Ekonomi Notları - 99
Ömer Madra : Bugün, öncelikle gazetelerde yer alan bir habere değinelim istersen. İlk üç aydaki ekonomik büyümenin %12,4 olarak bir rekor kırdığını, ve bunun ne anlama geldiğini bir konuşalım mı kısaca?
Hasan Ersel : Tabii, büyüme herkesin hoşuna gidiyor. Ve ekonomi canlanıyor, iş imkânları artıyor, bu yüzden de olumlu olarak görüyor. Ama nasıl büyüdük ona baktığımız zaman da şunu görüyoruz; imalat sanayiinde büyüme hızı %11.3 olmuş. Yani epeyce hızlı. Toptan ve perakende ticaret % 17.3 büyümüş, yani mallar üretilmiş, o mallar ticarete konu olmuş, bunlar da pozitif gelişmeler. Tarım daralmış, ama zaten tarımın bu çeyrekte ağırlığı düşüktür, milli gelir içerisinde. Ama orada bir daralma olmuş, onun dışında ekonomide bir canlanma gözüküyor, ciddi bir canlanma gözüküyor. Şimdi, burada dikkate değer noktalardan bir tanesi işin talep tarafından olmuş. Ne tür harcamalarla bu büyüme yaratılmış? Burada özel tüketimin % 10.6 arttığını görüyoruz. Bu hızlı bir artış, milli gelirin en büyük bileşenidir, %68’ini oluşturur, %10.6 artmış. Buna mukabil daha ilginç artış özel yatırımlarda; %52.6 bir artış var. Yani müthiş hızlanmış özel yatırımlar. Bu da arzu edilen bir olay. Kamu kesiminde ise biraz farklılık var 2003’ün aynı dönemine göre farklı davranış gözleniyor. Geçen yıl kamu tüketim harcamaları azalmış bu dönemde, şimdi ise artmış, %2.4 yani çok hızlı bir artış değil ama bir artış var. Kamu yatırımları ise azalmaya devam etmiş.
ÖM : Herkesin çok hoşuna giden bu durumun arkasında bir yerlerde yatan olumsuz tarafları var mı?
HE : Var, Biraz dikkatli bakmak lazım bu olup bitene. Büyüme iki türlü olabilir, kabaca söylüyorum ; Bir dışarıya mal satarsınız, yurtdışına, oradan gelir elde edersiniz, büyürsünüz, bir de içeride mal satarsınız büyürsünüz. Bu ikisi kötü-iyi anlamında değil de iki farklı yol. İç talebi karşılayacak şekilde büyüme, bir de dış talebe yönelik büyüme. İşte ben buna baktım, iç talep ne kadar artmış diye. İç talepteki artış oranı %18.1. Çok yüksek bir talep büyümesi var ve anlaşılıyor ki ekonomi iç taleple büyümüş. Şimdi bunun ne sakıncası var diyeceksiniz? Sakıncası şu: İç hızla büyüyünce üretim ona yöneliyor. Üretimin gereği olan ithalat artıyor, yani bir malı üretebilmek için bazı mallar ithal etmeniz gerekiyor, bu da cari dengeyi bozuyor. Şimdi, biz daha önce bir çalışma yapmıştık, orada çok net bir şekilde gözüküyor ki Türkiye’nin faiz harcamaları dışındaki cari dengesini etkileyen en önemli unsurlardan bir tanesi iç talep, diğeri de reel kur, ama bu iç talep çok önemli. İç talep artınca Türkiye’nin cari dengesi bozuluyor. Ve şu anda olup biten de budur.
ÖM : Cari dengeyi bir açıklar mısın, cari denge ne demek?
HE: Cari denge, Türkiye’nin kazandığı toplam dövizle harcadığı toplam döviz arasındaki fark. Bu bozuluyor ve biz borçlanmaya başlıyoruz. Yani kazandığımızdan daha fazla döviz harcaması yapıyoruz, açık büyümeye başlıyor. Bu açığı nasıl ödeyebilirsiniz? Elinizde belki Merkez Bankası’nda döviz vardır, onu verirsiniz, veya borçlanırsınız, ödersiniz. Şimdi cari açık bundan büyüyor. Önemli bir gösterge bu. İşin ilginç tarafı başka bir yerde. Peki, ne yapalım? Bu hızı keselim, kesilmesi gerekiyor, çok hızlı olunca bu kötü. Bir miktar olunca tamam, ekonomi rayında gidiyor. Çok hızlı olunca kötü. Şimdi akla gelen şeylerden biri şu; kamu harcamalarını biraz kesersek iç talebi düşürmüş oluruz, ama bu iş öyle değil, çünkü, kamu harcamalarının milli gelir içindeki payı çok düşük. Özel toplam iç talepteki artış, yani kamu dışındaki artış hızı %19.3, yani iç talepteki artış özel kesimden, yani benim harcamamdan, filan kişinin yatırım yapmasından kaynaklanıyor. Bu artış miktarı 4,3 katrilyon Lira. 1987 fiyatlarıyla, yani özel iç talepteki artışın toplam değeri 1987 fiyatlarıyla 4.3 katrilyon Lira. Fakat kamu kesiminin toplam iç talep içindeki büyüklüğü 2.6 katrilyon Lira. Yani kamu kesimi küstü mü, “hiç harcama yapmıyorum, maaş filan da vermiyorum” dese devam edemiyor bu artışa.
