Znet
Kuşkuculuğun Zorunluluğu Tepkiler ve Geriye İz Sürme
(Columbia Üniversitesi İngiliz Edebiyatı profesörü, "Orientalism" başyapıtının ve pek çok başka yapıtın yazarı tanınmış düşünür ve muhalif Edward Said'in, 28 Eylül 2001 tarihli bu yazısı Londra'da yayımlanan Arap gazetesi El Hayat'ta yayımlandı. Türkçesi, 30 Eylül tarihli Radikal'de yayımlanan bu yazıyı, bazı düzeltme ve tamamlamalarla gözden geçirdikten sonra sitemize aldık.)
11 Eylül felaketini ve tepkilerini yaşayan 7 milyon Müslüman Amerikalı (ki, bunların sadece 2 milyonu Arap kökenli) için oldukça üzücü bir dönemden geçiyoruz. Felaketin Arap ve Müslüman kurbanları olmasının yanı sıra, bu gruba yönelmiş bir nefret havası da hâkim. George W. Bush vakit kaybetmeksizin Amerika ve Tanrı'yı müttefik ilan ederek, teröristlerin ölü ya da diri ele geçirilmeleri için savaş ilan etti. Ve gözler, ABD'nin büyük bir çoğunluğu için İslam'ı temsil eden, ele geçirilmesi zor Müslüman fanatik Usama bin Ladin'in üstüne çevrildi. TV ve radyolar eski bir playboy olduğu iddia edilen bu karanlık radikalin fotoğraf ve hayatına ilişkin dosyalar yayımlamaya başladı. Aynen Amerika'nın trajedisini 'kutlayan' Filistinli kadın ve çocukların görüntülerini yayımladıkları gibi. Uzmanlar ve sunucular durmaksızın İslam'la 'bizim' savaşımızdan bahsederken, 'cihat' ve 'terör' sözcükleri de ülkedeki korku ve öfkeyi besledi. Biri Sih olan iki kişi, Savunma Bakanlığı'ndan Paul Wolfowitz'in 'üllkelerin bitirilmesi' ve 'düşmanların nükleerlenmesi' gibi sözlerinden de cesaret alarak öfkeli vatandaşlarca öldürüldü. Yüzlerce Müslüman ve Arap dükkân sahibi, öğrenci, çarşaflı kadın ve sıradan vatandaş hakarete uğrarken, bunların hemen öldürülmelerini talep eden afiş ve duvar yazıları da dört bir yanı sardı. Bir Arap-Amerikan örgütünün yöneticisi daha bu sabah saatte 10 kadar hakaret, tehdit ve intikam isteyen mesaj aldıklarını söyledi bana. Dün yayımlanan bir Gallup araştırmasının sonuçlarına göre Amerikalıların yüzde 49'u, ABD vatandaşı olsa bile Arapların özel bir kimlik belgesi taşımasına evet demiş; hayır diyenlerin oranı da yüzde 49; yüzde 58 ise ABD vatandaşı da olsalar Arapların daha yoğun güvenlik kontrolünden geçirilmesini istemiş, buna karşı çıkanların oranı ise yüzde 41.
