Doğu Karadeniz'de Kırsal Mimari, Prof. Dr. Afife Batur, Şengül Öymen Gür, Fotoğraflar: Ali Konyalı, Milli Reasürans Sanat Galerisi Yayınları, Haziran 2005, ISBN: 975-7235-68-7
Prof. Dr. Afife Batur ve Şengül Öymen Gür'ün birlikte yazdığı Doğu Karadeniz'de Kırsal Mimari adlı kitap, geçtiğimiz Haziran ayında yapılanModern Asya Mimarlık Örgütü 5. Bilimsel Konferansı nedeniyle, Milli Reasürans Sanat Galerisi'nde, Amelie Edgü yönetiminde ve Prof. Dr. Afife Batur'un bilimsel sorumluluğunda gerçekleştirilen bir sergi için hazırlanmıştı. Sergide ve kitapta fotoğrafları ile yer alan Ali Konyalı, bu sergi vesilesiyle Açık Dergi'nin konuğu olmuştu ve Eraslan Sağlam, hem sergi hem de kitap hakkında kendisiyle güzel bir sohbet yapmıştı. Gecikmeli de olsa yayınlıyoruz:
Eraslan Sağlam: Doğu Karadeniz'de Kırsal Mimari çalışması hangi amaçla oluşturuldu?
Ali Konyalı: Serginin ve kitabın temel amacı bir belgesellik, hem varolanı, hem de yitip gideni belgelemek. Doğu Karadeniz sadece Karadeniz'in değil Türkiye'nin de belki en az bilinen, en zor ulaşılan bölgesi. Dolayısıyla burada olup bitenler daha da az gündeme geliyor, daha az işlenmiş, bölge hakkında çok az kitap var. Oysa çok coşkulu bir doğaya, mimariye, bir birikime sahip. Böyle olunca burası çok çekici geldi ve Amelie Edgü'nün inancı bizi oraya çekti açıkcası. İyi ki de öyle olmuş, çünkü çok şaşırtıcı ve belki de benim meslek hayatımda çok ilham verici bir dönem oluştu. Ama temel amacı bir belge bırakmaktı bu bölge ile ilgili.
ES: Hangi coğafyayı kapsıyor, sadece Doğu Karadeniz'le mi sınırlı, yoksa biraz daha uzuyor mu yukarıya doğru?
AK: Önce tüm Karadeniz'i hedef alarak başladık, fakat coğrafya çok geniş, kıyı, orta şeridi ve dağları da alıyor, zorlu bir coğrafya, dolayısıyla bölmek zorunda kaldık. Doğu'dan başlamak uygun oldu, dolayısıyla Artvin, Şavşat'tan Trabzon, Sürmene arasında yalnızca kırsal mimariyi hedef aldık, buna yayla ve şehir mimarisi dahil değil. Çünkü kırsal mimarisi belki de oranın en özgün mimarisi, halkın çok duylarlılıkla yarattığı bir mimari tarzı. Çünkü bu coğrafya çok zorlu, Türkiye'nin diğer bölgelerinden çok farklı, çok farklı bir yaşam biçimi, kararlılık, azim ve inanç ve bence doğa aşkı gerektiren, belki de öncelikli olarak doğa aşkı gerektiren bir özelliği var. Dolayısıyla bu bölge doğudan başladı fakat seri halinde düşündüğümüz bir proje bu, orta Karadeniz ve daha sonra da batıya devam edecek.
ES: Bir sözünüze rastladım bu konuyla ilgili araştırma yaparken "Mimari, yaşam biçimi ve coğrafya; biri eksik olursa Karadeniz eksik olur" demişsiniz. Bu sözü dinleyicilerimiz için biraz açar mısınız?
