Ray Kurzweil katıksız liberalizmin bilime de uygulanmasını, gelişimine etik sınırlamalarla müdahale edilmemesini savunuyor. Die Zeit gazetesindeki söyleşisinde anlattığı bazı geleceğe yönelik projeksiyonları, 21’inci yüzyılda insanoğlunu bekleyenlerin ipuçlarını veriyor. Yapay zekanın birçok başarılı ticari uygulamasına imza atan Amerikalı Kurzweil, son olarak “The Age of Spiritual Machines, When Computers Exceed Human Intelligence” adlı kitabıyla adından söz ettirmişti. Aralarında Clinton’dan aldığı 1999 Teknoloji Ulusal Madalya, Carnegie Mellon Üniversitesi’nden Dickson Ödülü ve MIT’nin 500 bin dolar değerindeki Lemelson Ödülü’nün de bulunduğu, bilim alanında sayısız ödül ve onur doktorası sahibi. |
Die Zeit: 1986’ta 2 bin dolarlık Microsoft hissesi alanlar bugün milyoner oldu. Günümüzde hangi sektörden yeni bir Microsoft’un çıkabileceği konusunda varsayımda bulunabilir misiniz?
Ray Kurzweil: Herhalde GNR denilen sektörden bir şirket olacaktır. Genetik, nanoteknoloji ve robotlar... Sonuncusuyla kastettiğim, yapay zekanın üretimi. Genetikbilim hayatı anlamamızı sağlıyor; pratikte tüm hastalıklarla mücadele etmemize olanaklar yaratacak. Nanoteknolojinin yardımıyla 25-30 yıl içinde, aklımıza gelecek her türlü ürünü bambaşka bir yöntemle üretebilir hale gelmemiz beklenebilir. Yapay zeka konusuna gelince; bugün kısmen zaten var. Görevini insanların yapabileceğinden çok daha iyi yapan, teşhis alanında gibi, binlerce örneği bulunuyor. Bu alanda inanılmaz bir ilerleme olmasını bekliyorum. İnternette on yıl içinde konuşabileceğiniz ve mesela satın almak istediğiniz bir ürün konusunda yardımcı olan, sanal kişilerle karşılaşacaksınız.
DZ: Bunun için bilgisayarlara çok daha geniş bir işlem kapasitesi gerekir. Bugünkü makinelerimiz yalnızca bir böceğin “zekasına” sahip.
RK: İki yıl önce böcek kertesindeydik. Şu anda bin dolarlık bir kişisel bilgisayar fare beyninin yetilerine sahip.
DZ: Bu da (sanal) bir satıcı için yeterli değil. Bilgisayarda gelişimin sonuna yaklaşmadık mı? Biliminsanları, bilgisayarın işlem kapasitesinin 18 ayda bir ikiye katlandığını öngören Moore Kanunu’nun yakında geçerliliğini yitireceğini söylüyor.
RK: Moore Kanunu, bilgisayar yetisinin potansiyel büyümesini açıklayan şu ana kadar beş söylemin sonuncusu yalnızca. 10-12 yıl içerisinde bilgisayar yongalarının daha fazla küçülemeyeceği, dolayısıyla hızlanamayacağı bir noktaya geleceğimiz doğrudur. Ancak o zaman da altıncı söylem, üçboyutluluk, geçerli olacaktır. En küçük nanotüpleri geliştireceğiz. Bir kişisel bilgisayar, yaklaşık 2019 yılında, insan beyniyle aynı kapasiteye sahip olacak.
DZ: Söylediğinize göre bilgisayarlar da bir hayli küçülecek?
RK: Minyatürleşme önümüzdeki yüzyılın en önemli trend’lerinden biri. Bugün dolaştırdığımız köşeli kutular 2010 yılında tarihe karışmış olacak. Bilgisayar gözlük camlarında ya da kontak lenslerinde bulunacak, gömlek ya da yeleğin bir parçasına dönüşecek.
DZ: Sadece on yıl içinde mi? Nasıl?
RK: Evet. Monitörlere de ihtiyacımız kalmayacak, çünkü tüm bilgiler doğrudan gözdeki ağtabakasına projekte edilecek.
DZ: Compaq, Dell ya da Apple gibi şirketler için pek iç açıcı değil.
