Hasan Ersel: Türkiye'nin durumu ile ilgili iki rapor yayımladı IMF. Raporlar aşağı yukarı bir yıl önce hazırlanmış. Türkiye kendisi ile ilgili yazılan raporların yayımlanmasına izin veren ülkelerden. Bu çok iyi bir şeydir. Ama bu biraz vakit alıyor tabii. Geçen senenin raporunu niçin bugün konuşuyoruz derseniz sebebi bu.
Niye iki tane rapor var? Bir tanesi stand-by düzenlemesi yapıldığında izlemeye geliyor heyet, o her ziyaretinde bir rapor yazıyor, bunlardan 8incisi. Öteki ise başka bir nedenle hazırlanmış. IMF'nin kuralları gereği ülkeleri gözlemeye bir heyet gönderirler. Bu IMF sözleşmesinin 4. maddesinde belirtilmiştir. İkinci rapor da bu heyetinki. Geçen sene iki iş bir araya getirilmişti. Yani iki heyet göndereceklerine bir heyet gönderdiler, bu heyet her ikisini birden hazırladı. Raporlardan 4. Maddeye dayalı olanı 8 Temmuz 2004, öteki de 16 Temmuz 2004 tarihinde hazırlanmış.
Aradan bir yıl geçtiği için sayısal sonuçlara bakmak çok ilginç değil. Ama ana çizgileriyle ne dediklerine bakılabilir. Raporların her ikisi de olumlu görüyor gelişmeleri. Türkiye 2001 şokundan kendisini toparladı diyor. Türkiye'nin son üç yılda iyi gittiğini söylüyor. Tabii her şey harika demiyor. Ama ekonomi büyümeye başladı, enflasyon düşmeye başladı; bunları vurguluyor.
Burada, aklıma gelmişken, bir noktanın altını çizeyim. Enflasyonun düşmesi ile fiyatların düşmesi aynı şey değil. Mesela geçim koşulları pek de iyileşmedi, "her gün gelirimin reel olarak biraz eksildiğini" düşünüyorum diyen bir insan haklı, çünkü enflasyon devam ediyor.
Avi Haligua: Geçen hafta gazetelerde ve medyada tas tamam bu tartışılıyordu genel olarak. Enflasyon düşüyor mu? Düşüyorsa niye fiyatlar düşmüyor? Bu konu sıcaktı.
HE: "Araba gidiyor mu gitmiyor mu?" başka bir sorudur, "arabanın hızı azaldı mı azalmadı mı?" başka bir sorudur. "Araba durdu" bir başka olay, "araba yavaşladı" bir başka olay. "Enflasyon durdu, hiç fiyat artışı yok" dediğiniz zaman enflasyonun "0" olduğu durumu kastediyorsunuz. Fiyatlar değişmiyor. "Enflasyon ortadan kalktı, hatta fiyat düşüşü var, deflasyon var" dediğiniz zaman fiyatlar düşüyor, o zaman sizin geliriniz sabit iken aldığınız mal miktarı artabilir.
AH: O zaman refah artmış oluyor.
HE: Tabii, deflasyon genellikle işsizlikle beraber olduğu için bu defa geliriniz yok olabilir. Şu anda gördüğümüz enflasyonun düşmesidir, enflasyonun ortadan kalkması değil. "Enflasyon düştü, iyi" diyoruz. Yalnız düştüğü düzeye bakalım. Halen biz kabaca %8-9'lardayız, bu da Avrupa'nın enflasyonunun 3 katı değil mi? Tamam çok yüksek enflasyonlardan buraya gelmek büyük başarıdır, bunu kutlamak gerek. Ama geldiğimiz yer henüz tatmin edici, hatta bu enflasyonun düşeceğini garantileyici bir düzey değil. Bir hata olayı tekrardan canlandırabilir. Bu düzeye çok uzun zamanda gelmediğimiz için örnek vermek mümkün değil ama, hatırlatırım, 1980'lerin başlarında %20'ye indirmiştik, sonra paldır küldür yukarı çıktı aşağı gidecek derken. IMF bu noktaya da dikkati çekiyor: "aman, bu gelinen noktada yine kamu harcamalarında disipline uyun, vs." diyor.
Bir konu daha var. İnsanların doğrudan görmedikleri için pek kızmadıkları bir olay: cari açık büyüyor. Tabii rakamlardan görüyoruz ama bu enflasyon gibi ailemizin içerisine girmediğinden ona o kadar kızmıyoruz. Fakat bu tehlikeli bir şey. Demek ki ekonomi bir yerde bir dengesizlik yaratıyor, harcadığı kadar döviz kazanamıyor. Bir şeyler yanlış ki böyle oluyor.