AK: Buna, "ışık, yeşil ve hünerli ellerin sabrı" da diyebiliriz, böyle bir üçleme de getirilebilir. Bir arkadaşım dikkat çekmişti; "Kırsal mimari diyorsunuz, ancak niye bu kadar çok doğa önde?" dedi. Doğa önde değil, o da mimarinin bir parçası, çünkü Karadeniz'de bunların birbirinden ayrılması mümkün değil. Yeşile öylesine bulanmış, ışığı öylesine içeri almış bir yaşam tarzı ki bu, hakikaten Karadenizlinin bunun dışında yaşaması mümkün değil. Bence Karadenizli çeşitli sebeplerle Karadeniz'den koptuğu andan itibaren çok zorlanıyor, oradaki yaşlıların dediği gibi; "bizi beton kafeslere koydunuz" diyorlarmış beton evlere geçtikçe. Galiba şehirde de hep aynı duygular içindeler. Karadenizlilerin, hatta Karadeniz'de doğmamış olan Karadenizlilerin, o duyguyu hep içlerinde yaşattıklarını gördüm, galiba bu kitabın bir amacı da bu; o duyguyu sadece Karadenizlilere değil elbette, herkese geöirmek. Karadeniz'e yeniden bir ilgi uyandığını görüyorum. Sualinize dönecek olursak, Karadeniz'de doğa, yaşam biçiminde belki de hiçbir coğrafyaya nasip olmayacak kadar baskın, bir Karadenizlilik kimliği var. Bunu oluşturan faktörler var elbette, Karadenizliliğin bu kadar önde olmasının sebebi tabii o coğrafya, o coğrafyaya dayanıklı olmak ve onun ürettiği yaşam biçimi ve kültür. Fakat burada doğa öylesine baskın hale gelmiş ki, evlerin o "hayat" denilen büyük pencereli bölümleri yetmediği gibi evlerinin dışında da oturma yerleri üretmişler. Yani yeşil, bir tutkuya dönüşmüş, ışık bir tutkuya dönüşmüş ve bu insanların yaşamında bunu hemen fark ediyorsunuz, konuşmalarında, davranışlarında fark ediyorsunuz, doğa çok önde.
ES: Aynı zamanda bir başka mesele var, aslında biraz önce değindiniz; Karadeniz mimarisinin en çarpıcı özelliklerinden biri de işlevsellikle estetiğin eşitliği, biri diğerine baskın çıkmıyor gibi hissediyorum. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
AK: Çok doğru, işte burada geleneğin kültüre olan doğrudan etkisini görüyorsunuz, ikisini aynı olarak algılıyorsunuz. Karadeniz'de estetik, bir gelenek herşeyden evvel, bu elbette işlevsel hale dönüşecek, burada her şeyin işlevsel olması gerekiyor. Bazen işlevsel olan bir şey illa estetik olmaz, ama burada her noktada estetik karşınıza geliyor.
ES: Aynı zamanda da işlevsel.
AK: Evet. Mutlaka işlevsel. Burada yaşanılan mekâna bir anlam yükleme kaygısını ben hep gördüm, küçücük evlerden feodal şato seviyesinde evlere kadar. Bu yapılar, sadece insanın doğa şartlarından korunmasına yönelik mekânlar değil, soyların devam ettiği, belki de doğaya, yeşile, ışığa, herşeye şükürlerin sunulduğu mekânlar. Böyle olduğu zaman anlamın tabii ki öne çıkması sürpriz değil. Karadeniz insanının zaten terminolojisinde de var bu, davranış biçiminde de görüyorsunuz bunu, herşeye hep bir anlam yüklenmiş. Çok gizem dolu bir coğrafya, pusu ile, ışığı ile herşey bir gizem yüklü, bu efsanelerinde de böyle gözüküyor, bütün bunlar bir motife dönüşüp evin duvarlarında, şöminelerinde, ahşaplarında karşınıza çıkıveriyor. Hikâyelerle, efsanelerle çok içiçe bir yaşam gelişmiş, tarih boyunca burada. Çok gizemli mitoslar var, kadın savaşçılar, Altın Post'un aranması, Mitras... Mitras dini burada doğup daha sonra Tarsus'a, oradan Batı'ya ulaşıyor, Roma'nın 300 yıl kadar resmi dini oluyor ve hâlâ gizemi çözülmüş bir din değil. Çok enteresan kültler barındıyor içinde. Dolayısıyla Karadeniz insanı aynı zamanda giz insanı bence. Bu, şehirlere gitmesiyle de belki kaybolmuyor, ancak çok büyük tehlike var, bu sadece Karadeniz'in sorunu değil, bütün Türkiye genelinde, daha da büyütürseniz dünya genelinde yaşanan bir sorun, ama Karadeniz'de çok yoğun gözüküyor. Bir kimlik erimesi ve bellek kaybı var, bu çok acı gerçekten. Bu kadar geniş bir kültür, tarih birikimi, bu kadar estetik-yoğun bir yaşamdan sonra, bugün gelinen noktayı kabullenmek mümkün değil doğrusu. Ama dediğim gibi bu sadece Karadeniz'in değil Türkiye'nin sorunu ve çok acı bir gerçek.