RK: İleri teknoloji alanında faaliyet gösteren her şirket -ama her şirket- ticari modelini önümüzdeki on yıl içinde birçok kez gelişmelere adapte etmek zorunda kalacak. Bugünden, internet üzerinden özellikle akıllı hizmet ürünlerinin satışından para kazanılacağı belirginleşti. On yıl içinde kesintisiz online olacağız; kablosuz bağlantıyla elbette. Ağ, nerede bulunduğumuzu her daim biliyor olacak. Varsayalım yabancı bir kentte herhangi bir gökdelenin önünde duruyorsunuz. Gözün ağtabakasında –ya da gözlük camınızda- beliren göstergeden, konumunuz ve gökdelenin hangi şirketlere evsahipliği yaptığı bilgileri geçecek.
Beyne yapay zeka takviyesi
DZ: Bir kez daha tekrarlayalım. 2010’dan mı bahsediyorsunuz?
RK: Eğer 2010’da yine bir söyleşi için bir araya gelecek olursak, gerçekte karşılıklı oturmadan da yapabiliriz. İşitsel-görsel sanal gerçekliği tam anlamıyla yaşıyor olacağız. Bunun anlamı şu: Siz büroda oturduğunuz halde büronuzu değil, buluştuğumuz başka bir mekanı görüyor olacaksınız.
DZ: Hamburg’ta bir barı... RK: Ya da Güney Pasifik’te bir kumsalı... Yaratılan yapay kişilerle de buluşacaksınız. 2010’da bunları henüz gerçek insanlarla karıştırmak mümkün olmayacak, ancak hoşsohbet olacaklarını bekleyebiliriz. Bir diğer 20 yıl sonraysa minyatürleşmede o derece ilerlemiş olacağız ki, dolaşım sistemi üzerinden zeki robotları vücudumuza zerk edeceğiz. Bu nanorobotlar kendi aralarında, Ağ ile ve bedenimizdeki nöronlarla iletişim kurabilecekler. Onların yardımıyla, tüm duyu organlarımızı kapsayacak, mutlak sanal gerçekliği yaratabileceğiz. | |
DZ: Seks endüstrisinin sonu mu? | İllüstrasyon: "Creation of Life", Michael la-Cour
|
DZ: Peki bedenimize neler olacak?
RK: Bedensel özürlerin bazılarının, görme ya da işitme engelinin bazı türleri gibi, çok yakında üstesinden geleceğiz. Bir kere genetik bize bunda yardımcı olacak. Bir diğeri, sinir sistemiyle elektronik yardımcılar arasındaki bağlantı olanağı. Günümüzde başlangıç aşamasında. Sağır olan bir arkadaşım var. İşitsel sinirlere doğrudan bağladıkları bir implant yerleştirdiler. Artık onunla telefonla konuşabiliyorum. Yakında müzik de dinlemesini sağlayacak yeni, çok daha güçlü bir implant ile değiştirilecek. Zamanla beynimizin ya da sinir sistemimizin çalışmayan ya da yetersiz işleyen bölümleri elektronik parçalarla değiştirilecek.
DZ: Yeni organların üretilmesiyle ilgili de birçok spekülasyon var?
RK: Bununla sınırlı değil. Hayvanlara ihtiyaç duymadan et “yetiştireceğiz.” Piliçten olmayan piliç göğsü... Biyoteknoloji asla tahmin edemediğimiz olanaklar sunuyor. Her türlü hücreyi, dokuyu ya da organı üretecek konumda olacağız. Ve hatta vücudumuzdaki organları, henüz fonksiyonları aksamadan düzelteceğiz. 53 yaşındayım ve 25 yaşındaki birinin kalbine sahip olma şansına erişeceğim: Bendeki DNA’yı paylaşan taze hücrelerin dolaşım sistemime pompalanması sayesinde; belki bir yıllık tedavi sürecinde kalp kasımın hücrelerinin çoğu yenilenmiş olacak.
DZ: Etik nedenlerden dolayı son derece tartışmalı bir alandan söz ediyorsunuz; kök hücresi araştırmaları gibi...
RK: Sanırım kök hücrelerini proteinlerle zenginleştirilmiş basit bir deri hücresinden üretebilir konuma geldiğimizde en geç, bu tartışmayı geride bırakmış olacağız. Bu olacak, ve o zaman (kök hücresi üretimi için) ne yumurta hücresine, ne de embriyona ihtiyaç kalacak.
