Kapıcııı! Selam olsun sana!

-
Aa
+
a
a
a

Gecen Pazar, Kadıköy'de oynanan derbiye gönderilen en geç selamlardan biri olacak belki ama böyle bir sevaba kayıtsız kalmak yakışık almaz. Futbol uzun bir aradan sonra memlekete geri döndü. Özlemişiz. Yüz dakikaya yakın, futbol oyunun neden sevilesi bir oyun olduğunu hatırlattıkları için bu iki takımın oyuncularına da teşekkür etmek gerekir. Ve maç sonunda, iki takımı da alkışlayan Fenerbahçe yandaşlarına da.. Sizi de özlemişiz!

Lakin, bu kadar güzellik arasında, tribündeki bir diken benim canıma fazla battı. Yeri geldi söyleyeyim: Gülü çok severim de dikenine niye katlanayım onu hiç anlamam. Akıl var mantık var. Hal böyle olunca, meselenin büyütülmesinin ziyadesiyle önemli olduğunu düşünüyorum. Pazar günü Saraçoğlu tribünlerinde açılan ''Rıza Efendi 2 ekmek, 1 süt'' pankartından bahsediyorum. İnsanın görünce kanını donduran, ''ne oluyor artık bu millete'' dedirten, ar damarı iyiden iyiye çatlayan toplumun göbeğinde, bir pankart vasıtasıyla, en kaba haliyle lümpenlik, en geniş anlamıyla da 25 sene önce ekilen tohumlarının filizleri ulu orta arz-ı endam etmeye devam ediyor. Bu kadar basite alınacak bir mesele mi bu. Sokaklardan sol vicdanı silinen memleket, bize daha nice Trabzonlu linçler, Kadıköylü lümpenlikler hediye edecek görelim, bakalım!

Hakikaten, insanın canına dokunuyor. Bu ne cesaret, bu ne küstahlık. Ne cesaretle beş genci iki bin kişi linç etmeye kalkıyor, ne cesaretle kendisinin çizmediği kaderinde çocuklarına doğru dürüst bir hayat vermek için her şeyi yapan bir babanın mesleğini bahane edip oğluna yılışık yılışık takılıyor? Hiç mi çekinmezsin, korkmazsın o rezil suratın gazeteye o pankartın arkasında çıktığı zaman.

Peki ya, yönetici, stat görevlisi, taraftar? Onların da hiç mi içi sızlamadı, karşınlarında, yanlarında o sefil bez parçasını gördüklerinde. Niye ortalığı ayağa kaldırmadılar indirilmesi için. Çıkıp maçtan sonra ''İçeri nasıl sokulduğunu bilmiyoruz, çok çirkin. Kınıyoruz!'' diyorlar. Ne kadar samimi, değil mi o ''beyaz'' yüzleri?!

Ama ne olacaktı ki. Yirmi beş senedir, bu toprakların erdem adına, ahlak adına biriktirdiği ne kadar değer ve insan varsa hepsinin köküne kibrit suyu dökerseniz, işte böyle arsızlar da uluorta yerlerde biter ve tüm sefilliklerini utanmadan gözümüze gözümüze sokarlar. Çünkü meydan artık onların. Çünkü yok artık o ''şarabi eşkıyalar''. ''Onlarda olmasa kimimiz var?''

Yaşasaydı, ne kadar haz ettiğini bilmediğim bu oyunun mabedindeki rezilliğe en tok şiir-küfürü olurdu herhalde Can Baba! Neyse ki şiirleri var, ondan yadigâr. Nefesimiz kesildiğinde nefes oluyor.

O paçavrayı Saraçoğlu'nun göbeğinde açan zihniyete ithaf olunur!

Kibar Hırsızın Türküsü

Anamın ipiyle indim gökdelen damınızdan

Kelebek gibi girdim kelebek camınızdan

Taksinize mülkünüze dairenize...

Heceleyerek üzerinde ayak ve el uçlarımın

Belledim seyyarenizi ve kelimelerinizi...

Gözlerinize baktım, mukaddes ciltlerinize, büfelerinize

Vesairenize...

Şiir fenerimle de baktım, son çığlık!

Aşk yokmuş sizde beş paralık!

Gidiyorum ben boşçakallar

Sıçmışım ortalık yerinize

Kıçımın fosforuyla aydınlanın siz artık

 23 Nisan 2005 tarihinde Birgün'de yayımlanmıştır.

 

(Bu yazının tüm hakları, yazarını ve ilk yayımlandığı kaynağı belirtmek kaydıyla ve kâr amacı gütmemek şartı ile, kullanmak isteyene aittir...)