ÖM : Kompanse edemiyor.
HE : Dolayısı ile özel kesimin, yani senin, benim ve yatırımcının harcamalarını kesmemiz lazım. İşte burada en zor olan nokta da harcamaları kesmeye kalktığın zaman, yatırımları da olumsuz etkileyeceğinizi hesaba katmak gerekiyor.
ÖM : Özel kesim harcamaları nasıl kesilebilir, azaltılabilir?
HE : Mesela faizleri yükseltirsiniz, yatırımcılar yatırım yapmaktan vazgeçerler. Ama yatırım yapmaktan vazgeçmesi ne demek? İşte istihdam üzerinde olumsuz etki yapması demek, ülkenin kapasite büyütmemesi demek. Ya da vergi koyarsınız. O harcamaları alırsınız, yani harcama yapılmasını engellersiniz. Maliye politikası, para politikası, bu tip olaylarda toplam iç talebi dengelemek, ondaki artışları kontrol etmek için kullanılır, ama aldığınız her kararın bir başka yerde de bir etkisi olduğunu da bilmek lazım. Yani, tamam faizleri yükselttiniz, iç talebi kıstınız, ama yatırımlar olumsuz etkilendi, işsizlik problemi üzerinde bir etki var. Zaten iktisat politikasının zorluğu, bir çok teknik bilgi gerekmesi, hem de biraz politika sanatının kullanılması buradan geliyor. Hiç bir olumsuz etkisi olmayacak, hiç bir yan etkisi olmayacak bir ilaç yok burada, problem bu.
ÖM : Evet. Yani büyümede bir rekor kırıldığı ile ilgili bir haber okuyunca insan coşuyor ve hoşlanıyor ama tabii, başka yönlerini de dikkate almak gerekiyor anladığım kadarıyla.
HE : Evet, zaten daha evvel de konuşuyorduk, Türkiye’nin büyümesi lazım buna bir kuşku yok. Fakat Türkiye’nin büyüme hızını aşırı arttırması Türkiye’yi rahatsız edecek sonuçlar da getiriyor. Onun için Türkiye’nin dengeli büyümesi lazım. Yani her yıl aynı oranda, diyelim ki mesela 4-5, o oranda büyümesi lazım.. Fakat bir yıl %9 büyürse bilmemiz gerekiyor ki bu dengeleri bozuyor, ertesi yıl eksi oluyor. Onun için büyümeyi belli bir yol üstünde tutmamız ve iktisat politikasının da buna yönelmesi lazım. Oysa kim iktidarda olursa olsun ülke çok hızlı büyüdüğü zaman hoşuna gidiyor. Ben de olsam hoşuma gider. Bak insanlar daha mutlu oluyor, daha iyi filan diyoruz. Ama pek öyle olmuyor.
ÖM : Evet, büyük güzeldir diye bir sloganımız yok yani.
HE : Yok.
ÖM : Bir de ikinci konumuz vardı; bu çok güncel olduğu için ön plana aldığımız bir konuydu. Bir de özellikle senin seyahatlerinde gözlemlediğin nüfusla ilgili meseleler var. Dünyadaki nüfusla ilgili. O konuda da konuşalım biraz, bugünün ikinci konusu olarak.
HE : Evet, ben iki tane toplantıya gittim; ikisinde de bir şekilde nüfus meselesi gündeme geldi, Türkiye’nin ve dünyanın.
