Lima, 30 Kasım 2014: Lima'da BM İklim Zirvesi'nden hemen önce yüzlerce kişinin katıldığı bir iklim eyleminden.
Kaynak: Yeşil Gazete
2 Aralık 2014
Lima’dan herkese merhaba. Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi 20. kez toplanıyor. COP 20, Peru’nun başkenti Lima’da dünkü açılış töreniyle başladı. 12 Aralık’a kadar sürecek olan görüşmeleri izleyip günü gününe Yeşil Gazete ve Açık Radyo aracılığıyla sizlere ulaştırmaya çalışacağım. Ama önce iki paragraf genel bilgi…
İklim zirveleri, ya da resmi adıyla 1992’de Rio Yeryüzü Zirvesi’nde imzaya açılan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin Taraflar Konferansları (Conference of Parties – kısaca COP) ilk kez 1995’de Berlin’de toplandı (COP 1). 1997’de Kyoto’da yapılan COP 3’de ise Sözleşme’nin eki olarak hazırlanan meşhur Kyoto Protokolü hazırlandı, ancak başta ABD olmak üzere yeterli sayıda ülke bir türlü onaylamadığı için Protokol ancak 2005’de yürürlüğe girebildi. Bu yılki Taraflar Konferansı o nedenle Sözleşme’nin 20., Protokol’ün 10. Konferansı oluyor. (Türkiye bilindiği gibi Sözleşme’ye 12 yıl gecikmeyle, 2004’de, Kyoto’ya ise yine 12 yıl gecikmeyle 2009’da taraf oldu. Dolayısıyla bu Türkiye’nin Sözleşme’nin taraflarından biri olarak katıldığı 11. [ve Protokol için 6.] Konferans oluyor.)
Taraflar Konferansları’nda dünya hükümetleri 2007’den (hatta 2005’den) beri Kyoto’nun birinci yükümlülük döneminin sona erdiği 2012 sonrası için yeni bir anlaşma (ya da Protokol) hazırlamaya, yeni taahhütler, sera gazı indirim yükümlülükleri ve mekanizmalar üzerinde anlaşmaya çalışıyorlar. Buna Kyoto sonrası yeni iklim rejimi deniyor. Ancak, bu anlaşmanın yapılması beklenen 2009 Kopenhag zirvesinde (COP 15) yaşanan büyük başarısızlıktan beri patinaj devam ediyor. Bu arada 2012 geride kaldı, arada son derece yetersiz olan Kyoto’nun 2. yükümlülük dönemi (2012-2020) yürürlüğe girdi, ama çok az ülkenin katıldığı bu dönemi kimse ciddiye almıyor.
Zaten Kyoto da geldi geçti, iklimi değiştiren sera gazlarının atmosfere salınma miktarında (emisyonlar) en ufak bir yavaşlama eğilimi yok. Yani iklim değişikliğinin etkileri tam gaz devam ederken, dünya ülkeleri atmosfere her yıl bir öncekinden daha fazla karbon dioksit salmaya devam ediyorlar. İşte bu durumda, şimdi bütün gözler 2020 sonrası için yeni hedeflerin ilan edileceği ve yeni bir iklim rejiminin kurulacağı 2015 Paris Zirvesi’nde, yani COP 21’de… Dün Lima’da başlayan COP 20 ise Paris öncesi son zirve olduğu için önemli. Gelecek sene yapılacak yeni anlaşmanın çatısı burada çatılacak, gelecek yıl da son boşluklar doldurularak anlaşma ilan edilecek. Bu nedenle bütün ülkeler ve Birleşmiş Milletler, yeni bir Kopenhag faciası yaşamamak için son derece temkinli. Dolayısıyla Lima gerçekten önemli ve bu kez hem Lima’ya, hem de nihai hedef olan Paris’e yönelik beklentiler olumlu.
Yalnız bir dakika! Beklentiler olumlu, tamam, ama bu durum iklim değişikliğinin durdurulacağı veya en azından yavaşlatılacağı anlamına geliyor mu? Yani dünya hükümetlerinin üzerinde anlaşmaya vardığı “iklim değişikliğini yeryüzü 2 derece ısınmadan durdurmalıyız” hedefi tutturulabilecek mi? Unutmayalım ki şu anda ısınma 1 dereceye yakın ve her yıl bir öncekinden daha sıcak oluyor, iklim felaketleri hız kesmeden devam ediyor… Peki bunun için gereken yapılıp fosil yakıtların tüketimi ve dolayısıyla dünyanın her yıl atmosfere boca ettiği sera gazı miktarı düşürülebilecek mi? İşte orası biraz şüpheli. Çünkü olumlu beklentinin anlamı hükümetler için başka; sivil toplum, bilim insanları ve iklim değişikliğinden en önce ve en fazla etkilecek ülkeler için (örneğin ada ülkeleri ve en az gelişmiş ülkeler) başka görünüyor.
Birleşmiş Milletler ve dünya hükümetleri Paris’i önemsemek ve Lima’da olumlu bir durum yaratmak konusunda samimi olsalar bile, asıl önemsediklerinin yeni bir Kopenhag yaratmamak ve neye benzerse benzesin yeni bir anlaşmaya varmak olduğu söylenebilir. Çünkü aksi takdirde bütün bir süreç ortadan kalkabilir, Birleşmiş Milletler ve Sözleşme devre dışı kalabilir, “herkes başının çaresine baksın” denebilir. Yani öncelikli hedef “süreci kurtarmak”. Bu nedenle de çıta aşağıda tutuluyor. Örneğin yeni anlaşmanın temeli büyük olasılıkla Kyoto’daki gibi “şu ülke emisyonalarını şu yıl sonunda 1990’a göre yüzde şu kadar aşağıya çekmek zorundadır” olmayacak. Onun yerine iNDCs diye fiyakalı bir kısaltma kullanılmaya başlandı. Bu kısaltmanın açılımı Intended Nationally Determined Contributions (INDCs) oluyor. Bunu “niyet ettim iklim değişikliğine karşı mücadeleye kendi belirlediğim miktarda karkı vermeye” olarak çevirebiliriz. Anlamı ise şu: Ülkeler kendi yapabilecekleri katkıyı kendileri belirleyip bunu yapmaya niyetlenecekler.
Tamam, daha ciddi olalım ve niyet deyip işi sulandırmayalım: Kısacası bu sistem ülkelere esneklik ve hareket serbestliği sağlıyor. Yaptırım yok, zorlama yok, şu yıla göre indir, şu kadar indir, şunu yap, bunu yapma yok… Hükümetler yükümlülük, taahhüt, bağlayıcılık gibi kelimeleri neredeyse sözlükten silmiş durumdalar. Artık “katkı” var. O katkıyı planlamak ve ne olacağına karar vermek de her hükümetin kendi işi. Burada beklenen de o katkıyı ilan etmesi. Örneğin ABD’nin “2020’ye kadar emisyonlarımı 2005’e göre %17 azaltacağım” demesi gibi… Hatırlarsanız Kyoto’da 1990 emisyonlarına göre indirim hedefi belirleniyordu. Artık istediğiniz yılı da başlangıç olarak seçebiliyorsunuz. Herhangi bir zorlayıcı mekanizma da olmayınca bir ülke ilan ettiği hedefi tutturamadığında yaptırım mekanizması da herhalde “canın sağolsun” oluyor: “Bir sera gazı için birbirimizi kırmaya değmez, bir dahaki sefere inşallah…”
Peki her ülke kendi “katkı”sını kendisi belirleyecekse burada ne işimiz var? İşte bu sorunun cevabı biraz karışık… ABD ile Çin’in geçtiğimiz haftalarda yaptığı gibi ikili niyet beyanları veya AB’nin kendi içinde aldığı kararlar yetmiyor mu? Fosil yakıt şirketlerinin de pek sevdiği teknolojik çözümlerle “gönüllülük” neye yetmiyor?
Sanırım bu sorunun cevabı bütün ülkeleri işin içine dahil etmenin başka bir yolunun bulunamamasında yatıyor. Ayrıca Birleşmiş Milletler emisyonları takip etme konusunda başarılı bir sistem kurmuş durumda, bütün ülkeler bir standart çerçeveesinde birleştiriliyor. Uluslararası bir sözleşmenin baskısı olmasa iyiden iyiye gevşeyecek işler hiç olmazsa belli bir düzen içinde yürütülmeye çalışılıyor. Ayrıca adaptasyon, finansal mekanizmalar vb. de çok önemli. Yani işin odağı ortak hedeften diğer noktalara kaymış durumda. Paris’te bir anlaşmaya varmak, işte bu sistemin devam etmesini sağlamak için önem taşıyor. O da başarılacak gibi görünüyor. Olumlu havanın nedeni işte bu.
Peki ya işin içeriği? Yani sistem kurtulunca iklim değişikliği duracak mı? Sivil toplum, bilim insanları ve ada ülkeleri gibi yoksul, kırılgan ülkeler bunun için mücadele ediyor. Güçlü ülkeleri yapılacak anlaşmanın işe yarar olması için zorlamaya çalışıyorlar. İsterseniz bunları da yarından itibaren konuşalım.
Pardon… Açılış konuşmaları mı dediniz? COP 20 başkanı Peru Çevre Bakanı Manuel Pulgar-Vidal, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Sekreteri Christiana Figueres, Peru Devlet Başkanı Ollanta Humala neler mi dedi? Cevap basit: İklim değişikliği önemliymiş, hemen harekete geçmeliymişiz, falan… Hatta Figueres bir ara Nazca çizgileri gibi anlamlı bir anlaşmaya varmalıyız diye edebiyat da yaptı galiba, ama Nazca çizgilerinin ne anlama geldiğini söylemedi. Neyse, zaten iklim zirvelerinin nasıl açıldığı değil, nasıl kapandığı önemli. İzleyelim, görelim…