Anımsayacaksınız, bazı yanıtlar geliyordu bu konuda, "canım, finanse ediyoruz" diye. Bu çok ciddi bir laf değil. Finanse edilmeyen cari açık nasıl verilir? Gidip onun, bunun ülkesini yağmalayarak mı alacaksınız malları? Elbette ki parasını vereceksiniz, parayı verirken nereden bulacaksınız? Burada ise finansman yapısına bakmak lazım. Bir de bu olay ebediyen devam eder mi diye bakmak lazım. Bu ikisi farklı sorular.
Bir tanesi, siz devamlı açık verirsiniz bu şekilde, ekonominiz bir türlü bunu makul düzeylere indiremiyorsa veya tersine dönüştüremiyorsa (kendisini sıkıntıya sokmadan, yani bir krize girmeden bunu yapmaktan söz ediyorum. Yoksa krize girince cari açık düzeliyor tabii, bunu biliyoruz.) O zaman bir şey yanlıştır, siz bir şeyin yanlış olduğunu görüyorsanız onu dışarıdan bakanlar da görür ve derler ki, "bunu finanse etmeyelim, burada bir bela gelecek." Cari açığın yüksek oranlarda devam etmesi o yüzden hiç hoş bir şey değildir. İkincisi de finansman biçiminden gelen bir etki var, cari açığı veriyorsunuz, finanse etmek için borç alıyorsunuz. O zaman borç yükünüz yükselmeye başlıyor. İnsanlar yine şunu sorar, "acaba bu borcu ileride ödeyebilecek mi?" Bunun cevabı çok basit değildir, mesela borç aldınız, diyelim ki bir makine getirdiniz, o makineyle ertesi yıl dünya piyasasına çok iyi satan bir mal üretmeye başladınız. O zaman mesele yok. Ama borç aldınız onunla yine bir makine aldınız, yani çarçur etmiyorsunuz, fakat iç pazarda tüketilen bir şey yaptınız, sadece içeride tüketiliyor, dışarıda satılmıyor. O zaman gelecek yıl döviz geliriniz yok demektir.
AH: Aldığınız borç, sadece borç hanesinde kalmış oluyor.
HE: Dolayısıyla nasıl finanse edildiği de önemli. Bir de tabii borç almayabilirsiniz, yabancı sermaye gelebilir doğrudan yatırım şeklinde. O zaman borç yükünüz artmaz. Yalnız ona da dikkat etmek lazım; yabancı sermaye geldi, diyelim ki bir bankayı almak için geldi, takdim etti parasını. O parayı tabii TL'ye çevirdik, memlekete döviz girdi, o döviz piyasasında bir etki yarattı. Mesela TL biraz daha değerlendi, bankada da mülkiyet değişti. Banka Türkiye'de bankacılık hizmeti veriyor, bir ihracat geliri filan yok, sonra kazanç elde edecek tabii bunu getiren insanlar. Bunlar "kârımızı transfer edelim, başka yerde bir yatırım yapacağız" dedikleri anda onun da ödemeler dengesi üzerinde etkisi var. Yani yabancı sermaye girişinin ödemeler dengesi üzerinde hiç bir etkisi olmayacak diye düşünmek de doğru değildir.
AH: Anladığım kadarıyla doğrudan bir etkisi olmuyor ama süreç içinde gayet etkili.
HE: Kâr transfer ettiği anda olacaktır. Bu da doğaldır, anormal bir şey değil. Şu da olabilir, gelir, beğenir, faaliyetimi genişletiyorum der, kârını içeride bırakır, vs. sonuç olarak şunu söylemek istiyorum, cari açığın sürekli olarak büyük olması, büyümesi aslında "finansman biçimi şöyle olursa iyidir, böyle olursa kötüdür" şeklinde yorumlamaya pek müsait bir şey değildir. Ona dikkat etmek lazım, IMF de ona dikkati çekiyor "cari açık yüksekse, korkutucu bir olay değil" derken onu -beni de- rahatlatan nokta şu; yatırım hakikaten canlandı. Yani bir cari açık verdik, karşılığında peynir ithal etttik, onları da güzel güzel yedik değil. Bu nedenle fazla telaş edilecek bir şey yok, ama IMF uyarıyor "dikkat edin" diyor. Çünkü bir tedbir demeti elinizin altında olsun! Bu ikazlar bu arada bizden de, Türkiye içinden de çıkmaya başladı.
AH: Bir tedbir demeti diyebileceği bir aygıta sahip mi Türkiye?