ES: Bu estetik yozlaşmada göçün bir etkisi var mı? Ya da başka faktörler var mı? Eğer varsa bu konuda ne tip önlemler almak gerekir sizce?
AK: Muhakkak var, Karadeniz'de insangücü eksilmesi var, çok ağır koşullar oluşmuş, böyle olduğu zaman özellikle geleneksel mimarinin korunması çok güçleşmiş. Tabii son 40-50 yılın betonarme mimarisinin devreye girmesiyle aleyhte bir gelişme kaydedilmiş. Ancak bir taraftan göçün getirdiği nüfus azlığı ile beraber, hiç doğmamış olanlara da katlar yapıldığını düşündüğünüzde, belki de bir gün onların tekrar geri döneceği umuluyor büyükler tarafından. Fakat ekonomik koşullar iyileştirilmediği takdirde, tersine bir göç çok olası gözükmüyor. Bir çok tedbirler alınıyor, bunlardan bir tanesi Karadeniz Otoyolu olabilir. Kimilerine göre bu bir çevre felaketi, fakat bu aşamadan sonra bu bir hayrata dönüştürülebilir. Burada asıl problem, yolla beraber meydana gelen inanılmaz betonlaşma, yol kenarında, neredeyse arkada dağların yeşillerinin gözükmediği ve maalesef en çirkin üslupların ya da üslupsuzluğun kullanıldığı bir betonlaşma var. Bu durum içlere, yaylalara da devam ediyor aslında.
ES: Yani yol kenarında ev sahibi olmak bir rant meselesi mi olmuş?
AK: Kesinlikle öyle olmuş. Onun dışında bir ev yapıp kenara koyma mantığı da var, Karadenizlilerin becerikliliği ile, bir cesaret, biran evvel bir beton apartman çıkmak düşüncesi yaygınlaşmış. Hatta sıvası bile yapılmayan binalar var. O geleneksel, çok güzel evler dururken, bunlardan vazgeçilip, hemen yanında, aynı bahçede 4-5 katlı çok çirkin yapılaşmalar görüyorsunuz maalesef.
ES: Bunun Türkiye'deki gelecek korkusuyla bir bağlantısı olabilir mi?
AK: Daha çok ekonomik.
ES: Ben de bu anlamda sormuştum.
AK: Muhakkak var. Bir bakıyorsunuz; dördüncü katta samanlığı olan apartmanlar görüyorsunuz, çünkü kullanılmıyor, sadece iki katı kullanılıyor. Aslında orada samanlık yapmak işlevsel de değil, yani çok garip olaylar var. Öte yandan hep bir evlada, toruna bir şey yapalım, koyalım bir kenara gibi bir anlayış da oluşmuş. Burada temel mesele, belki de politik erki elinde tutanların duruma yaklaşımları, yani "çok kötü, çirkin yapılar yapmışsınız" demekle bitmiyor, köklü çözümler getirmek gerekiyor. Bu çok ciddi bir sorun aslında, göz ardı ediliyor. Türkiye'nin son zamanlarda başına gelen şey bu gibi geliyor bana, çok ciddi bir kimlik kaybı var, bellek kaybı da var. Bizim çalışmamızdaki temel hedef bu aslında, bir hatırlatma çalışması, bir farkındalık yaratma çalışması da aynı zamanda.
ES: Bir anlamda da panikle başlayan çalışma diyebilir miyiz?