DZ: Her soruya bir yanıtı olan, su katılmamış bir optimistsiniz. Anlattığınız vizyondan daha onlarca, hatta belki yüzyıllarca uzakta olduğumuzu inandırıcı biçimde savunan birçok biliminsanı var. Bunların tümünün gözden kaçırdığı birşey mi var?
RK: Evet, ilerlemenin ivmesinin arttığını, çünkü her yeni teknoloji neslinin bir sonraki için çok daha yetkin potansiyele sahip araçlar yarattığını, gözardı ediyorlar. Birçok biliminsanı, kuvvet katsayılarıyla artan boyutta değil, lineer düşünüyor. Bir yılda belki problemin %1’ini çözüyorlar ve problemin tamamının çözümünün 100 yıl süreceğini varsayıyorlar. Bu noktada, ilerleme hızının her 10 yılda iki katına çıktığını görmezden geliyorlar. Hatta bazen daha da hızlı ilerliyor. Katlanarak büyümesi teknolojik gelişimin bir özelliği. İnternete bir bakın: Önce o kadar yavaş gelişiyordu ki, olacakların kimse farkına varamadı. 1990’lı yılların ortasından beriyse kullanıcıların ve web sitelerin büyüme eğrisi dik bir şekilde tırmanıyor.
Mutlak bilinç tranformasyonu
DZ: Bunun yüzyılın geriye kalanı açısından anlamı nedir?
RK: Anlamı, 21’inci yüzyılda 20 bin yıllık ilerleme yaşayacağımız. Önümüzdeki 100 yılda geçmiş yüzyıldan 100 kat fazla gelişime tanık olacağız ki, geçmiş yüzyıl da bir hayli devrimciydi.
DZ: Başım dönüyor, bay Kurzweil. Eğer ilerlemenin katlanarak arttığı eğri doğruysa, günün birinde tanımlanmayan, sonsuzlukta bir noktada kaybolması gerekmez mi?
RK: Öyle zaten. Bu varacağımız noktaya “Tekillik” (Singularity) diyorum. Gelişim sonuna doğru o derece hızlanacak ki, insanoğlunun kavrama potansiyelini aşacak. Tabii bugünkü potansiyelini kastediyorum. Az önce söylediklerimi anımsayın. 2030 yılında bir dolarlık bilgi işlem kapasitesi insan beynininki kadar olacak. Yani bilgisayarlar, donanım açısından, insandan çok daha geniş kapasiteye sahip olacak. Bunun yanında, -beyin taraması (brain-scan) ya da başka yöntemlerle- insan zekasını tüm renkleriyle -karmaşık bağlantıları ve duyguları kavrama ve hissetme dahil- bilgisayara kopyalayacak yazılımlar geliştireceğiz. Makineler o zaman insanınki anlamında zeki olacaklar.
DZ: Ve insanla makine birleşecek...
RK: Evet. Tabii yapay zeka bir insandan çok daha hızlı öğrenebilir. Bir makine okuyabilecek düzeye geldiğinde kısa sürede tüm dünya literatürünü hatmedecek. Ancak makineler bizimle rekabet halinde olmayacak. Bu yüzyılın ikinci yarısında insani zekayla yapay zeka arasında belirgin bir ayrım kalmayacak. Karşılıklı etkileşim yeni meyveler verecek, biyolojik ve biyolojik olmayan zekanın mahrem birleşmesiyle insan bilinci genişleyecek.
DZ: Yakın tarihe dönelim. Söylediklerinizin yarısı bile gerçekleşse, ekonomik anlamı nedir?