HE: Aslında var, mesela ekonominin büyüme hızının cari açığın büyümesinde çok etkili olduğunu biliyoruz. 'Ekonomiyi ısındırmamak' diye bir deyim var. Onunla olabilir, onun yanında başka önlemler alınır, ithalatın aşırı artmasını engelleyecek. Bu arada unutulmaması gereken bir nokta da TL'deki değerlenme. TL değerlendikçe ihracat yapmak çok cazip olmuyor, ithal malı getirmek daha avantajlı oluyor. Değerlenmeye karşı bazı önlemler alınabilir.
Bir başka konu daha var IMF raporunda, o da bir yerel yönetim sorunu. Türkiye'de, birçok işin yerel yönetimlere devredilmesi... Bu merkeziyetçilikten uzaklaşan bir yapıya geçilmesi demek. Bu benim kafamda hep olan bir konudur. Ben demokratik toplumlarda mümkün olduğu kadar yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve kararların merkeziyetçilikten uzaklaşan bir biçimde alınması gerektiğini düşünüyorum. Yalnız bir şeye dikkat etmek lazım. Bana beceremeyeceğim bir iş verirseniz ben onu yüzüme gözüme bulaştırırım. Yani diyelim ki mali işleri yürütmeyi bilmiyorsam, artık herkes kendi mali işlerinden sorumlu olsun diyerek bunları bana yıkmanın sonucu, ya büyük bir skandal ya da vahim bir hataya yol açmak demektir. Bunun ön hazırlıklarının sağlam yapılması lazım. Gerekli kapasiteyi yaratmadan, "hadi merkezileşmeden uzaklaşmış bir düzene geçiyoruz" demek aslında bir süre sonra büyük bir karışıklığın ortaya çıkmasına çanak tutmak anlamına gelir. Ondan sonra da merkez gelir, her şeye el koyar.
Böyle olacak demek istemiyorum. Amacım sadece IMF'nin dikkati çektiği konunun ne olduğuna açıklık getirmek. IMF'nin de vurguladığı gibi da yerel yönetimlere bir yaşam alanı vereceğiz diye keyfi aflar yapmamak lazım. Çünkü, "borcun vardı affediyorum" deyince, "iyi tamam, ben bir daha işlere başlayayım, çalışanlarıma hizmet götüreyim, merkezi hükümet yine affeder" denebilir. Oysa böyle olmaması gerekli.
AH: O zaman yerel yönetimlerin hem bir eğitim sürecinden geçmesi gerekiyor, hem de bunun yanında borç yüklerinin de taşımaya devam etmeleri gerekiyor IMF'ye göre.
HE: Şu olabilir, yani bazı olaylar vardır ki, istisnai nedenle bir borç çıkmıştır. Onu düzeltmek, oraya yardım etmek gerekebilir. Ama böyle "canım, hepsini affettik" filan dediğiniz zaman ilerisi için bir problem yaratmış oluyorsunuz.
AH: Bir rahatlama ve umut her halükârda.
HE: Tabii, bugün yapan, yarın bir daha yapar. Affetmekle keyfi harcamaya yol açmış oluyorsunuz, onu yapmamak gerekir. Öbür taraftan da yerel yönetimlere yönelik eğitim olsun, orada kapasite üretme konusunda olsun çalışmalar , yapılmıyor değil. O çalışmalar önemli.
Bunun ötesindeki IMF raporundaki konular bilinen konular: "bankacılık şu olsun, merkez bankası programına böyle devam etsin, ileride enflasyon hedeflemesine geçsin" vs.
Ben iki nokta üzerinde çok duruyorum. Türkiye'de bir miktar merkezileşmeden uzaklaşma gerekli. Onun için kapasite yaratılması ve bunun koşullarının sağlam konulması lazım. İkincisi de cari açık: dikkatle takip edilmesi gereken bir şey. Ne yapalım öyle oldu diye idare edemeyiz, bu hemen probleme dönüşebilir. Türkiye'nin şu anda dış borçlanma kapasitesi artmış olmasına rağmen.
AH: Yani bu kapasitede çok büyük bir değişiklik yaratmadı.
HE: Dediğim gibi sonunda değişmiyor ki, benim borç alma kapasitem var ve bu kapasitemin belli bir oranını kullanırsam itibarlı biriyimdir. Borç alma kapasitem var ve onun sınırına dayandıysam, dışarıda borç veren bir sormaz mı: "Bu adam da amma çok borç alıyor!" diye.
AH: Takıp kaçabilir!
HE: Yalnız bi 'takıp kaçar' şeklindeki yargıya varanlar başkalarına ilişkin gözlemlerinden buna varabilirler. Çünkü Türkiye'nin tarihinde yok; Türkiye her zaman borcunu ödemiş bir
ülke.
(Açık Radyo'da 26 Mayıs 2005 tarihinde yayınlanmıştır.)