23 Haziran 2010Referans Gazetesi
Bir birim mal ihraç edebilmek için kaç birim ithalat yapıyoruz? Bu konuda elimizde güncel durumu değerlendirecek pek bilgi yok ama yapılan çalışmalar ihracatın, doğrudan ve dolaylı olarak ithalat gereksiniminin artan bir eğilim izlediği yönünde. Bu eğilimin ortaya çıkmasının tek bir nedeni yok. Bir önemli neden ihracatımızın bileşiminin daha çok ithal malı kullanmayı gerektirecek ürünler lehine değişmesi. Örneğin otomotiv, çimentoya oranla ihracat yapabilmek için daha fazla ithalat yapan bir sektör. Ancak burada ikinci bir soru akla geliyor. Niçin bir malın üretimi ötekisinden daha fazla ithal girdi gerektiriyor? Bunun birkaç nedeni olabilir. İlki, söz konusu malın bazı bileşenlerinin (elektronik aksam gibi) ileri teknoloji gerektirmesi ve bunların ülkemizde üretilmemesi. İkincisi, bir malın üretiminde kullanılan doğal kaynakların ülkemizde bulunmaması. Ancak bu iki olgunun olayın bütününü açıklamak için yeterli olmadığı görülüyor. Bir kere ihracatımızın artışında giderek daha büyük pay sahibi olan ürünlerin önemli bir kısmı uluslararası üretim zincirinin içinde üretiliyor. Bu zincir içinde olmak bazı şirketler arası anlaşmalara uyarak hareket edilmesini zorunlu kılıyor. Bu anlaşmalar hangi girdinin kimden alınacağına ilişkin düzenlemeleri de içeriyor. Nihayet, bir de fiyat sorunu var. Küresel rekabet ortamında mücadele eden bir üretici, doğal olarak, aynı kalitede olan girdiler arasında en ucuz olanını seçecektir.
Öte yandan, Türkiye'de ihracat amacıyla üretim yapanlara, ithali Gümrük Vergisi'ne tabi ara mallara/girdilere gümrük muafiyeti getiren bir ihracatı teşvik sistemi (Dahilde İşleme Rejimi) de var. İhracat yapacak şirketler, ihraç edilmesi planlanan malların üretiminde kullanılacak olan hammadde, yardımcı madde, yarı mamul, mamul, ara malı ve ambalaj malzemelerinin başta değişik vergisel yüklerden muaf olmak üzere ve devlete ihracat taahhüdünde bulunmak şartıyla, çeşitli kolaylıklar ve teşviklerden yararlanabiliyorlar. Bu rejim yeni değil; 1996 yılı başından itibaren yürürlükte. Bu düzenlemenin, ithal girdilerin kullanımını teşvik ettiği söylenemese bile kolaylaştırdığı anlaşılıyor.
Bütün bunların önemli etkisi ise ihracatın ülke ekonomisine yaptığı katkıyı sınırlaması. Her şeyden önce ihracatın döviz gelirlerine net katkısını bulabilmek için, ihracatın doğrudan ve dolaylı ithalat gereksinimini hesaba katan düzeltme yapmak gerekiyor. Ancak olay bundan ibaret de değil. İhracatın ithal girdilere dayanıyor olması, üretim ve istihdam üzerindeki etkisini de sınırlıyor. Bir malın ihraç edildiğini ve bunu üretmek için gerekli ara malı ve hammaddelerin tümünü ülke içinden karşılandığını düşünelim. Bu malın ihracatındaki artış, bu malın üretimini ve bunun üretiminde kullanılan ara madde ve hammaddelere olan talebi artıracaktır. Dolayısıyla bunları sunan şirketlerde üretim ve istihdam olumlu yönde etkilenecektir. Tabii, buradaki hareketlenme de bu şirketlerin girdi temin ettiği şirketlere yansıyacak, üretim ve istihdam ihracatçı şirketin sağladığından daha büyük ölçüde artacaktır. Buna karşılık, ihracatçı şirket tümüyle ithal girdi kullanıyorsa, bu ‘çoğaltan etkisi' yine ortaya çıkacak, ama bu defa etki bu girdilerin ithal edildiği ülkede kendisini gösterecektir.
Olayın bir başka yönüne daha bakalım. Bir dayanıklı tüketim malını düşünelim. Bu mal üretildikten sonra da pek çok faaliyetin ortaya çıkmasına yol açar; satıcı, taşıyıcı, bakım yapan, tamirci vs. İhracat söz konusu olduğunda bu faaliyetlerin büyük kısmı alıcıların yaşadığı ülkelerde gerçekleşir. Oysa iç pazara satış yapılması durumunda bu faaliyetler ülke içinde gerçekleşir, bunlara ilişkin istihdam da ülke içinde yaratılır.
Bu anlatılanlardan, tabiatıyla, ihracatın ‘zararlı olduğu' sonucu çıkmaz. Ama değişen küresel koşullar ışığında, ihracattan ne elde edip ne edemeyeceğimizi bir kez daha gözden geçirmekte yarar var.