Birisi Avrupa Birliği ile ilgili, orada nüfus meselesi şöyle gündeme geliyor; deniyor ki Türkiye’nin nüfusu çok büyük. Bu Avrupa Birliği çevrelerinde etkili, ama nüfus üzerinde uzman olmayan kimseler bunu söylüyorlar. Çok, bu doğru. Türkiye altmış sekiz milyon, kalabalık bir ülke. Ama bir ikinci görüş var, diyorlar ki; hem çok hem de çok hızlı artıyor, yakında yüz milyon olacak, hatta yüz elli milyon olacak. Bu doğru değil. Yapılan çalışmalarda hiç öyle bir şey çıkmıyor. Galiba bunun üzerinde ısrarla durmamız lazım. Nüfusumuzun çok olduğu doğru, fakat hızla artıp, yüz-yüz elli milyon olacak, “Avrupa Birliği’ne alırsak bunları, her taraf Türklerle dolacak” görüşü doğru değil. Hatırlatayım; 1999’da TÜSİAD tarafından yayınlanan bir çalışma var. Adı da “Türkiye’nin Fırsat Penceresi; Demografik Dönüşüm ve İzdüşümleri”. Bu çalışmayı Boğaziçi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Cem Behar, Dr. Hakan Ercan, Marmara Üniversitesi’nden Prof. Dr. Sema Erder, ODTÜ’den Doç. Dr. Oğuz Işık ve Doç. Dr. Murat Güvenç yapmış. Bu çalışmanın ilk bölümünde bir nüfus projeksiyon çalışması var, orada diyor ki; 2005 yılında 88 milyona ulaşacak Türkiye, 2070 yılında 95 milyonda sabitlenecek, göç gibi bir şeyler olursa da en fazla 99 milyon olur. Hiç bir zaman 100 milyona ulaşmayacak. Şimdi yeni bir çalışma yayınlanmış, 2004 Mart’ında basılmış Birleşmiş Milletler tarafından. Bu çalışmaya da dikkatimi Prof. Dr. Cem Behar çekti. “World Population in 2300”, “2300 Yılında Dünya Nüfusu” diye bir çalışma.
HE : Bir projeksiyon yapıyor. Şimdi o projeksiyonda Türkiye’ye baktım; Türkiye’nin nüfusu 2000 yılında 68 milyondan 2050’de 98 milyona çıkıyor. Sonra da 2100’de 90 milyona iniyor, 2200’de 87’ye iniyor, sonra 2300’de 92’ye iniyor, yani Cem Behar’ın, -yanılmıyorsam diğer sözünü ettiğim çalışmanın nüfus projeksiyonu bölümünü Cem Behar yapmıştır-, bulgularının beş aşağı beş yukarı aynısı. Yani Türkiye 100 milyon olmuyor hiç. Bunu unutmamamız lazım, çünkü bu bir argüman olarak çıkabiliyor. Benim katıldığım yerde bir argüman olarak çıkmadı ama söylendi. Eğer Türkiye Avrupa Birliği’nin üyesi olursa ve Rusya Federasyonu da katılmazsa, Avrupa Birliği’nin en kalabalık üyesi oluyor, bu doğru. Çünkü Almanya, şu anda 82 milyon, 2050’de 79 milyona iniyor ve ancak 2300’de 85 milyon oluyor, nüfusu böyle artmıyor. Dolayısı ile Almanya en kalabalık ülke olma sıfatını kaybetmiş gözüküyor bu projeksiyonlara göre. Bu projeksiyonlar Birleşmiş Milletler’in.
Bir de dünyanın durumu var.Bir Rus akademisyen bir sunum yaptı. Benim de dikkatimi çekti, Sergei Kapitsa. Onun bulduğuna göre iyi haberler var. Nüfus artışı düşüyor, 2000 yılından sonra nüfus artış hızı düşüyor. Dünyada belli bir rakamı geçmeyecek, bir matematiksel model yardımıyla bunları yapmış. İyi haberler veriyor. Yalnız dengeye geldiği rakam 11 ile 12 milyar arasında dünya nüfusunun. Prof. Kapitsa şu ana kadar dünyaya gelmiş insan sayısının 100 milyar olduğunu söylüyor.
ÖM: Yani geçmiş 100 bin yılı mı esas alıyor?
HE: Evet, toplam 100 milyar kişi gelmiş. Neyse, dünyada en hızlı nüfus artışı 1950-2000 yılları arasında olmuş. Hem Prof. Kapitsa’nın çalışması bunu gösteriyor, hem de Birleşmiş Milletler’in onu gösteriyor. Şimdi Birleşmiş Milletler’in demin değindiğim çalışmasında biraz daha detaylı bilgi var. Biraz fazla rakam olacak ama söylemek istiyorum. Dünya nüfusu onların çalışmasında 2000 yılında 6.1 milyar, 2075’de 9.2 milyara çıkacağını ama daha sonra biraz azalacağını söylüyorlar. 8.3 milyar civarına geleceğini söylüyorlar, yani Kapitsa’dan biraz daha küçük bir rakam fakat yüksek.