Ortalık sakinleşmeye başladıBush'un, müttefiklerinin kendisi kadar mudanaasız olmadıklarını anlaması, Colin Powell gibi bazı danışmanlarının Afganistan'ın işgal edilmesinin Teksaslı milisleri oraya göndermek kadar basit olmadığını anlatmaları üzerine, resmi kavgacılık da azalmaya başladı. CIA ve FBI'ın Arap ve Müslümanlara kötü muamele ettiğine ilişkin duyumlar artsa da genel olarak bir sakinleşme var. Bush, Washington'da bir camiyi ziyaret etti, cemaat liderlerine ve Kongre'ye 'nefret söylevlerine' son verme çağrısında bulundu; en azından Arap ve Müslüman dostlarımızla, yani Ürdün, Mısır, Suudi Arabistan gibi bildik olanlarla hâlâ tanımlanmamış teröristler arasında ayrım yapmaya başladı. Bush, Kongre'de ABD'nin İslam'la savaşta olmadığını söylerken, bütün ülkede Araplar, Müslümanlar ve Ortadoğuluya benzeyenlere yönelik artan retorik ve fiili saldırılar hakkında hiçbir şey söylemedi. Powell, İsrail ve Şaron hakkında ABD'deki krizi Filistinlileri daha çok ezmek için kullanmaları nedeniyle hoşnutsuzluk belirtse de, genel kanı bölgeye ilişkin ABD politikasında değişiklik olmadığı yolunda. Tek değişiklik büyük bir savaş hazırlığı. Yine de Araplar ve Müslümanlar hakkında ortada dolaşan şehvet düşkünü, kindar, vahşi, mantıksız, fanatik gibi aşırı olumsuz klişeleri dengeleyebilecek olumlu bilgi ve bakış hemen hemen hiç yok. Bir amaç olarak Filistin, burada hâlâ düşünülen bir şey değil, özellikle Durban Konferansı sonrasında. Öğrencilerinin ve öğretim görevlilerinin entelektüel çeşitliliği ve heterojenliğiyle tanınan benim üniversitemde bile Kuran üzerine bir derse pek raslanmaz. Philip Hitti'nin Arapların Tarihi/History of the Arabs adlı konuyla ilgili İngilizcedeki en iyi kitabının bile yeni bir baskısı yok. Baskısı ortalıkta olanların çoğu polemiğe yönelik ve düşmanca. Bunlarda Araplar ve İslam kültürel ve dini olarak değil, bir çekişmenin konusu olarak ele alınıyor. Yapılan sinema ve TV filmleri çirkin, saldırgan Arap teröristleriyle dolu. Bunlar, uçakları kaçırarak, Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon'u hedefleyen katliam silahlarına dönüştüren, herhangi bir dinden çok suç patolojisinin konusu olması gereken teröristlerden önce de vardı. Yazılı basında 'Artık hepimiz İsrailliyiz' kampanyasını ve Filistin intihar saldırılarıyla Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon saldırılarının aynı şeyler olduğunu vurgulayan kampanyalar var. Bu süreçte,
Filistinlilerin ülkesizlikleri ve uğradıkları baskılar ve birçok Filistinlinin intihar saldırılarını lanetleyen sözleri (benimkiler dahil) de unutuluyor. Sonuçta, 11 Eylül günü oluşan dehşeti ABD politikaları ve retoriğini de içeren bir kapsamda ele almak, teröristlerin eylemlerini göz ardı etmek şeklinde yorumlanarak dikkate alınmıyor veya saldırıya uğruyor. Anlama ve göz ardı etme arasındaki eşitlenme gerçek dışı olduğundan, bu tutum hem entelektüel, Hem ahlaki hem de politik olarak yanlış. Birçok Amerikalı, ABD'nin bir devlet olarak Ortadoğu ve Arap dünyasında yaptığı şeylerin hoşnutsuzluk yarattığına ve bunun ABD halkına mal edildiğine inanmakta güçlük çekiyor. Örneğin, İsrail'e koşulsuz desteğin; yüz binlerce masum Iraklıyı ölüme, açlığa ve hastalığa mahkûm ederken, Saddam Hüseyin'e dokunmayan Irak'a karşı uygulanan ambargonun; Sudan'ın bombalanmasının; Sabra ve Şatila katliamlarının yanı sıra 20 bin sivilin ölümüne yol açan, İsrail'in 1982'de Lübnan'ı işgaline yakılan yeşil ışığın; Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin ABD'nin özel kalkanı olarak kullanılmasının; baskıcı Arap ve İslam rejimlerine verilen desteğin. Ortalama ABD'linin farkında olduğu şeyle yurtdışında uygulanan acımasız ve adil olmayan politikalar arasında uçurum var.
ABD'nin tutumu belirleyici BM Güvenlik Konseyi'nin işgal, yeni yerleşimler, sivillerin bombalanması konusunda İsrail aleyhine aldığı her kararın, ABD'nin vetosuna takılması Amerikalılar tarafından hiç önemsenmezken, bir Mısırlı, bir Filistinli veya bir Lübnanlı için asla unutulmayacak ve ciddi yaralar açan bir olgu. Bir başka ifadeyle, ABD'nin belirli tutumları ve bunların sonucunda ABD'ye karşı alınan tavırlar arasında diyalektik bir ilişki var ve bunun Amerika'nın zenginliğine, özgürlüklerine ve dünyadaki başarısına duyulan kıskançlık ve nefretle ilgisi yok. Tam tersine, konuştuğum her Müslüman veya Arap, Amerika gibi olağanüstü zengin ve hayranlık verici bir ülkenin (Amerikalılar gibi cana yakın bir bireyler topluluğunun) dünyanın daha az şanslı insanlarına ilişkin bu denli vurdumduymaz olmasını anlayamadığını söylüyor. Araplar ve Müslümanlar, ABD politikasının İsrail lobisi tarafından oluşturulduğunun, 'The New Republic' veya 'Commentary' gibi İsrail yanlısı yayınların korkunç ırkçılıklarının veya sütunlarında Arap ve Müslümanlara sürekli nefret ve düşmanlık kusan A.M. Rosenthal, Charles Krauthammer, William Safire, George Will, Norman Podhoretz gibi yazarların da farkında. Bu görüşler marjinal yayınların arka sayfalarında kalmıyor, aksine herkesin okuyabildiği, örneğin Washington Post gibi gazetelerin yorum sayfalarında yer alıyor. Bu nedenlerle de 11 Eylül felaketinin kamu bilincinde henüz canlı olduğu New York ve Washington, daha fazla şiddetin ve terörizmin bilinci yenebildiği, uçucu ve sert bir duygusal ortamdan geçiyor. Çevremdeki herkes gibi ben de bunun fazlasıyla farkındayım.
Sivil haklar konusudaki kaygıMedyanın feci performansına karşın, yavaş yavaş ortaya çıkan hoşnutsuzluk, umut verici. Barışçıl çözüm ve müdahale için toplanan imzalar, bombalama ve yıkıma karşı alternatif arayışların yavaş da olsa seslendirilmesi ve yaygınlaşması olumlu göstergeler. Çünkü hükümet, telefonları dinleme, terörizm şüphesiyle Ortadoğulu insanları gözetim altına alma veya tutuklama hakkı ve McCarthyizme benzeyen bir paranoya ve şüphe ortamı yaratacak yasaları talep ettikçe, sivil hakların ve kişisel mahremiyetin zedeleneceği konusunda ciddi bir kaygı var. Amerika'nın bayrağı her yere dikme alışkanlığı yurtseverlik olarak da görülebilir ama yurtseverlik aynı zamanda hoşgörüsüzlüğe, nefret eylemlerine ve her tür tatsız kolektif tutkuya da yol açabilir. Başkan'ın konuşmasında İslam ve Müslümanlarla savaşta olmadıklarını söylemesine rağmen bu tehlike hâlâ var ve, mutlulukla belirtmeliyim ki, diğer yorumcular da bunu belirtiyor. İkincisi, halkın yüzde 92'sinin istediği belirtilen bu harekât konusunda da pek çok yorum ve toplantı talebi dörtbir yandan gelmeye başladı. 'Terörizmin kökünü kazımak', somut olmaktan çok metafizik bir şey olduğundan ve yönetim bu savaşın amaçlarının ne olduğunu henüz açıklamadığından, askeri olarak nereye gideceğimiz konusunda da belirsizlik var. Ama genel olarak retorik, daha az kıyamet ve din sömürüsü çağrıştıran bir hale büründü. Haçlı seferi fikri yok oldu ve 'fedakârlık' ve 'diğerlerinden farklı uzun bir savaş' gibi genel laflardan uzaklaşılmaya başlandı. Üniversitelerde, liselerde, kiliselerde, toplantı salonlarında ABD'nin bu saldırıya karşı ne yapması gerektiği konusunda sayısız tartışma yapılıyor. Terör eyleminin masum kurbanlarının ailelerinin bazı fertlerinin bile, askeri intikamın doğru bir yanıt olmadığına inandıklarını kamuoyu önünde açıkladığını duyuyorum. ABD'nin Ortadoğu ve İslam dünyasında güttüğü politikaların eleştirel bir yorumu ise henüz yapılmıyor. Amerikalılar ve diğer halklardan daha çok insan , dünya için uzun vadeli esas umudun vicdan ve anlayış temellerine dayalı bir topluluğun oluşmasında yattığını anlayabilseydi eğer... Yani, ister anayasal hakların korunmasında, ister ABD gücünün masum kurbanlarına (mesela Irak'ta) el uzatılmasında, isterse karşı tarafı anlama ve mantıki analizlerle hareket etme konusunda olsun, bu anlayış ve vicdan topluluğunun oluşmasında yattığını anlayabilseydi. Bu, "bizim" bugüne kadar yaptığımızdan çok daha fazla şey yapılmasını sağlayacaktır. Elbette bu, doğrudan doğruya Filistin'e ilişkin politikaların değişmesi veya daha kısılmış bir savunma bütçesi, veya daha aydınlanmış enerji ve çevre politikalarının uygulamaya konması anlamına gelmiyor. Böylesine dürüstçe bir geriye iz sürme dışında, umuttan nerede bahsedilebilir ki?Belki böylesi bir tutuma sahip bir seçmenler topluluğu ABD'de oluşabilir ama bir Filistinli olarak konuşurken, benzer tutuma sahip bir seçmen topluluğunun Arap ve Müslüman dünyasında da oluşmasını umut etmek zorundayım ben. Siyonizm ve emperyalizm hakkındaki şikâyetlerimize rağmen, toplumlarımızı kıskacına almış bulunan bunca yoksulluk, cehalet ve baskıdan, büyümesine izin verdiğimiz bu kötülüklerden kendimizin de sorumlu olduğumuzu düşünmeye başlamamız lazım. Örneğin, kaçımız laik politikaları açıkça ve dürüstçe savunduk, İslam dünyasında dinin kullanılmasını, İsrail'de ve Batı'da Yahudilik ve Hıristiyanlığın manipülasyonuna yönelttiğimiz eleştiriler kadar bütünlükle ve içtenlikle eleştirdik? Sömürgeci yerleşimcilere ve insanlık dışı toplu cezalandırmalara maruz kalsak da, kaçımız tüm intihar saldırılarını ahlaka aykırı ve yanlış eylemler olarak mahkum etti? Bize yapılan haksızlıkların arkasına daha fazla gizlenemeyiz artık, popüler olmayan liderlerimize Amerikan halkının verdiği destek konusunda pasif bir şekilde hayıflanamaya da devam edemeyiz. Yeni laik Arap politikası kendini ortaya koymalı artık: Ayrım gözetmeksizin öldürmeye hazır insanların militanlığını (ki, bu bir çılgınlıktır) bir an olsun onaylamayan ve desteklemeyen yeni laik Arap politikası artık kendini göstermelidir. Bu meselede artık herhangi bir belirsizlik olamaz.
Araplar olarak esas silahlarımızın askeri değil ahlaki olduğunu yıllardır savunuyorum. İsrail zulmüne karşı Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkını savunmasının, Güney Afrika'da ırk ayrımcılığına karşı verilen mücadelenin aksine dünyanın dikkatini çekmemiş olmasının bir nedeni, hedeflerimiz ve yöntemlerimiz konusunda açık olamamamız ve amacımızın mitolojik bir geçmişe dönüş ve dışlama yerine bir arada yaşama ve benimseme olduğunu açık seçik ifade etmemiş olmamızdır. Artık açık sözlü olmamızın ve politikalarımızı ince eleyip sık dokumamızın zamanı geldi. Artık açık sözlü olmanın, pek çok Amerikalının ve Avrupalının şimdi yaptığı gibi kendi politikalarımızı derhal incelemenin, yeniden incelemenin ve bunlar üzerinde tekrar tekrar düşünmenin zamanı. Başkalarından beklediğimizin daha azını kendimizden bekleyemeyiz. Liderlerimizin bizi nereye ve ne adına sürüklediğini görmek için hepimizin durup düşünmesi zamanı geldi. Kuşkuculuk ve yeniden değerlendirme bir zorunluluktur, lüks değil.
Metnin orijinali: http://www.zmag.org/saidcalam2.htm