22 Haziran 2014
(Kısaltılarak çevrilmiştir)
Irak - Şam İslam Devleti’nin karalara bürünmüş savaşçıları, çökmüş bir orduyu ve dehşete kapılmış Iraklıları önlerine katıp Bağdat’a doğru ilerlerken, Amerikan imparatorluğunun hortlak çehresini aynadan bize geri yansıtıyor. Orta Doğu’yu yeniden şekillendirme yolundaki sapık maceramızda katlettiğimiz yüzbinlerce insanın hayaletleri bunlar. Bunlar, el yapımı bombaların patlamalarıyla sarsılan Amerikan askerleriyle Deniz piyadelerinin ayrım gözetmeden rasgele cevap ateşi açması sonucu sayısız yol kenarından, sayısız köy ve kasabadan çıkıp karşımıza geçmiş hortlaklar. Bunlar, Cehennem Ateşi ve seyir füzelerinin, havan toplarının, bomba mancınıklarının ve insansız hava aracı saldırılarının ardından uzuvları kopmuş, oraya buraya dağılmış Iraklıların ayağa dikilmiş kalıntıları. Bunlar, Amerikan askerlerinin gözaltılarıyla çoğu kez birlikte gelen korkunç işkencelerin ve cinsel aşağılamaların intikamcıları. Bunlar, işgal edilmiş bir ülkenin topluca küçük düşürülmesine verilen nihaî cevap, Şok ve Dehşet operasyonunun mantıkî sonucu, yerlere saçılmış uzuvların toplanıp biraraya dikilmesinden ortaya çıkan Frankeştayn canavarı. Bunlar, Irak Savaşı’na harcadığımız 4 trilyon dolar mukabilinde elimize geçenler.
Şiddet dili şiddet doğurur. Nefret dili nefret doğurur. Şair W. H. Auden şöyle yazmıştı:
“Ben bilirim, herkes de bilir
okul çocuklarına ne okutulur:
kötülük eden, kötülük bulur...”
İçimizde çarpışacak güç kalmadı. Savaş bitti. Birleşik bir ülke olan Irak’ı harâb ettik. Orası bir daha asla bir araya getirilemez. Korktuğumuz başımıza geldi ve takdir-i ilâhi olsa gerek, İslamî olduğunu dehşet içinde keşfettiğimiz tanrıların emriyle, Nuri El Maliki’nin öncülüğündeki o çürümüş ve nefretlik Amerikan himayesindeki devlete kalkan olsun diye rica minnet İran’dan askeri destek dileyecek hallere düştük. Irak’a girdiğimizde, hızlı ve haşin bir darbeyle bütün bir halkı irademize râm edeceğimiz kaadir-i mutlak bir süpergüç sanıyorduk kendimizi, ama öyle değiliz. Başka birşeyiz biz. Aptallar ve caniler sürüsüyüz. Kibirden gözlerimiz kör olmuş. Soğuk Savaş’ın solmuş kalıntılarıyız. Ve şimdi, oyunun son perdesinde, dizlerimizin üstünde sürüne sürüne uzaklaşıyoruz. İmparatorluğumuz can çekişiyor.
Oysa, henüz şansımız varken, analarla babaların feryatlarına kulak vermeliydik. Yaralıların iniltisini dinlemeliydik. Iraklı çocukların morglarda sıra sıra dizilmiş bedenlerinin üzerine kapanıp ağlamalıydık. Keder karşısında saygı göstermeliydik ki hayata saygı gösterebilelim. Ama ölüm dansı adamı sarhoş eder. Mest eder, cinnet geçirtip fıldır fıldır döndürür. Ölümün sarıp sarmalaması önce cinsel arzu gibidir, kastıkça kasar ta ki nefessiz bırakıp boğar seni sonunda. Müzik sustu artık. Elde kalan tek şey, yenilgi, kayıp ve acı.
Aklı selimin sesleri nerede peki? İstilânın başından beri Irak konusunda her söyledikleri yanlış çıkan mezbaha amigoları neden hâlâ bizi yıkıma götürmek için bu kadar hevesliler? Amerikan tarihindeki en büyük stratejik gafı yaparak Irak’ı da bölgeyi de darmadağın edenlere neden hâlâ söz hakkı veriliyor? Bu denyolarla moronları neden hâlâ dinliyoruz ki?
Bunlar yumruklarını masalara vuruyorlar. Avaz avaz bağırıp çağırıyorlar. Ter ter tepiniyorlar. Çocuksu evham ve kuruntularına bütün dünyanın ayak uydurmasını talep ediyorlar. 11 yıldır sürüp giden nafile kıyım ve katliamdan hiçbir ders çıkarmamış gibiler sanki. Hiçbir zaman tahakküm kuracak güçleri olmadığı halde sanki şimdi hükmedebileceklermiş gibiler. [...]
[Askerî tarihçi] Andrew Bacevich, askerî zihniyetin iktidar elitinin söylemini derinlemesine enfekte ettiğini söylüyor; öyle ki, bir dış politika meselesi ortaya konduğunda alışılmış yanıt “üç farklı askerî seçeneği tartışmaktan ibaret oluyor. İnsansız hava araçlarıyla mı vuralım? İnsanlı uçaklarla mı vuralım? Özel harekât güçlerini mi kullanalım. Yoksa, bu üçünün bir bileşimini mi yapalım? Tüm tartışma bundan ibaret.” Bacevich, medyanın bir “yankı odası olduğunu, eldeki seçeneklerin de bunlardan ibaret olduğu anlayışını büsbütün pekiştirdiğini söylüyor.
Irak’ın parçalanıp dağılması geri döndürülemez bir süreç. En iyi ihtimalde Kürtler, Şiiler ve Sünniler birbirlerine düşman, dışa kapalı “cep”ler oluşturacaklardır. En kötü ihtimalde ise uzayıp giden bir iç savaş olacaktır. Amerika olarak bizim Irak’a bıraktığımız miras budur işte. Ordumuzun bölgede yayılması Arap dünyasında cihadileri gazap ateşine attı. Bundan çıkacak çatışmalar biz Orta Doğu’daki işgalimizi sona erdirene kadar devam edecektir. Bizim bölgeye getirdiğimiz kalpsiz katliam, bize karşı girişilen kalpsiz katliamdan zerrece farksız. Irak’ta çevik ve ezici bir güç kullanmamızın Orta Doğu’yu ilerlemenin Amerikan ileri karakolu haline dönüştüreceğinin garantisi olduğunu ileri süren bizim cihadîlerimiz, yani George W. Bush, Dick Cheney, Paul Wolfowitz, Donald Rumsfeld, Richard Perle, Thomas Friedman ve Tommy Franks gibiler, şu anda Bağdad’a yaklaşmış olan cihadîlerden daha az çıldırmış değil. Bu iki katil grubu birbirinin aynası. İşte döllediğimiz yumurtalar bunlar. Hak ettiğimiz tam da bu zaten.
(Kısaltarak Türkçeye çeviren: Ömer Madra)
Makalenin İngilizce ve tam aslını okumak için tıklayın.