11 Nisan 2010Radikal İki
Her ne kadar 12 Eylül Anayasası, giriş bölümüyle, YÖK gibi kurumlarıyla, özgürlükleri tırpanlayan kalıp formülleriyle kanlı canlı biçimde yürürlükte kalmaya devam edecek olsa da, AKP’nin Meclis gündemine getirdiği Anayasa değişikliği paketinin demokratikleşme açısından kesinlikle kabul edilemez olduğunu söylemek için bağnazlık derecesinde iman sahibi olmak lazım. Ya da AKP’ye iktidar partisi olarak hiçbir meşruiyet tanımamak, bu partinin yöneticilerinden, seçmenlerinden nefret etmek. Her iki durumun son derece sorunlu bir demokrasi anlayışını ele verdiğini anlatmaya gerek yok. Son anayasa değişikliği paketi, 12 Eylül Anayasası’ndan çıkış yönünde bundan önce atılmış adımları tamamlıyor. Sadece temel haklarla ilgili yapılan değişiklikler değil, Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nın yapısındaki değiştirmeler de bu yönde değerlendirilebilir. Emekçilerin grev hakkına getirilen bazı kısıtlamaların kaldırılmasını, işkolunda bir sendika tekelinin kırılmasını, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkını gözü kapalı hayırcılar dışında kimse küçümsemiyor.Bunun yanında, bu anayasa değişikliklerinin bazıları özünde bir şey değiştirmiyor. Parti kapatma gerekçelerine hiç dokunulmadan kapatma yönteminin değiştirilmesi veya memurlara grev hakkı tanımadan toplu sözleşme getirilmesi bu türden değişiklikler. Etrafında dolaşmakBir de, “bizdendir dolayısıyla güvenilir” zihniyetiyle, atamalarda cumhurbaşkanının takdir yetkisini genişleten düzenlemeler var ki, işte bu konuda insanlar değişse, 28 Şubat mağdurları iktidar olsa da, 12 Eylül zihniyetinin düşünce dünyamızda nasıl bazı refleksleri perçinlediğini çok iyi ele veriyor.Türkiye’de 12 Eylül rejiminden ve kökleri ondan çok daha öncelere giden vesayet sisteminden çıkmanın en tutarlı yolu, demokratik seçimlerle oluşmuş parlamentoda başlayan kapsamlı ve uzun soluklu müzakereler sonunda yeni bir anayasanın meclisin ve ardından halkın oyuna sunulmasıdır. Bu konuda lafı evirip çevirmeye gerek yok. Yakında 30 senesini dolduracak bu anayasanın, giriş bölümü başta olmak üzere, bütününü tarihe havale etmedikçe, siyasal rejimimizin gerçekten demokratik bir temele sahip olması mümkün olmayacak. 12 Eylül rejiminden yan yollara saparak kaçmak, etrafından dolanmak, orasına burasına yama yapmak olanaklarının sonuna geldik. Yüksek yargı zümresiyle hükümet arasında süregiden büyük kavga bunun anlamlı bir işareti.AKP hükümetleri çeşitli nedenlerle yedi yıllık iktidarları boyunca yeni bir anayasayı yürürlüğe koymayı denemediler. 2007 sonbaharında başlattıkları girişimin arkasını getirmeye cesaretleri yetmedi. Ya da 12 Eylül Anayasası’ndan parçalı bölüklü çıkmayı ve bu anayasanın oluşturduğu otoriter ve vesayetçi kimi kurum ve uygulamaların zaman içinde kendi yararlarına çalışmasını tercih ettiler. YÖK ve üniversiteler konusunda bu ikinci durumun söz konusu olduğu tartışılmaz bir gerçek. Önümüzdeki anayasa değişikliği paketinin içerdiği iki önemli sorundan biri tam burada yatıyor. Vesayet rejiminin yargı ayağını hedef alan değişiklikler, Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nın yapısını demokratikleştirirken, seçim yönteminde vesayetçiliği pekiştiriyor. Vesayet rejimleri seçmenlerin ehil olmadığı inancına dayanır. 12 Eylül bu anlamda dört dörtlük bir vesayet sistemi oluşturdu. Seçilenlere bir de “devlet baksın” anlayışı içinde, cumhurbaşkanına çok geniş bir seçimli ya da seçimsiz takdir ve atama yetkisi verdi. İki dereceli seçim sistemlerini yaygınlaştırdı. Daha sonra rektör seçimleri gündeme gelince, bu yöntem bu kez üç aşamalı uygulandı. Çünkü 1990 başlarında dahi üniversite öğretim üyeleri rektörü, dekanı seçecek ehliyette kişiler olarak görülmüyorlardı. Bugün de görülmüyorlar.Bugün 1. sınıf hakimlere, Danıştay üyelerine, barolara veya milletvekillerine doğrudan seçme yetkisi vermemek, cumhurbaşkanına ise eskisinden daha fazla üç isim arasından birini beğenme yetkisi vermek, o seçmenleri yeterince ehil görmemek demektir. Peki onlar değilse, Türkiye’de kim ehil? Türkiye’de yargının kendi içinde dönüşümünü sağlamak olmazsa olmaz bir gerekliliktir. Bunu günümüz yargı dünyasının mensuplarıyla büyük ölçüde yapacağız. Zihniyet dönüşümü zaman alacak. Daha