Bu "iddia" denen hadisenin, memleket futbolunun iyiden iyiye mafyatize olduğu bir ortamda, yarardan çok zarar getireceği ortaydı. Geçenlerde 25. yılını doldurduk, 12 Eylül denen kepazeliğin, topluma ektiği tohumlar, filizlendi de koca koca gövdelere evrilmeye başladı. Toplumun dengesini bir tarafın aleyhine bozarsan, geri kalanlar da meydanı boş bulduklarından oynatacakları "at"a don biçerler. Bu toplumun darbeden sonra yaşadığı ahlaki yozlaşma ve çöküşten anlaşılan ortada değil mi? Kimsesinin zoruna gitmesin, veya bu saatten sonra gitse de olur; bu memlekette erdemi, dürüstlüğü, hakkaniyeti savunmak "solcuların" işiymiş, meğer. Onlar da olmayınca, tüm bu kepazeliklere sadece izleyici olarak eklemlenmekten başka şansımız kalmıyor.
Neyse, konumuz; Gökdeniz Karadeniz. Trabzonsporlu futbolcu. Malumunuz; yüklü miktarda iddia oynamaktan, bazı futbolcuları iddia oynamaya teşvik etmekten ve dahi "bahis organizasyonu"na dahil olmaktan, Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu (PFDK) tarafından bir yıl hak mahrumiyetine çarptırılacağı iddia ediliyordu. Sonradan, medyada, suçunu itiraf etmesi nedeniyle, cezanın 6 aya indirileceği söylentisi yayılmaya başladı. Gökdeniz en "popüler"leri olduğu için ön plana çıktı. Meselenin içinde başkaları da vardı; misal Metin Aktaş, misal Ogün Temizkanoğlu...
Ve şimdi, Gökdeniz'in kazanılması konusunda bir mutabakat oluşuyor, ki muhtemelen konu soğudukça bu mutabakat alanı da genişleyecek. Öncelikle şunun altını çizelim, bu mesele bizi iki türlü Gökdeniz kimliği ile yüz yüze bırakıyor. Birincisi, insan Gökdeniz. Ki, Gökdeniz'in "insan" olarak kazanılmasına kimse bir şey diyemez, dememeli. Sonuçta o da bu toprakların bir insanı, paraya doymayan, daha da kazanmak için her yolu mubah sayan bir kuşağın "mağdur" çocuğu. Bir hata yapmıştır ve bu hata ile yalnız bırakılmamalıdır. Gökdeniz, erdem ve haysiyetin tarafına çekilmelidir. Bu müdahaleyi yapmak da başta, güce ve iktidara karşı yükselttiği isyan bayrağından mütevellit bir mazisi olan Trabzonspor'a yakışır.
Diğer kimlik ise, Gökdeniz'in "futbolcu" kimliğidir. İşte o başka bir şeydir. O kimliğin içinde sadece kendisi yoktur; kulübü, taraftarı, medyası, Federasyon'u ve daha niceleriyle, Türkiye futbolunun yapıcıları vardır. Hal böyle olunca, öyle istediği gibi de hareket edemez. Hele yaptığı o hareket var ki, bu kimliğin oluşumuna katılan herkesi vebal altında bırakır. Birileri alın terleriyle, emekleriyle sahada koşturup dursun, birileri de masa başında oturup "nasıl hak yerim de köşeyi dönerim" onun hesabını yapsın. Bu kimliğin nesini kazanacağız allasen. Hayır, bu kazandığımız kimliklerden oluşacak bir futbol ortamından ne bekleyeceğiz daha sonra.
Gökdeniz hem bir kayıp hem bir fırsattır. Kayıptır; iyi topçuydu, bu işlere girmeyip de oynadığı oyunun güzelliğine vakıf olsaydı, futbol seyircisi de kazanırdı, Gökdeniz de. Kayıptır, çünkü memlekette bir genç daha, utanmadan, sıkılmadan bu kadar rahat, gayri-ahlaki bir iş yapma gücünü kendinde bulmuştur. Ne hallere geldiğimizi gösteren, binlerce kayıptan birisidir.
Kazançtır, şu sebepten; adaletin hem bu kadar yakın, hem bu kadar uzak olduğunu gösteren bir olaydır. PFDK, başta yağıp esmiştir. Haklı olarak, meselenin sadece Gökdeniz değil, memleket futbolu meselesi olduğunun altını çizerek bize "adalet"i hissettirmiştir. Sonra ne olmuşsa olmuş, "köşe tutarları" çark etmiş, "aman çocuğu kazanalım" demeye başlamıştır ki, umarız bu çark, olayın sümen altı edilmesinin provası olmaz. İşte o zaman yakınlaşan adaletin nasıl bir anda uzaklaştığını görürüz ki, o vakit bu topraklarda bilmem kaçıncı hukukun, dolayısıyla adaletin katli vakasına daha tanıklık yapmaktan sıkılmış oluruz.
23 Eylül 2005 tarihinde Birgün'de yayımlanmıştır.
(Bu yazının tüm hakları, yazarını ve ilk yayımlandığı kaynağı belirtmek kaydıyla ve kâr amacı gütmemek şartı ile, kullanmak isteyene aittir...)