25 Ocak 2011
Suçluya göre suçun yeniden tanımlandığı bu ülkede yaşadığımız gerçeğiyle artık yüz yüzeyiz. Kanıtıyla ortaya çıkmış, hasıraltı edilemeyecek hale gelmiş suçların dahi gözardı edildiği bu ülkede nihayet itiraflar dönemi geldi.
Son üç beş gün içinde gazetelere düşenlere bir bakalım. Mutki’de “kimliği tesbit edilemeyen PKK’lılar” olarak tutanağa geçen 15 cesedin Mutki Belediyesi tarafından “Kavakbaşı Yolu üzerinde müsait bir yere gömüldüğü” ortaya çıktı. Bunun üzerine bulunan kişilere ait kemiklerin defin ruhsatına göre 1999 yılının eylül ayına ait olduğu belirtilince bazı kayıp yakınları umutlandı.
Ve tabii İHD’ye ihbar yağmaya başladı. Askeriye avlularında, asit çukurlarında, dere kenarlarında, yaylalarda, uzak çöplüklerde kemik bulunuyor artık. Bu mevzuda ilk yazılarımızı yazdığımız dönemde, iki yıl oluyor, “siz çıldırdınız mı, orada sadece hayvan kemikleri çıkıyor, herşeyi uyduruyorsunuz” yazılı mailler alırdık. Oysa 90’lı yılların dehşeti öylesine baskıcı bir ortam yaratmıştı ki, yakınlarına ne olduğunu sorgulayanlar dahi canlı kalamıyordu bölgede.
“Ne ezilmesi, bana ezilmiş bir tek Kürt gösterin” diyen malum kişilere cevap yetiştirmeye çalışmıyorum ne zamandır. Susuyorum. Çünkü artık bizzat suç konuşuyor. Toplu mezarlar açılıyor her gün. Mutki’deki kazılardan başka, Bingöl’de, Çemişgezek’te, Kızıltepe’de şu geçtiğimiz iki yıl içersinde toplu mezarlar bulundu. Bitlis civarında da mezarlar olduğu söyleniyor. Tabii Şırnak, Hakkâri, Diyarbakır kırsalında da...
İtirafçı Aygan’ın anlatımlarıyla ortaya çıktı bunlardan bazıları. Gelgelelim, Ergenekon sanığı ve JİTEM kurucusu emekli Albay Arif Doğan ise Aygan’ın yaşamadığını, onu çoktan öldürttüğünü söyledi.
“Bu adam ölü. Onu ben öldürttüm. 20 tane Aygan olsun yine öldürtürüm!” Doğan, JİTEM’i Ben Kurdum adlı Cüneyt Dalgakıran’ın hazırladığı (Timaş Yayınları) kitabında Güneydoğu’da görev yaptığı yılları anlatırken Veli Küçük’ten Mehmet Ağar’a, Çatlı’dan Kocadağ’a, Hanefi Avcı’dan Sedat Peker’e... Birçok isimle ilgili tartışılacak iddialarda bulunuyor. Doğan’ın bu iddiaların ne kadarının itiraf olduğu da sanırım önümüzdeki dönemde netleşecek.
İrticayla Eylem Planı davasının kırmızı bültenle aranan firari sanığı Bedrettin Dalan ise avukatları aracılığıyla mahkemeye başvurarak şöyle diyor yine bugünlerde: “Beni tutuklamayacağınızı taahhüt ederseniz Türkiye’ye dönüp ifade veririm!”
Çorap söküğü gibi geliyor itiraflar. Bir diğeri Albay Temizöz döneminde onun talimatları doğrultusunda görev yapan binbaşından. Albay Temizöz’ün yargılandığı faili meçhul davasında tanık olarak ifade veren Binbaşı Başkök, “Biz köylerin çevresini sarar arama yapardık” diyor.
“Komutanımız emir verirdi, şu köye gidin der biz de giderdik. Komutan mutlaka gelirdi. Şahıslar alınırdı. Karakola götürülürdü.” Başkök, itirafçılarla birlikte faili meçhul cinayetleri işlediği iddia edilen bazı askerleri hatırladığını ve sorgu ekibinde çalıştıklarını anlatarak, “sivil giyinen ekibin iki tane Toros arabası” olduğunu da ekliyor.
Bir başka itiraf ise, Öcalan’ın İmralı’daki günlerini kaleme alan Cengiz Kapmaz’ın yeni kitabından. Kitabın dayandığı belgelerden birinde İmralı’yı ziyaret eden bir komutanın devlet ile diyalog eksikliğinden yakınan Öcalan’a 2000’in başında söylediği sözler çok çarpıcı. Çünkü komutan Öcalan’a dikkate alınmak için savaşı tırmandırmasını söylüyor: “Düşük yoğunluklu savaşla sizi kimse dikkate almaz, daha ciddi savaş verin, sizi dikkate almak zorunda kalırlar.”
Bugünlere dek toplumda korku salarak ya Atatürkçülüğün ya çağdaşlığın ya da konjonktüre göre Türkçülüğün ideolojisini kendine kalkan eden kişi ve kurumlar özgürce suç işlediler. Onlara suç işleme yetkisini ‘irtica’dan, ‘Kürt bölücüler’den, ‘Hıristiyan misyonerler’den vs. çok korktuğumuz için bizler verdik bizzat!
Suç haritası genişledikçe meşrulaştı. Dökülen kanlar hep çığlık attı toprakta. Ama Ergenekon davası vesilesiyle topluma mahkeme önlerinde veya medyada korku salan aktörler artık devre dışı kaldı. Korku salarak, masumları hedef göstererek suç işleme meşruiyetini ellerinde tutmaya devam edemediler.
O yüzden bugün, suçluluk duygusunu kapatmak üzere bazıları kibir kılıfına bürünüyor ve sanık kimliğini dahi kabul etmiyor. Bazıları ise emir itaat ilişkilerinin ötesine taşıdıkları vicdanlarıyla itirafa başladı.
Korku silahı elinden alınanlar, toplumda kendi iktidarlarını bilinçaltımıza zerk ettikleri faşizmle sürdüremeyeceklerini fark ettiler. Artık kendilerini var edebilmenin yegâne yolu işledikleri suçu savunmak.
Bu dönem, zorba ile zulüm arasındaki ilişkiyi çok daha net biçimde görmeye başlayacağız. İmzanın sahtesi, belgenin orijinali vesaire derken, bazıları masum olduklarını kanıtlayacak kuşkusuz. Ama bazıları, kendini ‘olduğu gibi’ ifade edecek!