20 Ocak 2014
Soru Rousseau’nun zamanından bu yana azıcık değişmiş, ama muamma aynı kalmıştır (1). Neden, şu anda çoğumuz, daha önceki nesillerin neredeyse tümünden daha fazla özgürlüğe – zulümden kurtulma, kölelikten kurtulma, açlıktan kurtulma özgürlüklerine – sahip olmamıza rağmen, bu özgürlüklere sahip değilmişiz gibi davranıyoruz ki?
Son dönemlerde herhangi bir hükümetin önermiş olduğu en bağnaz, en baskıcı kanun tasarısının –kamuya zarar verici ve kamuyu rahatsız edici fiilleri önlemeye yönelik önleyici mahkeme kararlarını içeren Anti Sosyal Davranışlar Kanunu’na İşçi Partisi’nin eleştiri ve saldırılarının kanunun acımasızlığına karşı değil, aksine kanunun yeterince sert olmamasına karşı olduğunu keşfettiğimde hemen aklıma gelen soru buydu işte (2,3). Geçen hafta bu kanun teklifi Lordlar Kamarası'nda kesin çoğunluk tarafından reddedildi (4). Ama eğer hükümet bu korkunç öneriyi Avam Kamarası’nda yeniden oylamaya sunmayı denerse, muhtemelen İşçi Partisi bir tek, kanunun fazla yumuşak olmasına itiraz edecektir.
Bize fiilî bir seçme şansı tanımayan bir politikaya neden tolerans gösteriyoruz ki? Büyük ölçüde dolar ya da sterlin milyoneri fon sahiplerinin, şirket muktedirlerinin ve zorba medyanın buyrukları altında çalışan bir politikaya? İnsanların artık iktidar sahiplerini eleştirdikleri için işkence görmediği, idam edilmediği bir çağda neden geçerli alternatifler yaratmayı başaramıyoruz ki?
ABD Kongresi’nde tarihte ilk kez bu yıl milletvekili ve senatörlerin çoğunluğu dolar milyonerlerinden oluşuyor(5). Temsilciler zenginleştikçe, geçirdikleri kanunların dişi, zenginlere daha az, yoksullara da daha çok geçiyor. Ne var ki, Duyarlı Politika Merkezi’nin (Center for Responsive Politics) işaret ettiği gibi “talep ve kaygılarımızı Washington’da temsil etmek üzere varlıklı politikacıları seçme konusundaki iştihamızda hiç azalma görülmüyor.” (6)
Siyasal hayat plütokratlar tarafından gasp edilir, canlıküre (biyosfer) ayaklar altında çiğnenir, kamu hizmetleri berhava edilir ya da şirketlere peşkeş çekilirken, çalışanlar neredeyse angarya şartları içeren sözleşmelerle çalışmaya zorlanırken, biz yan gelip yatma ve ağzı açık ayran budalası gibi bakıp durma konusunda neredeyse sınırsız bir yeteneğe sahipmişiz gibi görünüyoruz. Birkaç tane harikulade istisnası olmakla birlikte, genel olarak protesto hareketlerinin sesleri boğazlarına tıkılmış, alternatifler de sorgusuz sualsiz geçiştirilmiş oluyor artık. Nasıl oldu da bu insanüstü hımbıllığı edinmeyi başardık acaba?
Mesele sadece politika ile sınırlı değil. Şimdilerde bizim, yeryüzünün hemen her yerinde vekaleten bir hayat, bir karşı hayat yaşamaktan, temsilî ve aldatıcı ilişkiler, elden düşme zevkler sürdürmekten ve bireyselleşme olmadan atomlaşmış bir yaşama sahip olmaktan pek memnunmuşuz gibi bir halimiz var. Aramızda harcanabilir bir gelire sahip olanlar, büyük dedelerimiz ve büyük nenelerimizle karşılaştırıldığında, olağanüstü bir özgürlüğe sahipler. Oysa, hepimiz ev hapsine konmuş gibi yaşama eğilimindeyiz. Çoğumuz ev eğlencelerine harcadığı paralarla muhtemelen bir at satın alabilir, her hafta sonunu da buzkaşi oynayarak geçirebilirdi. Ama yok, aydınlatılmış bir kutuya aval aval bakmayı ve bağıra çağıra ortalıkta hoplayıp zıplayan başka insanları seyretmeyi yeğliyoruz. Kendimize getirdiğimiz politik kısıtlamalar, daha geniş bir yasak rejiminin ve özgür olma konusunda daha kapsamlı bir başarısızlık tablosunun sadece bir yönünden ibaret.
Burada düşünce kuruluşlarının ya da beyin takımlarının özgürlüğünden bahsediyor değilim – sterlin milyarderlerinin vergilerini ödememe özgürlüğünden, şirketlerin atmosferi kirletme ya da çocukları sigaraya alıştırma, ev sahiplerinin de kiracılarını istismar etme özgürlüğünden söz etmiyorum. Başkalarına borçlu olduğumuz yasaklayıcı namus ve edep kurallarına saygı duymalıyız. Bununla birlikte, başkalarının özgürlüğünü kısıtlamadan kullanabileceğimiz o kadar çok özgürlük var ki.
