Linçe davet

-
Aa
+
a
a
a

11 Nisan 2005Radikal Gazetesi

Daha birkaç ay önce Türkleri kadınları recmeden vahşi bir kültürün temsilcileri olarak gösterdiği için kimi kıytırık Amerikan dizilerini resmi ağızlardan ABD yönetimine şikâyet etmemiş miydik? Pekiyi daha gerçekçi bir dizi senaryosuna danışman olarak çağırılsak, hayali bir Türk başbakanı ağzından linçin gerekçelen-dirilerek savunuluşuna onay vermek zorunda kalmayacak mıyız? Bu bahara, suiistimal edilen Türk bayrağının gölgesinde linç heyecanıyla girdik. Milliyetçilik, hayatımızın tek sarsılmaz, sorgulanmaz hassasiyeti olarak kan çağırıyor bir kez daha. Bu toprakların düşünce tarihinde belirleyici olan, kendini sunma konusunda zamanlama-katmanlanma farklılıkları olmakla beraber hemen her görüşün saçağı altında buluşuverdiği milliyetçilik inşaatıdır. Açıkça ırkçı faşist söylemin dolayında örgütlenenlerin karşısında hep onları insanlığa davet eden 'gerçek milliyetçiler' olur. Onların da milli menfaatler konusundaki kaygılarının dışavurumu pek farklı değildir. O 'gerçek, insani milliyetçiler', o menfaatlerin tehlikede olduğunu sezdiğinde meydanı usulca diğerlerine bırakır. Daha vahşi, daha gözü kara olanlara boyun eğme, onların suyuna gidecek tavra bürünme konusunda bu kadar ustalıklı bir halk daha bulabilmek epeyi güçtür. Milliyetçiliğin, bir zamanlar şirin bir reklam kampanyasıyla üretilmiş sıfatıyla, 'pozitif' olanı, faşizmin kıyıcılığına, toplu mezarlar ortaya çıkana dek göz yumanlarınkidir. Onlar, suikastçı bir ülkücü tim olsa da Türk'e dokunulduğunda içi yanıp kıyamet koparanlardır. Onlar, Kürt meselesini, Türk ve Kürt milliyetçiliğinin çatışması olarak özetleyip tarafsız kaldığını ilan edenlerdir. Onlar, on yıllardır serpilip devleşmiş milli hassasiyetin sözcüleri olarak ister 'tescilli putkırıcı', ister 'mazbut demokrat' olsunlar, katliam girişimleri karşısında bile 'hırsızın suçu'nu sorgular. Memleketini çok seven, ne kadar eleştirse de yabancıya toz kondurmayan şirin gönül insanlarının ülkesinde bahar zor gelir. Stadyum'da buluşalım Trabzon'a gelmeden stadyumlara bir göz atalım mı? Mart sonunda Çanakkale 18 Mart Stadı'nda yapılan, 2'nci Lig A Kategorisi takımlarından Dardanelspor-Karşıyaka maçında, bir grup Karşıyaka taraftarı Abdullah Öcalan aleyhine slogan attı. Futbol Federasyonu Temsilcisi Okandan Çekver de raporuna, İzmir'den gelen 200 kadar Karşıyakalı taraftarın maç sırasında, 'O.. çocuğu Öcalan' ve 'Öcalan ananı PKK ...' diye küfürlü tezahürat yaptığını yazdı. Çekver'in karşılaşma sonrası Futbol Federasyonu'na faksladığı raporu inceleyen Hukuk Kurulu, Karşıyakalı taraftarların 'küfürlü ve kötü tezahürat' suçu işlediğine kanaat getirerek İzmir kulübünü Disiplin Kurulu'na sevk etti. Ama elbette olacak iş değil. Taraftarın böylesine rafine bir dille dışavurduğu milli hassasiyetin cezalandırılması düşünülebilir mi? Nitekim Karşıyaka Kulübü Başkanı Levent Güngil'in devreye girmesiyle konuyu inceleyen Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu, temsilci Çekver'in raporu doğrultusunda Karşıyaka Kulübü'nü, Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu'na sevk edenler hakkında soruşturma açıldığını açıklayıverdi. Bir spor karşılaşması sırasında muhatabı tarafından böylesine hak edilmiş küfürlerden rahatsız olan kimler ise asıl onların iyice bir soruşturulması gerekmiyor mu? 200 kişilik küfür korosundan mı rahatsız olmuştunuz? Ertesi hafta rakibi Kocaelispor'u kendi yuvasında ağırlayan Karşıyaka'nın milli gururla şişip kabarmış 4 bin taraftarı, bu kez daha coşkulu ve sırtı tapışlanmanın verdiği gazla yine Öcalan ve PKK/Kongra-Gel'i benzer sloganlarla yâd etti. Üstelik dev bir Türk bayrağını açıp elden ele dolandırarak benzersiz bir görsel şölen eşliğinde bir önceki hafta kendilerini rapor eden Futbol Federasyonu Temsilcisi Okandan Çekver'i protesto ederek. İzmir Emniyet Müdürlüğü, 500 polisi görevlendirerek stat içi ve dışında geniş önlemler aldı, asabi taraftarlar tek tek arandı. Karşıyakalılar besbelli bütün memleketi gezip girebildikleri her statta Apo ve taraftarlarının mezar taşını yazacaklar. Hiç kuşkusuz bu hamasi