RK: Öncelikle; ekonomi teknolojik gelişimin motorudur. Yapay zekalı makineleri, her biri ekonomik temeli olan milyonlarca küçük ilerlemenin sonucu olarak inşa ediyoruz. İkincisiyse; daha bugünden, bilginin en önemli ekonomik değer olduğu bir noktaya doğru ilerliyoruz ve bu sürecektir. Bazı giyim üreticileri müşterilerinin bedenlerini tarayıp (scan) verileri kaydetmeye başlamışlar. Bu verilerle internette alışverişe çıkabilir ve özel bir takım giysi sipariş edebilirim. Nanoteknoloji 30 yıl içinde, internetten indirdiğimiz bir yazılım sayesinde, bir sandalye ya da masa yapmamıza olanak sağlayacak; aklınıza gelebilecek her türlü tasarımda ve malzemede. Teknoloji, eğitimden tıbba kadar, yaşamın tüm alanlarını değiştirecek. Okullarda dersler ileride sanal gerçeklikte verilecek. Öğrenciler o zaman, diyelim Benjamin Franklin’in bedenine ve beynine girmiş, Amerikan Anayasası’nı tartışıyor olacaklar. Teknoloji giderek teşhis ve tedaviyi devraldığı için, hastanedeki hekim bir danışmana dönüşecek.
DZ: Herşey iyi olacak, hiçbir tehlikesi yok, mu diyorsunuz?
RK: Tehlikeleri görmezden gelen son insan benim. İnsan doğasının ikilemiyle karşı karşıyasınız. Yaratıcı olduğumuz kadar yıkıcıyız ve teknoloji bunu daha da güçlendiriyor. Ama teknoloji bizi, insanların çoğunluğunun yaşadığı 200 yıl önceki korkunç hayattan kurtardı...
Tehlikenin anası “merkezileşme”
DZ: Bunu gelişmiş ülkelerde yaptı.
RK: Dünyanın geri kalanında da yaşam beklenti süresi 200 yıl öncekinden çok daha yüksek. Ayrıca günümüzde bazı ülkeler tüm bir gelişim basamağını atlayabilecek durumda. Beş yıl içinde Batı’daki teknolojik gelişimin, telefon-internet erişimi gibi basit iletişim araçlarının maliyetini sıfıra yakınlaştıracak kadar büyük olacağından eminim. O zaman Kara Afrika’daki insanlara da bu hizmetleri neredeyse ücretsiz olarak ulaştırmak mümkün olacak. Ancak tehlikelere dönelim. 21’inci yüzyılın teknolojisi 20’nci yüzyıldakilerden çok daha etkin ve güçlü, dolayısıyla tehlikeli olacaktır. Kanseri yenmemize yardımcı olan bilgi, laboratuarda yeni ölümcül hastalıklar yaratmak için de kullanılabilir. Yine de, bir kere sırf dünyada hala bunca sefalet yaşandığı için, teknolojik gelişimi oluruna bırakmak gibi ahlaki bir sorumluluğumuz var.
DZ: Neler yapılabilir?
RK: Basit çözüm yolu yok. Etik standartlar, suçla mücadele ve teknolojik karşı tedbirlerin bir birleşimi olmak zorunda. Yani bir bakıma teknik bağışıklık sistemlerinin geliştirilmesi söz konusu. Umut veren bir örnek var: İlk bilgisayar virüsleri ortaya çıktığında birçok uzman bunların tüm sistemi felç edeceğini düşünmüştü. Bu olmadı.
DZ: İşte size geleceğin bir sektörü: “Teknolojiyi güvenli tutun sanayisi”
RK: Şimdiden yatırım yapmaya bakın. Bir şey daha: Merkezileşmiş büyük teknolojiden uzaklaşıp, küçük, merkezileşmemiş teknolojiye eğilmemiz gerek. Yani nükleer santraller, dev rafineriler, büyük binalar, geniş hacimli uçaklar gibi büyük teknolojinin anlamı büyük tehlike. Merkezi olmayan teknolojiyi ise –örneğin internet gibi- pratikte yok etmek mümkün değil. Bu bağlamda umut veren bir diğer gelişme, yakıt hücreleri. Bir gün onları mikroskobik boyutta üretebileceğiz ve böylece enerji dağıtımını merkezi olmaktan bir hayli kurtarmış olacağız. Zaten insanoğlu yerleşim alanında da uzun vadede merkezlerde yoğunlaşmayacak. Ve daha az seyahate çıkacağız. Yolculuğu sanal yoldan yapacağız, uçaklara eskisi kadar gerek duyulmayacak.
DZ: Ölen bir sektör daha...
RK: Nanoteknoloji bize, mikrokanatlarla hareket eden makineler verecek. Kendinize ait, kişisel ulaşım aracınız olacak. Onunla da uçabilirsiniz...
Die Zeit, Sayı: 2/2002
Çeviren: Melih Kafa