Dinî ve kültürel yasakların çoğunun gücünü yitirdiği yaygın bir refah çağında neler olmasını beklersiniz diye atalarımıza sorsalardı, bugün en gözde faaliyetlerimizin ateşli siyasi toplantılar, maskeli orjiler, felsefi tartışmalar, yaban domuzu avlama ya da devasa dalgalar üzerinde sörf değil, sadece alışveriş yapmaktan ve bir de, eğleniyormuş gibi yapan başka insanların seyrine bakmaktan ibaret olduğunu atalarımızın kaçta kaçı tahmin ederdi acaba? Ülke ve hatta dünya çapındaki muhabbetin – hem kamusal alanda, hem de aile, eş dost, ahbap arasında – sadece şu 3 ‘y’ yani yenilenen evler, yemek tarifleri ve yazlıklar üzerine döneceğini kaçta kaçı öngörebilirdi? Atalarımızdan kaçta kaçı, akıl hafsala almayacak kadar zenginliğe, boş vakte ve serbestliğe sahip olan insanların, zamanlarını soğan doğrarken gözleri yakmamak için üretilmiş özel soğan gözlükleri ve buğday çimi sıkma aletleri satın almak için harcayacaklarını tahmin edebilirdi? İnsanoğlu hür doğdu, ama şimdi her yerde kendini mağaza zincirlerine vurdu.
Bundan birkaç yıl önce bir arkadaşım, internette flört sitelerinde kendine uyarıcı bir kız arkadaş bulmak için uğraşırken nasıl bunalıma girdiğini anlatmıştı bana. Karşısına çıkan yığınla kadın, kelimesi kelimesine aynı cümleyi yazıyormuş: “Benim için, şöyle divanın üstüne yayılıp elimde bir kadeh kırmızı şarap, güzel bir DVD izlemekten daha güzeli yok.” Arkadaşımın içine düştüğü dehşet, kadınların bu tercihinden çok, asıl bu tekrar olayından doğuyordu: “Benliklerin farklılaşmasından doğabilecek imkân ve ihtimalleri kavramaktan öyle âcizdiler ki.”
Geçen hafta ona yazıp durumda bir değişiklik olup olmadığını sordum. Olmuştu evet. Şimdi de onu yeise sürükleyen bir girdabın içine düşmüştü. 2013 yılında 18 kadınla çıkmıştı; bir bütün olarak ele alındığında girişilen deneyin kıymet-i harbiyesi olmasa dahi, insanı tekrar tekrar geri dönmeye sevk eden o kısa keskin darbeyi arıyorum” diyordu. “Hayatım ... arzunun ânında ve sığ şekilde doyuma ulaştırıldığı o İnternet ritmine uygun adımlarla dans etmeye başladı artık.” Hazzın koşu bandına hapsolmamış birini ararken, kendisi hazzın koyu bandına hapsolmuş durumdaydı.
Acaba bizi daha geniş kapsamlı hürriyetlerden yoksun bırakan şey, bu olabilir mi acaba? Yani, arzunun ânında köreltilmesi, ya da rahat ve konforu hazırlop bulmamız? Aşırı rahatlık ve konfor, özgür olma iradesini köreltebilir mi?
Eğer öyleyse, bu, erkenden ve zor yoldan öğrenilmiş bir alışkanlık olmalı. Çocukları evin içine hapsettiğimizde onlardan, açık havaya çıkmakla sımsıkı bağlantılı olan özgürlük içgüdüsünü geliştirmelerini bekleyemeyiz.(7) Korku, üşüme, açlık ve bitkinlik gibi şeyleri denememişlerse, beyni zorlayan başka özgürlüklerin peşinde koşmalarını bekleyemeyiz onlardan. Belki de, muhtaç ve yoksul olmama özgürlüğü, çelişkili bir biçimde, bizi diğer özgürlüklerden yoksun bırakmış durumda. Pek çok yeni hazzı emre amade kılan özgürlük, o zevklerden keyif alma arzusunu köreltiyor olabilir.
Tocqueville, demokrasi konusunda da benzeri bir noktaya işaret etmişti: Demokrasinin, her birimizi “tümüyle kendi yüreğinin yalnızlığına hapsetmesi tehlikesi var.”(8) Demokrasinin bahşettiği özgürlükler, bir araya gelme ve örgütlenme arzusunu öldürüyor. Sürdürülebilir ve sağlam alternatifler yaratma konusundaki isteksizliğimize bakılacak olursa, ne bir yere ait olmak istiyoruz biz, ne de yoldan çıkmak.
Seçimler konusundaki iktidarsızlığımızın bizi çok geçmeden nasıl zorbalığın tahakkümüne götüreceğini görmek hiç de zor değil. Muhalefet partilerini sterlin milyonerlerinin ve şirket lobicilerinin pençelerine düşmekten kurtarmak için şart olan tutarlı halk hareketlerinin yokluğunda, her hükümet adı demokrasi olan bir polis devleti tezgâhlamanın cezbesine kapılacaktır. Özgürlüğün her çeşidi, ya kullanacağımız, ya da kaybedeceğimiz bir şeydir. Ama özgürlüğün ne demek olduğunu hepten unutmuş gibi bir halimiz var bizim.
Türkçe’ye çeviren: Ömer Madra
1. Rousseau’nun cevapsız kalan sorusu, Toplum Sözleşmesi kitaebının başında yer alır ve bu soru, esarete boyun eğişimizin gizemine ilişkindir.
2. http://www.labour.org.uk/asb-the-government-is-proposing-to-weaken-powers
3. Yvette Cooper, Column 176. www.publications.parliament.uk/pa/cm201314/cmhansrd/cm130509/debtext/130509-0002.htm
4. http://www.theguardian.com/politics/2014/jan/09/lords-reject-antisocial-asbo-ipna-bill
7. http://www.theguardian.com/commentisfree/2013/oct/07/education-children-not-feral-enough
8. Alexander de Tocqueville, 1835. De la Démocratie en Amérique.