duruştan etkilenenler de çıkacaktır. Binler on binlere, on binler yüz binlere, inşallah dahası da gelir. Seferberlik koşullarına bir kez daha hoş geldin ey millet. Bundan sonra daha çok göreceğin var. En hassas millet Bu haberin yeterince önemsenmemesinin ardında yatandan sanırım hepimizin haberi var. Görevini yapan bir sorumlunun kendini Türk hukukunun karşısında buluvermesine hâlâ alışmamış olamazsınız. Polisin elinden geçenlere işkence raporu veren doktorlar mümkünse sürüm sürüm süründürülmüyor mu? Milli hassasiyeti tescillilerin karanlık işlerini saptayıp işaret edenlerin başına gelenleri duymadınız mı? Trabzon'da yaşanan linç girişimi ve etrafında örgütlenen aklıselim poşetli dil üstüne her vatandaşın iyice bir düşünmesi gerekmektedir. Milliyetçiliği, bu milletin mayasında bulunan, gerekli ölçülerde hayata yönlendirilirse pek de hoş ve yararlı bir özellik olarak gördüğümüz ve böyle gösterenlere karşı sessiz kaldığımız takdirde başımıza gelecekleri bilmiyor olamayız. 6-7 Eylül olaylarının galeyana gelmiş çapulcuları da aynı hassasiyetin kışkırtmasıyla yollara dökülmüştü. 1978 yılında Kahramanmaraş'ta yüzlerce insanın katledildiği, evlerin dükkânların yakıldığı vahşetin ardından sırıtan da aynı hassasiyet madalyonunun öteki yüzüydü. 92'de Sivas'ta Madımak Oteli'nde 39 kişiyi yakanlarınki de hakeza. Kitlelerin linç histerisiyle sokaklara döküldüğü, kendilerininkine benzer hassasiyet taşıyan Türk hukukunun hoşgörülü kollarında biraz yatıştıkları durumlarla dolu bu toprakların tarihi. Başbakan Erdoğan'ın Trabzon'daki linç girişimi sonrası demecini asla unutmamalı, ne kendisine, ne yandaşlarına unutturmalıyız: "Özgürlükler ve demokrasi kimsenin kötüye kullanamayacakları kadar yüce ve evrensel değerlerdir. Trabzon'da olan olaylarda, tabii ki halkımızın hassasiyeti çok ama çok önemli. Halkımızın bu hassasiyetlerini göz önünde bulundurarak herkes kendi tavrını belirlemelidir ve halkımızın bu milli hassasiyetlerine dokunulduğu zaman, şüphesiz ki bunun tepkisi farklı olacaktır" diye başlayan demecini. Özgürlükleri ve demokrasiyi kötüye kullandığı söylenen taraf, linçten kurtarılan gençler. Onlar bildiri dağıtma hakkını kullanarak bu affedilmez suçu işlemiş anlaşılan. Bildiri dağıtmak, suç değildir. İçeriğinde suç unsuru taşıyan bir şey varsa savcı soruşturma yürütür ve dava açar. Halkımın hassasiyetine dokunursan işte böyle olursun, anlamına gelen gözdağı yeterince açık. "Hapishanelerde neler oluyor, bilmek hakkımız.", "Tecritte ölüme son" diye slogan atarak bildiri dağıtan bu beş gencin bayrak yaktıkları, Öcalan posteri açtıkları yalanıyla karşımıza çıkan Trabzon Emniyet Müdürü, oynadığı oyunun farkında olmayabilir. Lâkin bu memleketin başbakanı, linççi halkının sırtını sıvazlarken olası katliamların yolunu açtığını düşünmüyor mu acaba? Binlerce insanın gözü dönmüş katillere dönüşüp kendi ilkel hukukunu uygulamaya koyma çabası karşısında saygı duruşuna geçerken kendisini uyaracak bir kişi bile yok mu? Başbakanımızın demecinin Türk hukukuna tercümesi: Linçten kurtarılan beş kişi 'Slogan atarak halkı güvenlik güçlerine karşı kışkırtmaya çalışmak, toplumda infiale yol açacak davranışta bulunmak, görevli memura mukavemet, saldırı ve (sıkı durun) sokakta bulunan vatandaşı darp etmek' suçlarından tutuklandı. Linççi kalabalığı kışkırtan-yönlendirenler hakkında da sonuç alınmayacağı neredeyse kesin bir çalışmanın başlatıldığını işittik. Samsun'da da bir grup TAYAD üyesinin F tipi cezaevleriyle ilgili basın açıklaması sırasında küçük çaplı bir linç kalkışmasıyla karşılaştıklarının haberi geliyor şimdi. Trabzon'da milli hassasiyetin yatışmadığını, saldırıların sürdüğünü işitiyoruz. Hiç kuşkunuz olmasın, bunca desteklenen linç provaları farklı şehirlerde de sahneye konulacaktır. Kum saati çevrildi. Hassas katiller bir kez daha işbaşında. Hiç yılmadan, bezip usanmadan tekrarlamak zorundayız. Linçten zor kurtarılmış insanları halkı kışkırtmaktan, darptan yargılarsanız, hukuk devleti diyegeldiğiniz ülkünün ipini kendiniz çekmiş olursunuz. Milli hassasiyet tamlamasıyla kutsadığınızdan ancak linçler ve katliamlar çıkacaktır.