ÖM : Hangi tarih için bu?
HE : 2075’te 9,2 milyara ulaşıyor. 2175 ile 2300 arasında da 8,3 milyara iniyor. Tabii senaryolardan “makul senaryo” diyeceğimiz senaryoda olan bu.
ÖM : Evet, burada bugüne kadar duyduklarımızdan farklı olan bir nokta var, bu önü alınmaz bir şekilde büyüyen bir dünya nüfusunun kaynaklar üzerinde yapacağı baskı ve çevre konusunda yapacağı baskı dolayısı ile büyük bir felaket senaryosu olarak çıkıyor karşımıza. Burada bir değişiklik görüyoruz bir anlamda, öyle mi?
HE : Ebediyen nüfus artmayacak, onu görüyoruz, ama bunun başka etkileri var; mesela dünyadaki nüfus artışının çok az bir kısmı görece gelişmiş ülkelerde oluyor. Bugün görece gelişmiş dediğimiz ülkelerde yaşayan insan nüfusu 1,1 milyar, 2300’de bu rakam sadece 1,2 milyar oluyor. Buna karşılık az gelişmiş yerlerde 4,9 milyar kişi yaşarken bu rakam 7,7 milyara çıkacak.
ÖM : İşte bu çok önemli bir iç analiz, yeni bir boyut getiriyor, yani zaten mevcut olan muazzam dengesizlik, varlıklılarla yoksullar arasındaki dengesizlik müthiş boyutlara ulaşacak diyebiliyoruz bu durumda.
HE : Diyebiliyoruz. Coğrafi olarak nüfus dağılımı da değişiyor, mesela Afrika’nın dünya nüfusu içindeki payı bugün %13, bu 2300’de % 24’e çıkıyor. Afrika da da çok sorunlu yerler var. Nüfus artışı nasıl oluyor diyebilirsiniz ama Mısır gibi ülkeler var. Asya % 61’den %55’e düşüyor. Avrupa’nın durumu enteresan; ağırlığı % 12’den % 7’ye düşüyor. Dünyanın en kalabalık üç ülkesi hep Hindistan, Çin ve ABD olacak. Hindistan 2050’de Çin’i geçiyor, nüfusu 1,5 milyar olacak.
Çin 2050’de sadece 1,4 milyar, Amerika da 409 milyar olacak Birleşmiş Milletler’e göre. Esas ciddi olan noktalardan biri, nüfusun düşmesini etkileyen şeylerden biri şu; insanların yaş bileşimi değişiyor, 1-14 yaş grubu 2030 yılında % 30 ağırlık taşırken 2300’de % 16’ya düşüyor. 15-60 yaş grubu % 60’dan 46’ya düşüyor, fakat 60 üstü % 10’dan %38’e çıkıyor. İşin ilginç tarafı gelişmiş ülkelerde bu oran şu anda % 19, o % 41’e çıkıyor fakat gelişmekte olan ülkelerde %8’den %37’ye fırlıyor. Bu yaş grubundaki insanların sosyal güvenlikleri, bakımı, bütün bunlar nasıl bir yük getiriyor? Böyle baktığımız zaman önümüzdeki dönemde bu nüfus ve nüfustan gelen baskı bir küresel sorun olarak var ve akademisyenler de diyorlar ki; “küresel bir mesele bu, bir ülkenin kendi kendisine çözeceği bir olay değil.”
ÖM : Peki Amerika Birleşik Devletleri’nin Avrupa’dan farklı olarak ve bütün aslında diğer gelişmiş ülkelerden farklı olarak nüfusunun artma nedenlerinden biri bu göç mü?
HE : Tabii. Muntazaman göç alıyor, bir de Avrupa’ya oranla bir farklılığı vardır Amerika Birleşik Devletleri’nin. Doğal nüfus artış oranı pozitif olan bir ülkedir. Şimdi Avrupa’da büyük bir durgunluk var, değil mi? Bir çok ülkede sıfır var, eksi var. Amerika pozitiftir, yani çok yüksek değil ama pozitiftir, dolayısı ile nüfusu büyüyen bir ülke oluyor.
ÖM : Evet iyi ve kötü bir haberler bir arada. Peki, çok teşekkürler.
HE : Ben de teşekkür ederim, iyi günler.
(01 Temmuz 2004 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır)