Sanat eserlerini İlham Perisi’yle birlikte düşünmek gibi yaygın bir batıl inanç vardır. Sanatın gerektirdiği yoğun emeği gölgelemese, o güzel yaratığın varlığına inanmanın hiçbir sakıncası yok. Yazan herkes bilir ki, kalem ele her alındığında sözcükler sabırsızca atlamaz kağıda. Bazen kaşlar çatılır, parmaklar masada trampet çalar, hatta saçlar çekilerek uzatılmaya çalışılır ama yine de kalem baygın yatmaya devam eder. O an Peri’nin gelmeyeceğine inanıp masadan ayrılmak, kaybetmektir. O güzel Peri’nin öpücüğü bir yana, üretime değilse bile, birikime ayrılabilecek saatleri, günleri, yazarın küsme potansiyeline bağlı olarak belki ayları kaybetmektir.
değişeceği gerçeğindedir. Ürün ve birikimi birbirine karıştırmamak gerekir. Kağıda düşen öykü güzelse hem ürün hem de birikimdir; değilse sadece birikimdir. Yazmanın en önemli eğitimi yine yazmaktır. Kalem kağıda sürtündükçe bilenir. Hiçbir labirent, yazıya durmuş bir elin önündeki boş beyaz sayfa kadar karmaşık değildir. İlham Perisi kollarına girmedikçe o sokaklarda yürüme zahmetine katlanamayanlar, sanattan deney faresinin önüne koyulan peynir kadar bile ödül beklememeliler. Yazar, alnının teriyle ıslatmış olduğu yüz sayfanın doksan dokuzunu çöpe atabilecek kadar yürekli olmalıdır. Hayır yetmez. O yazacağı yüz sayfanın doksan dokuzunun atılacağını bilerek işe koyulabilen insandır. Kıyılacak olanı yazmak, yazılmışa kıymaktan çok daha zor ve acı vericidir. Dayanmak için gereken güç, ustalığa yaklaştıkça oranın yazar lehine
Zanaatçı olmadan, kestirmeden sanatçı olmayı ummak boş bir hayal. Ustasını gözlemleyen çırak, bir yandan da kötü ayakkabılar diker. Onun, dükkanın bir köşesinde oturup pişmeyi beklemesiyle, yazarlık macerasına atılanların, İlham Perisi’nden medet ummaları aynı mantıksızlıktadır. Kötü bir öykü yazmaktan utanmamalı. Hatta, yüz kötü öykü yazmaktan da utanmamalı. Yeter ki yüzüncüsü birincisinden daha az kötü olsun.
Çok yazmanın önüne bazen komik bir korku geçer: Ya malzeme tükenirse? Çamur bittiği için ortada kalan bir heykeltıraş yoksa, bu korku mantıksız. Yine özel bir yazı türü olarak öyküyü ele alalım: Kesinlikle var olanın keşfedilip sunulması değildir. Elleri yeterince ustaysa sonsuz çeşitlikte ürün yatabilen yazarın çamuru hayaldir. Hayallerin kullanıldıkça tükenmediğini, tam tersine çoğaldığını çocukluğunu hatırlayan herkes bilir.
Günlük mesaisindeki bir katip gibi çalışan yazar fikri, insanlara çok da çekici gelmez. En başta, yeterince okumamış okur, onun ‘uçmuş’, ‘acayip’, ‘kafayı yemiş’ bir insan olmasını bekler. Yazarın, Tanrı’nın Mars’taki alt yapı çalışmalarını bitirene kadar dünyaya saldığı bir uzaylı olduğuna inanır. Oturup her gün, üstelik zorlanarak yazan bir ölümlünün kaleminden dökülenler ilginç gelmez insanlara. Poe diye bir adam, sevgilisi ölünce fena halde hüzünlenip bir oturuşta Anabel Lee’yi yazsın isterler. Gerçekte bir değil, harem dolusu Anabel Lee’nin telef olmasının bile o şahane dizelere faydası yoktur. Aşkını en ince hastalıklara kaptıran, ince bıyıklı yakışıklı katiplerin elinden böğüre böğüre ağlamaktan fazlası gelmez. Ama çirkin mi çirkin yaşlı bir şair, masa başında çürüttüğü dirseklerine dayanarak, hayali sevgilisinin ölümüne yaktığı ağıtla büyüleyebilir insanları.
Güzel aşk şiirlerinin yazılması için zavallı masum kadınların katlini dilemek yerine, acımadan ve korkmadan İlham Perisi’ni öldürmeli.