31 Mayıs 2010Referans Gazetesi
Değişen dünya koşullarında ihracatımızı artırmanın pek de kolay bir iş olmadığı anlaşılıyor. Bunun için ihracatımızın artmasını zorlaştıran etmenlere bakmak, bunlardan hangilerini etkileyebileceğimizi saptamak gerek. TEPAV'ın bir süre önce yayımlanan bir araştırması bu konuda yardımcı olabilecek nitelikte. (S. Kalkan, H.Ç. Dündar ve A. Dinççağ; Türkiye'de Dış Ticaret ve Dış Ticaret Finansmanı-İhracattaki Düşüşte Finansman Sıkıntısı Ne Kadar Etkili? TEPAV Politika Notu, Mayıs 2010.) Bu çalışma, Nisan 2010'da 40 büyük ihracatçı firma ve dış ticaret finansmanına aracılık eden 5 bankaya uygulanan bir anketin sonuçlarını değerlendiriyor.
İlk önemli saptama, bilineni doğruluyor: 2009 yılında ihracatımızda önemli düşme (yüzde 23) olmuştur. İhracatımızdaki düşüşün en önemli nedeni yeni sipariş olmamasıdır. Yeni sipariş nasıl elde edilir? Üç yol akla geliyor: Küresel ekonominin tekrar büyümeye başlaması ve bunun sonucu olarak da Türkiye'nin ihraç ürünlerine talebin yeniden artması. Küresel ekonomide, kolay olmasa da toparlanma olduğu görülüyor. Ancak, bu toparlanmanın, Türkiye'nin ihracatı üzerindeki etkisinin ne ölçüde olacağı o kadar açık değil. Nedenini görebilmek için yeni sipariş elde edebilmenin diğer yollarına göz atmak gerekiyor. İkinci yol, mevcut ihracat pazarlarımızda payımızı artırmak. Üçüncüsü de yeni pazarlar bulmak. Bunlar söylemesi kolay ama başarılması zor işler. TEPAV'ın çalışmasında ihracatçıların yüzde 35'inin yeni ihracat pazarları arayışı içinde oldukları anlaşılmaktadır. Bunun ve mevcut pazarlarda payımızı artırma gayretinin ne kadar başarılı olacağı doğal olarak rakiplerimizin davranışlarına bağlı olacaktır. İçinde bulunduğumuz ortamda ise rekabetin artacağını beklemek gerekir. Bu da konuyu Türkiye'nin rekabet gücüne getirmektedir. Türkiye, rekabet gücünü korumanın ötesine geçip artırmak zorundadır. Bu da kendiliğinden olmaz.
Çalışmaya göre ihracatımızı olumsuz yönde etkileyen ikinci önemli neden, finansman sıkıntısıdır. Ancak bunun ne anlama geldiğini görebilmek için Türkiye'nin ihracatının finansman biçimine bakmak gerekmektedir. İhracatta başlıca dört yöntem kullanılmaktadır. Bunlar, mal karşılığı/teslimat sırasında ödeme, akreditif, vesaik karşılığı ödeme ve peşin ödemedir. 2009'da, bütün bu kalemler 2008'e oranla önemli ölçülerde azalmıştır. En büyük düşüş akreditiflerdedir, (yüzde 43). Bunu mal karşılığı/teslimat sırasında ödeme, (yüzde 19) izlemektedir.
Türkiye'nin ihracatında en önemli finansman kalemi mal karşılığı/teslimat sırasında ödemedir. Bu kalemin toplam ihracat finansmanı içindeki payı 2009 yılında yüzde 61'dir. Bankaların aracılığını gerektiren akreditif işlemlerinin toplam içindeki payı ise yüzde 19'dur. Başka bir deyişle ihracatın finansmanında müşteriden doğrudan sağlanan finansmanın payı yüzde 80 dolaylarındadır. İhraç mallarımıza olan talebin düşmesinin bu finansman yollarının da daralmasını beraberinde getirmesi doğaldır. Ancak olayın bir başka yönü daha var. İhracatın bu yolla yapılıyor olması, ihracatçı firmanın müşterisini iyi tanıdığı, ona güvendiği ve ödemenin kendisine ulaşmasını sağlayacak kurumsal düzenlemelerin iyi işlediği bir ortamda çalıştığı anlamına geliyor. Özetle bu, büyük ölçüde, Avrupa pazarlarında, tanıdık firmalarla yapılacak işlemlerde rahatlıkla kullanılabilecek bir finansman yöntemidir. Yeni pazar ve/veya müşteri arandığında, bankaların aracılığını gerektiren akreditif gibi ihracatçıya güven veren finansman araçlarına gerek var. Ancak geçen sene en fazla düşüş gösteren finansman kalemi de bu. Bu günlerde, ihracatımız için yeni pazar (ya da müşteri) aranmasından çok söz ediliyor. Bu, ihracatın finansmanında, akreditif gibi banka aracılığı gerektiren yöntemlerin çok daha ağırlık kazanması demek. İki soru: 1) Bu tür finansman sağlanabilecek mi? 2) Devlet, bankaların karşılaşacağı bu yeni riski azaltmak üzere bilgi sağlama ve hukuki destek verme yolunda çalışmalar yapıyor mu?