Bu yazı 6 Aralık 2009 tarihli Radikal 2'de yayınlanmıştır.
Eğer 7 Aralık’ta başlayacak Kopenhag İklim Zirvesi’nden bir sonuç çıkmazsa, yaşanacaklardan sesini çıkarmayan herkes sorumlu olacak.
Dünyanın en önemli toplantısı yarın (7-18 Aralık) başlıyor. Dünya hükümetleri çığırından çıkmakta olan iklim değişikliğine çözüm bulmak için Birleşmiş Milletler’in ev sahipliğinde 15. kez buluşuyor. Bu kez gerçek bir anlaşmaya varmaları, üstelik radikal bir çözüm üzerinde uzlaşmaları gerekiyor. Biz de yarından itibaren Kopenhag’da olacağız. Kopenhag’dan bir sonuç çıkmasını sağlamak, sıradan insanların sesi olmak, hem zirvenin yapılacağı salonları, hem de sokağı boş bırakmamak için…
Peki kim ilgileniyor bizim için “dünyanın en önemli toplantısı” olan, ama çoğunluğun kafasını iklim değişikliğiyle bozmuş bir grup çevrecinin büyütüp durduğu bir şey olarak gördüğü anlaşılan bu zirveyle?
O çoğunluk hala iklim değişikliğini ozon tabakasıyla, fosil yakıtları spreyle karıştırıyor. O çoğunluk hala “insanların çevreye duyarlı olmasının” birbiriyle aynıymış gibi görünen bütün bu şeyleri çözebileceğini sanıyor. O çoğunlukta her şeyin ABD’nin başının altından çıktığına, ülkemizin kalkınmasını istemeyen dış güçlerin çevrecileri kullandığına inananlar var. O çoğunluk karnı tok sırtı pek olmayanların böyle şeylerle ilgilenmemesi gerektiğine başka her şeyden çok iman etmiş görünüyor. O çoğunluk fazla teknolojiden ortaya çıktığı ayan beyan olan bu krizin daha ileri teknolojilerle çözüleceğini umuyor.
Sadece çevrecilerin değil
Üstelik o çoğunluk sokaktaki insandan, ya da “cahil halktan” ibaret değil. Ülkemizin kanaat önderlerinin, köşe yazarlarının, akademisyenlerin, sanatçıların, yazar ve gazetecilerin, dünyayı yakından izleyen liberal ve solcu aydınların büyük kısmı bu çoğunluk içinde yer alıyor. Ne Kopenhag’la, ne varılacak anlaşma konusunda ülkeler arasındaki çekişmelerle, ne meselenin ekonomik, stratejik ve politik boyutlarıyla ilgileniyor bizim aydınlarımız… Ne eskiden, ne de Kopenhag çevresinde fırtınalar kopan son birkaç aydır bu konuda yazdıkları tek bir satır, söyledikleri tek bir söz, ürettikleri tek bir fikir var. Onlar bu meseleleri uzmanlara ve kendi mahallelerinde yaşamayan çevrecilere (mesela Greenpeace’e) bırakıp çok daha önemli konularla ilgileniyorlar: Açılım, demokrasi, kriz, ordu, tarih sohbetleri, hatta televizyon dizileri… Küresel ısınma ise bizim dışımızda birilerinin neden olduğu, yine nasılsa onların çözeceği bir mesele.
Oysa aydınlarımız gözlerini kapasalar da, gerçekler çıplak… Fosil yakıt ve tüketim bağımlılığından bütün dünya (ve evet Türkiye de…) kurtulmaz, doğayı ve gezegenin geleceğini sanayi, konfor ve zenginlik uğruna tahrip etmeyi sürdürürse, hep beraber göreceğimiz kadar yakın bir gelecekte iklim değişikliğinden kaynaklanan sosyal ve siyasi bir krizin içine yuvarlanacağız.
