyler okuyoruz, tabii bu gibi insanlar aslında bilmemeleri kendi leyhlerine olan bir takım şeyleri öğreniyorlar. Bu da fevkalade tehlikeli bir şey olabiliyor.
ÖM: Her zaman olduğu gibi belli bir durumla karşılaştık, yine biz, ‘hay allah şimdi başlamıştık konuşmaya!’ duygusu içindeyiz. Belki ileride tekrar devam etmek üzere çok teşekkür ederiz.
(6 Haziran 2006 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)