AK: Kesinlikle panik yaşıyorsunuz ve fotoğrafın tanıklığında insanlara bu endişeyi aktarmaya çalışıyorsunuz. Çünkü göstermek herşeydir kimi zaman, sözle maalesef anlatamıyorsunuz bütün bunları. Ağır bir süreç içerisinde gitmesini göz ardı etmemeli, eriyip gidiyor herşey ve bunlar geri döndürülemez şeyler. Oysa tedbir alınabilir. Bunun çok örnekleri var Batı'daki korumacılıkta, yeniden keşfetmeye de gerek yok, gelir getiren işletmelere dönüştürülerek de kurtarılabilir. Ama buraya projeler geliştirmek gerekiyor. Başa dönersek, bizim fotoğraf çalışmasının, serginin ve kitabın aslında böyle bir hedefi de var, bir farkındalık yaratmak, bir gündem yaratmak. Burada göçün tabii çok etkisi var ama öte yandan, Trabzon'da "tanjant" adı verilen o korkunç yolun, bir anda kentin tarihsel alanının içine meteor düşmüş gibi girip, tarihi surların üzerinden bir karış mesafede viyadüklerle geçmesini nasıl açıklayabilirsiniz? Göçün nüfusu azaltması beklenirken, bu, kentteki trafik yoğunluğuna yönelik bir çaba.
Herşey geleneğe gelip dayanıyor. Benim korkum, artık bunun bir gelenek haline dönüşmüş olması. Ama zannediyorum, sonuçta insanların hassaslığı, duygusal yanı ağır basacak, belki de buna kendileri dur diyecekler, fakat çok hızlı tedbirler alınması gerekiyor.
ES: Sanıyorum betonlaşma artık önü zor alınabilir bir durumda Karadeniz'de.
AK: Bir milli felaket diyebilirim size, bütün Türkiye'de bu böyle ama Karadeniz'de özellikle. Çünkü Karadeniz'de tarif edilemez bir doğa güzelliği var, bunun içine yapılan herşey sizi fazlasıyla etkiliyor. Gerçekten derinden etkiliyor, hele o yaylalarda, kırsal alanlarda bunları gördüğünüzde tahammül edemiyorsunuz doğrusu, ama yerel halkın da bundan şikâyetçi olduğunu görüyorsunuz biraz konuştukça, pek çok sebeple. Mesela küçük bir anekdot anlatayım; Of sınırları içinde bulunan Çakırağa Konağı, bir feodal şato büyüklüğünde, gerçekten çok hoş, 4 kulesi olan, hatta altında kendi zindanları olan bir yapı. Gördüğüm en olağanüstü işlemeli şöminelere sahipti. Bugün içinde yürümeniz mümkün değil, çünkü tabanlar çöktüğü için kalaslar üzerinde yürüyorsunuz. Çatı çökmüş. Karadeniz'de çatı çöktüğü an yapı yokolmaya mahkumdur, yağıştan, doğal şartlardan dolayı. Aynı arazinin içerisinde, maalesef gece kondu diye ifade edebileceğim bir dört katlı yapı daha var. O gün tesadüfen o konakta doğmuş bir arkadaşımız bizi karşıladı, İstanbul'da Kadıköy'de yaşıyor. Bizi içeriye aldı, kapılardan bir tanesini açarak, "şurası doğduğum oda" vs. diye anlattı. Sormaktan kendimi alamadım; "bu kadar estetik yoğunluğu yaşadıktan sonra, bunu nasıl yapabildin birader?" Verdiği cevap pek çoğumuzun duyduğu, bildiği şeydi; "bir katla başladık, sonra falanca ihtiyaç oldu, şuna ihtiyaç oldu, derken iş büyüdü" vs. Elbette pratiklik burada ön planda, bu bir cevap gibi gözüküyor ama daha sonra karşınıza çok büyük sorunlarla yine geliyor.
Galiba, modernlik zannedilen şeyin, aslında modernlik değil bir yıkıcılık olduğunu ve bizim kimliğimizin yok olması ile ilgili olduğunu iyice anlamak lazım.
ES: Çabanızdan ötürü sizi kutluyoruz.
(5 Temmuz 2005 tarihinde Açık Radyo'da Açık Dergi programında yayınlanmıştır.)
Doğu Karadeniz'de Kırsal Mimari, Prof. Dr. Afife Batur, Şengül Öymen Gür, Fotoğraflar: Ali Konyalı, Milli Reasürans Sanat Galerisi Yayınları, Haziran 2005, ISBN: 975-7235-68-7