Kopenhag’da olup biteni daha önce yaşanan Cenevre, Prag, Cenova, Seattle gibi uluslararası zirvelere yönelik protestolarla karşılaştırmak doğru, ama tam olarak da değil.
Bundan tam on yıl önce Seattle’da doğan yeni aktivizm biçimi, kitleleri küresel kapitalizmin ana odaklarına karşı mobilize ediyor. Bu tür eylemlerin bir örneğini daha geçtiğimiz aylarda Dünya Bankası ve IMF’nin yıllık toplantısı sırasında İstanbul’da da yaşadık. Kopenhag’da bugün ve geçen Cumartesi günü yapılan ve on binlerce insanın katıldığı gösteriler de aslında aynı ruhla yapılıyor. Sistemin tepkisi de polisin eylemin yapıldığı kentte estirdiği terörden, kullandığı biber gazının markasına kadar neredeyse aynı. Ama yine de önemli bir fark var.
Kopenhag’da yapılan alternatif zirvenin (Klimaforum) açılışında konuşan Kanadalı yazar ve aktivist Naomi Klein’in da hatırlattığı gibi, iklim zirvesine yönelik protestoların Dünya Ticaret Örgütü’ne, G8’e ya da NATO’ya karşı yapılan eylemlerden farkı söylediği sözün niteliğinden çok devam eden toplantının ana amacına bakışı. Yani Kopenhag’daki aktivistler ‘hayır’dan çok ‘evet’ diyor. Yapılan toplantıyı engellemek ve dağıtmaktan çok, bir sonuç çıksın diye bastırıyor. Susun ve gidin demekten çok, haklarımızı tanıyın ve çözün diye bağırıyor. Bu meseleyi biraz daha açarsak,bugün Kopenhag’da binlerce kişinin zirve merkezinin içinde ve dışında yaptığı ve yüzlerce göstericinin gözaltına alınmasıyla sonuçlanan doğrudan eylemlerin olası sonuçlarını anlamamız kolaylaşabilir.
***
İçinde yer aldığımız ve anlamlı bir şekilde sonuçlanması için biraz umutsuz da olsa baskı oluşturduğumuz süreç 1972’de Stockholm’de başladı. Bundan 37 sene önce Stockholm’de ekonomik büyümenin, sanayileşmenin ve sürdürülemez hale gelen ekonomik sistemin çevresel ve sosyal sonuçları Birleşmiş Milletler çerçevesinde ilk kez ele alınmıştı. Stockholm’ü izleyen çevre temalı uluslararası zirveler Montreal, Rio, Kyoto, Johannesburg gibi dönüm noktalarında değişti ve bir yönden etki gücünü de arttırdı. Ama öte yandan bu değişimin içinde sözünü ettiğimiz BM sürecinin farklı bir söz söyleme gücünü yitirmesi ve sürdürülebilir kalkınma gibi boş söylemlerle sistem tarafından etkisiz kılınmaya başlanması da önemli yer işgal etti.
Ama yaklaşık kırk yıllık değişim süreci bundan ibaret değil.
Geçen süre içinde hareketin antikapitalist niteliği güçlendi. Ekonomik büyüme ile sanayileşmenin kirlilik ve ekolojik kriz yaratan niteliğinin ötesinde şirketlerin kirli iktidarı ve hükümetlerin antidemokratik yönetimi de ön planda sorgulanmaya başlandı. Ekolojik sorunların insan hakları boyutuyla, yerli topluluklara ve çiftçilerin yaşam hakkına karşı süren sistemli saldırıyla, mülteci meselesiyle ve adalet sorunuyla giderek daha fazla bağlantı kuruldu. Hatta giderek bu bakış açısı harekete ana rengini vermeye başladı.
Öte yandan sadece sokaktaki tepki değildi değişen… Sürecin bütünü de ekonomik büyümenin ve endüstriyel kalkınma anlayışının eleştirisini aşarak küresel adalet perspektifinin iyice güçlendiği bir havaya büründü. Bunun en önemli göstergesi Rio’da imzalanan iklim değişikliği konvansiyonunda ortak ama farklılaşmış sorumluluk ilkesinin ortaya çıkması, yani Batılı sanayileşmiş ülkelerin tarihsel sorumluluğunun kabul edilmesi idi.
