Kirli Sokaklar

-
Aa
+
a
a
a

Önünüze Dönün, Kâğıdınıza Bakın, Kopya Çekmeyin!

 

“Samsun'da iki lise öğrencisi okula giderken tabanca ile öldürüldü.

Samsun Anadolu Lisesi öğrencileri 17 yaşındaki Cihan Semizoğlu ile 16 yaşındaki Ahmet Genç, bu sabah okula giderken kimliği belirsiz bir kişinin silahlı saldırısında can verdi.”

 

Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altındaBir teneffüs daha yaşasaydıTabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdürDevlet dersinde öldürülmüştür...

Ece Ayhan 

Veya yukarı bakın, yukarıdaki habere bakın. Üçüncü sayfadan, birinci sayfaya avdet eden, yol ortasında kalleşçe öldürülen genç bedenlerin “suratımıza tokat” vesikalıklarına bakın. Sonra o vesikalıklardan bize nasıl bakıp, hayatlarımızın orta yerine ne menem travmalarla indiklerine bakın.

Defalarca bakın! Bakın ki; 25 Mayıs sabahında Samsun’da, daha 16’sında, lacivert ceketli, gri pantolonlu, ıslak saçlı, uykulu gözlü evlatlarına kahvaltı hazırlarken ve hâlâ daha bakmaya doyamadıkları yüzlerini elleriyle avuçlarının içine alan anaların, bir saat sonra telefondan duyacakları sesten hayatlarına düşürecekleri acılara bakın. Düne bakın, daha öncesine bakın, gazeteleri karıştırın, hafızanızı karıştırın, aklınızı karıştırın.

 

Kaldırımlarda, hastanelerde, kapı diplerinde birbirini boğazlama seanslarının gönülsüz figüranlarına bakın. Anne olun, baba olun! O, bakışları “suratımıza tokat” fotoğraflı çocuklar, “kara mermer”in üstünde kanlı kanlı yatarken oradan geçen birine bakın. Onun o çocukların soğuk bedenlerine bakarken gözlerinde çakan çaresizliğin dehşetine bakın.

 

Sonra, çocuğunuzun suratına bakın, ama çaktırmayın. Hani belki bıyıkları yeni terlemeye başlamıştır, hani belki kahvaltı yapmadan gitmiştir. Onu son defa görüyor olma ihtimalinizin korkunçluğuna bakın! Ve her gün bu karabasanı taşımanın ağırlığına bakın. Her “genç cesetler”in arz-ı endamında, neden evlatlarınızın hayatlarının en güzel anlarıyla gözünüz önünde belirdiğine bakın. Dehşete düşün!

Gidip ona anlamsızca sarılın, utandıracak kadar sarılın, içinize sokun, suratı kıpkırmızı olsun. Sıcak teni teninize değdiği zaman içinizin nasıl titrediğine bakın. O tenin soğuması ihtimali dehşetine bakın. Bir cümle içine ne kadar anlamsızca cümle sığdırdığınıza bakın veyahut boğazınıza inen “acılı” yumrulardan sebep nasıl konuşamadığınıza bakın.

Ama illa ki, o “suratımıza tokat” vesikalık resimlerdeki çocuklara bir daha bakın. İşte, ondan sonra, sadece kendi evladınıza değil, bu toprakların diğer evlatlarına da neden bakmanız gerektiğini düşünün. “Devlet dersi”nde hocasının gözüne giren çocukların da, bir zamanlar evlatlarınızla aynı sıralarda okuduğuna, aynı yolları arşınladığına, aynı ceketi, aynı pantolonu giydiğine bakın.

 

Bu garip derse, bu zorba derse, bu acayip müfredata bir daha bakın!

 

Bakacaksınız, eliniz mahkûm! çünkü bu topraklarda yaşıyorsunuz, çünkü “yaşasaydı önüne bir sürü hayat koyacak”, o soğuk sayfalardaki o soğuk fotoğraflarda donan “suratımıza tokat” bakışlı çocukların topraklarında yaşıyorsunuz.

 

Neden hâlâ böğürmediğinize bakın! Neden hâlâ boğulmadığınıza bakın! Neden hâlâ kaçıp gitmediğinize bakın! Neden hâlâ evlatlarınızı evlere kilitlemediğinize bakın.

 

Sakın ha, Aman ha! Bir şeye bakmayı zinhar unutmayın: “devlet dersi”nde içeri girince ayağa kalktığınız, kalkarken bile titrediğiniz, her titremenizde bir parçanızı kaybettiğiniz, “müfredat”a bakmayı unutmayın. O müfredatı kollarının altında taşıyan, hayatlarımızı en rezil, en pespaye “filmlere” fon olarak kullanan adamların suratına dikkatle bakın. Okulda, sırada, sokakta, televizyonda ve ez cümle, her masum hikâyenin orta yerinde salya sümük arz-ı endam eden bu karanlığın gölgelerinin birbirlerine ne kadar benzediğine bakın.

 

Ortak tarihimize, ortak yazgımıza, hayasızca, insafsızca tüküren suratlara bakın.

 

Ve eğer fırsatı bulursanız, bir vesikalık fotoğraflarını isteyin ve o “suratımıza tokat” bakışlı evlatlarımızın fotoğrafları ile yan yana koyun.

 

Gördünüz di mi? İki resim arasındaki fark ne kadar net: yüzleri, bakışları, gülüşleri… Umutla, ölümün bu kadar rahat yan yana geldiğini gördünüz mü? İşte o iki fotoğraf bu topraklarda çekilen filmlerin özetidir. Bakıp da gördüğünüz, bakıp da göremediğiniz, bakmaktan ürktüğümüz, ürkmekten bakamadığımız filmlerin davetiyeleridir, her gün evlerimize bedava gönderilen. O davetiyelerdeki imzalara iyice bakın. Bakarken dudaklarınızı nasıl ısırdığına bakın, o imzaların umutlarınızı nasıl ısırdığına bakın.

Veya hiç bunları yapmayın, gözünüzü “nisyan” koru ile dağlayın.

Önünüze dönün, kâğıdınızı arkadaşınıza göstermeyin. Kimsenin acılarından, hikâyelerinden, umutlarından kopya çekmeyin. Tabiat dersinden değil, devlet dersinden “pekiyi” alın. Bu “bakmak”ları hiç üstünüze almayın! Bir sürü “bakmak”lardan, kuleler, şapkalar, kâğıttan uçaklar yapın, kendinize koskoca bir “yalan” yapın. Onlar, o derslerde, o kanlı elleri ile evlatlarımızın vesikalıklarından koca koca albümler yaparken, bir tenefüs daha yaşamayı kendinize kâr sayın! 

 

 

(Bu yazının tüm hakları, yazarını ve ilk yayımlandığı kaynağı belirtmek kaydıyla ve kâr amacı gütmemek şartı ile, kullanmak isteyene aittir...)