Bugün Avrupa’da tırmanan yabancı düşmanlığı neyin habercisi sanıyorsunuz? Avrupa kendini iklim mültecilerinden koruyacak refleksleri göstermeye başladı bile. Kale Avrupa’sı kuruluyor… Peki ya Darfur’da yaşanan neydi? Kurak topraklarda yaşanan soykırımda yüz binlerce insan neden öldürüldü? Eylül ayında İstanbul’da, 46 insanımızı alıp götüren seller neden şimdi yaşandı? Tesadüf mü bütün bunlar, yoksa hepsi sadece çevrecileri mi ilgilendiriyor?
Kopenhag teşhisi
İklim değişikliği gözlerimizin önünde sosyal ve siyasal bir açmaza dönüşüyor. Milliyetçilikten, savaştan, soykırımdan, mülteci sorunundan, ayrımcılıktan, yabancı düşmanlığından, ekonomik krizden her gün bahsedenlerin, iklim değişikliğini görmemeleri bu yüzden inanılır gibi değil.
Aralarında Michale Mann, Hans Joachim Schellnhuber ve Stephen Schneider gibi dünyanın en önemli iklim bilimcilerinin de olduğu 26 yazarın hazırladığı “Kopenhag Teşhisi” isimli rapor geçtiğimiz günlerde yayınlandı. Raporda bugüne dek iklim değişikliğiyle ilgili yapılan bütün tahminlerin iyimser hale geldiği, 2 derecelik kritik ısınma eşiğinin 2030’da geçilmesinin olasılık dahilinde olduğu belirtiliyor. Kuzey kutup buzulundaki erimenin IPCC’nin 2007 tahmininden %40, deniz seviyelerindeki yükselmenin %80 daha fazla olduğu, çok radikal önlemler hemen alınmazsa, birkaç yıl içinde geri dönülmez noktanın aşılacağı yine aynı raporda yer alıyor.
Ne yazık ki bütün bu uyarılara karşı bağışıklık geliştirmiş, tehlikenin büyüklüğü karşısında inkâra veya görmezden gelmeye sığınmış durumdayız. Birileri küresel ısınma diye bir şey yokmuş, bunlar çevrecilerin uydurmasıymış desin, biz de inanalım diye bekliyoruz. Bu türden yalan yanlış haberler herhalde bu psikoloji yüzünden popüler oluyor, küresel ısınma palavrası gibi isimler taşıyan kitaplar bu yüzden çok satıyor.
Ama ne yazık ki uyanma ihtimalimiz olan kötü bir rüya görmüyoruz ve bir şeyler yapması gerekenleri ancak konuyu ana gündeme ve sokağa taşıyarak harekete geçirebiliriz. Bu iş artık çevrecilerin meselesi olmaktan çıktı. Bugüne dek iklim değişikliğini ciddiye almamış köşe yazarlarımız ve aydınlarımız bir şeyler söylemek zorunda. Ben bu konudan anlamam deme şansları yok artık. Zaten ortada karışık bir teknik mesele de yok. Dünyanın en basit denklemi var. Kendi elimizle yarattığımız ve içine kısılıp kaldığımız üretim-tüketim döngüsü varoluşumuzu ve uygarlığımızı tehdit ediyor. Ve bu bir olasılık değil, dümdüz bir gerçek. Bu kadar dümdüz bir gerçeği anlayamayanlar, karmaşık sosyal ve siyasal mekanizmaları nasıl anlayabiliyorlar?
Biz Kopenhag’a bunun için gidiyoruz. Çünkü Kopenhag son şans olabilir. Ve eğer Kopenhag’dan bir sonuç çıkmazsa, olacaklardan elinde imkan olduğu halde sesini çıkarmayan herkes sorumlu olacak. Gelecek savaşlardan, soykırımlardan ve mülteci akınlarından, sellerden, kasırgalardan, açlık ve susuzluktan da… İnanması güç gelebilir, ama buna bu satırları okuyan siz de dahilsiniz.