Bu çok kritik bir ilke ve iklimle de sınırlı değil. Batılı sanayileşmiş ülkelerin iklim değişikliğiyle birlikte yaşadığımız ekolojik kriz, yoksulluk ve küresel adaletsizlik konusunda asıl sorumlu olduğunun kabul edilmesi anlamına da geliyor. Bu ilke uluslararası anlaşmalar için olmazsa olmaz bir çerçeve sağlıyor. İşte tam da bu yüzden ABD, Kanada ve diğer Batı ülkeleri açıktan ya da gizlice tarihsel sorumluluk ilkesinin altını oymaya, bu ilkenin kabul edildiği ciddi bir anlaşma zeminini yok etmeye çalışıyorlar.
İşte bugün Kopenhag’da yaşanan protestolar küresel kapitalizmin DTÖ gibi uluslararası suçlularının zirvelerini durdurmaya yönelik olarak yapılan protestolardan farklı olarak, belki de elimizde kalan son uluslararası hukuk ve anlaşma zeminlerinden birini ve ana ilkelerini korumayı ve yok edilmesini önlemeyi amaçlıyordu.
Afrika ülkelerinin “Kyoto’yu öldürmeyin” pankartlarıyla yaptığı eylemlerin, atılan küresel adalet sloganlarının, iklim borcu ve tazminat gibi kavramların ortaya çıkışının, radikal ve bağlayıcı hedeflerin ilan edilmesini talep etmenin temelinde bu yatıyor. Bugün Kopenhag’da ABD ve müttefikleri bu ilkesel zemini yıkarak Kopenhag sürecini çökertirlerse asıl o zaman başarılı sayacaklar kendilerini. Bizim istediğimiz şey ise bu ilkelerin hem yok edilmesini, hem de kağıt üzerinde kalmasını önlemek ve devletlere yaptırım uygulanmasını sağlamak. Jose Bove’nin önceki gün Klimaforum’da gündeme getirdiği Uluslararası Çevre Mahkemesi bu anlamda önemli bir açılım sağlıyor.
Tabii bir de bugünkü eylemlerin en güzel sloganlarından birini hatırlatmak lazım: “Halkların Meclisine Katıl”. Bu slogan artık iyice kirlenen ve anlamını yitiren Birleşmiş Milletler’in yerini alması gereken yeni düzeni işaret ediyordu. Bu slogan bende Vandana Shiva’nın ya da Wangari Mathai’nin genel sekreterliğini yaptığı, bütün halk hareketlerinin temsil edildiği, hükümetlerin değil sivil toplumun yönettiği, şirket lobilerinin kapısından içeri sokulmadığı, bağımsız uluslararası mahkemelerin yaptırımlara karar verdiği yeni bir Birlemiş Milletler yapısını canlandırıyor.Tabii bunu bize sistem hediye edecek değil. Mücadele ederek kazanacağız.
***
Peki şimdi ne olacak derseniz, zirvenin onuncu günü geride kalırken Kopenhag zirvesi çökmekten beter bir hale gelmiş durumda. Danimarka hükümetinin ve Birleşmiş Milletler’in ikiyüzlülüğü ve şirketlerden başka kimsenin çıkarlarını savunmamaya kararlı olduklarını göstermeleri yeni bir durum ortaya çıkana kadar bu sürecin herhangi bir hayırlı sonuç üretmesi ihtimalinin ortadan kalktığını bir kez daha kanıtlıyor. Sivil toplumu yaka paça zirveden kovalayan Birleşmiş Milletler yerle bir olan itibarını bir daha tamir edebilir mi bilinmez.
Kopenhag’da resmi zirve salonlarındaki takım elbiseli iş adamı, bürokrat ve politikacı kalabalığının temsil etmediği, tam tersine düşman gördüğü milyarlarca insan ve onların sesini sokağa ve salonlara taşıdıkları için bu kirli koalisyonun iri yarı Danimarka polisine hedef gösterdiği genç ve kararlı bir hareket var burada. Hem kararlı, hem şiddetsiz, hem ilkeli, hem cesur.
Kopenhag’dan sonrası onlardan sorulur.