Kapatmak istiyorlar...

-
Aa
+
a
a
a

14 Kasım 2005Mehmet Altan

Bundan dokuz yıl önce Susurluk Çetesi ortaya döküldüğünde sistemin temizleneceğini sanmıştım. Olmadı.

Ne kadar insanımızın ölümüne neden olduğunu bile bilmediğimiz Körfez Depremi'nin ise müteahhit-bürokrat-siyasetçi üçgenini kaldırıp atacağını ummuştum, o da olmadı.Şimdi kendi halkını bombalayan, kurşunlayan ve belki de kendine yeni bir uyuşturucu yolu açmaya çalışan bir zihniyetin Şemdinli'de suçüstü yakalanmasına rağmen bu işin de kapatılacağından kuşkulanmaktayım. Üstelik AB sürecine ve başta başbakan olmak üzere hükümetin "kararlılık" ifadelerine rağmen...

Neden mi? Birincisi, yakalananları savcının hangi madde ile suçlayacağını merak ediyordum. Savcı soruşturduğu olayı "örgütlüsuç-çete" kapsamına alacak mıydı almayacak mıydı? Dünkü gazetelerden almadığını, üstelik hakkında soruşturma yürütülen dört kişiden ikisini serbest bıraktığını okudum. İkisi de Jandarma İstihbarat Teşkilatı'nda çalışan astsubaylardı. Bunlardan birine de Kara Kuvvetleri Komutanı sahip çıkmıştı. Üstelik serbest bırakılan iki astsubay, olayın herkesin gözleri önünde meydana gelmesine rağmen polise teslim edilmemişler, "güvenli" bir yere götürülmüşler ve savcıya iki gün sonra ifade vermişlerdi.

Karamsarlığımı artıran başka nedenler de var. Olay yerinde ele geçirilen Jandarma İstihbarat aracından iki görevlendirme yazısı çıktığını okuduk. Bu görevlendirme yazısı halk tarafından yakalanan kıdemli başçavuş Ali Kaya emrine verilmiş araç ile jandarma başçavuş Özcan İldeniz'i kapsıyor.

Görevlendirme evrakını ise Hakkari İl Jandarma Komutanı Albay Erhan Kubat imzalamış. Jandarmanın polisin yetkili olduğu kent merkezlerinde "istihbarat" yetkisi yok. Hukuk devletinde iş ciddiye alınırsa yetkiyi veren amirin de "idarisoruşturmaya" tabi tutulması gerekir. Ama "idarisoruşturma" için, albayın bir üstünün izin vermesi lazım. O da yaşanan örneklerdeki gibi bir sonuç vermiyor.

Beyaz Renault'dan çıkanların "delil" sayılmadığı, savcının bulunduğu grubu kurşunlayan ve bir kişinin ölümüne sebep olan uzman çavuşun "nefsimüdafaayıaşanadamöldürmek" kategorisine sokulduğu, bombayı atan itirafçı Veysel Ateş'in "basitcinayetten" yargılanacağı dosyadan umudunuz olabilir mi? Üstelik iş ciddiye alınsa, filmin sadece "kitabevibombalama" sahnesiyle yetinmemek gerekiyor. Şemdinli'deki on yedi bombalama, 5 Ağustos'ta dağıtılan ve "intikamalınacağını" belirten bildiri var.

Sabah, böylesine vahim bir olayı "basitbiradlivaka" konumuna indirme çabalarını haklı olarak "Meğerçetedeğilnefsimüdafaaymış" diye dalga geçerek duyuruyor. Aynı tavrı Milliyet'in manşetinde de görüyoruz. Ama ortaya çok ciddi hukuksal ve siyasal bir iddia konmaz ise karanlıkta boy gösterenler bunun birinci sayfalardan düşeceğinden, kamuoyunun işin peşini bırakacağından, bu iktidarın yorulacağından çok eminler.

Türkiye Ali Şükrü Bey'in, Mustafa Suphi'nin öldürüldüğü ve katillerin yakalanmadığı bir gelenekten geliyor. Askeri uçak alımında rüşveti ortaya çıkarmayan tek ülke de burası.

Susurluk gibi "devletindevletolma" özünü dinamitleyen bir skandalı örtbas eden de burası. Şimdi AB sürecinde, sivil ve demokratik otoritenin gücünü ispatlama açısından bir imkan ele geçti. Üstelik ellerinde Susurluk gibi muazzam bir deneyim var.

Türkiye bir hukuk devleti mi? Silahlı bürokrasi hukuk denetimine tabi mi? Yoksa burası çeteleşmenin hukuka ağır bastığı bir orman mı? Bu soruların cevaplarını yakında daha iyi göreceğiz. Ama ilk sinyaller bizim bildiğimiz o eski orman olduğu inancını pekiştirme istikametinde. Umarız yanılırız. Umarız, hukuksuz devlet olamayacağını bu kez devletin kendisi de bizzat anlar.

http://arsiv.sabah.com.tr/2005/11/14/yaz71-40-120.html