yıllar boyu mücadele etmek gerekecek. Öğretim üyelerinde olduğu gibi, yargı mensuplarını da kural olarak ehil kabul etmek zorundayız. Kanaatimiz öyle olmasa da. Daha ehil olmalarını sağlayacak, bağımsızlığın yanında tarafsızlık ilkesini sahiplenmelerine yol açacak bir dönüşümün adımlarını atmak, içinde bulundukları kurumu ilgilendiren bir seçimde onlara denetime tabi olmaları gereken seçmen muamelesi yapmamayı da gerektiriyor.Vesayete devam mı?Diğer yandan, cumhurbaşkanına daha geniş bir takdir yetkisi verilmesi, insanın aklına, bugün Ahmet Necdet Sezer cumhurbaşkanı olsaydı, AKP kurmayları bu öneriyi getirirler miydi sorusunu getiriyor. AKP, 2012 veya 2014’te halkoylamasıyla seçilecek cumhurbaşkanını çantada keklik olarak gördüğü için mi, cumhurbaşkanına genişletilmiş seçim yetkisi veriyor. Bu nedenle bu yöntemi benimsiyorsa, böyle bir düzenlemenin vesayet rejimini başka biçim altında sürdürmek anlamına geleceğini de kabul ediyor demektir.İkinci sorun, referandumla ilgili. Temsili demokrasilerde, parlamento halkın temsil edildiği yerdir. Bu anlamda meclis egemendir. Hükümetin egemenlik yetkisi ikincildir. Bu nedenle yürütme gücüne bir kararı doğrudan referanduma götürme yetkisi vermek sakıncalıdır. Parlamentoyu devre dışı bırakarak hükümetin halkoylamasına başvurması, referandumu plebisite dönüştürür. Ve plebisit, demokrasinin kanseridir. Demokratik bir yöntem gibi gözüken ve popülist diktatörlüklerin yolunu açan bir yöntemdir. Şefle halk bütünleşmesinin simgesidir. Halkoylamasının plebisite dönüşmemesi için, seçmen özgürlüğüne riayet edilmesi gerekir. Bu özgürlükler arasında, oy kullanmadan önce müzakere, bilgilenme, görüş beyan etme gibi ön koşullar olduğu gibi, neye oy verildiğinin de çok açık olması gerekir. Evet ya da hayır demenin anlamının mümkün olduğu kadar açık olmasını sağlamak, bu özgürlük ilkesi açısından esastır. Aksi takdirde referandum plebisite döner. Bir metin veya bir kural, içeriği nedeniyle oylanmaz. Bunu referanduma sunan irade oylanır. Elbette plebisitin sonuçları bu irade açısından sürpriz de içerebilir. Ama her durumda, onaylansa veya onaylanmasa da, metin değil şef ya da iktidar partisi oylanmış olur. O zaman da halkoylamasına sunulan değişikliğin içine havuç koyma taktikleri devreye girer. Demokrasi bu değildir.Venedik Komisyonu’nun önerileri ve bu önerilere eşlik eden açıklamalara bakıldığında, bugün Türkiye’de tartışılmaya başlanan Anayasa değişikliği paketinin referanduma gitmesi durumunda, muhakkak tek paket halinde veya tam tersine, muhakkak ayrı paketler halinde oya sunulması gerekir diye kesin bir sonuç çıkarmak mümkün değil. Ama komisyonun genel yaklaşımına bakıldığında, seçmen özgürlüğünü rehber ilke olarak benimseyerek, birbiriyle yakın ilintisi olmayan değişikliklerin ayrı oylanması gerektiği açık biçimde belirtiliyor.İhtilaf konusu, bu Anayasa değişikliği paketinin, bir metnin “temel nitelikte/özsel bir revizyonu” ve 29 maddenin birbiriyle yakın ilinti içinde olup olmadığı. Komisyonun açıklayıcı ekinde, bir metnin temel/özsel nitelikte değişiminin bütün bir değişiklik olarak değerlendirilebileceği, dolayısıyla tek pakette oya sunulabileceği belirtildikten hemen sonra, bu önerinin, farklı bölümlerin ayrı ayrı halkoyuna sunulamayacağı anlamına gelmediğini hatırlatmak ihtiyacı duyulmuş.Venedik Komisyonu tartışmasına saplanıp kalmaya gerek yok. Demokratik akıl, meclise sunulan pakette üç farklı konu olduğunu, geçici 15. maddenin kaldırılmasının bireysel özgürlükleri ilgilendiren maddelerle, bu sonuncuların HSYK ve Anayasa Mahkemesi’nin üye sayısı ve seçimi konularıyla yakın bir bağı olduğunu iddia etmeyi pek mümkün kılmıyor. Bu durumda seçmen özgürlüğü ilkesi, Anayasa değişikliğinin üç ayrı paket olarak hazırlanmasının ve bu haliyle referanduma sunulmasının daha doğru olduğuna işaret ediyor. Daha önemlisi, halkoyunun plebisite dönüşmesi riskini ortadan kaldırıyor.Halkoyuna sunulan anayasanın içine cumhurbaşkanı seçimi gömmek gibi son derece ağır bir seçmen özgürlüğü ihlaline maruz kalmış bir toplumuz. Seçmenlerin de ehil kişiler olduklarına ve demokrasi iradelerinin güçlü olduğuna inanıyorsak, temel hak ve özgürlükleri referandum konusu yapmaya gerek duymadan, diğer konularda da gerekirse halkoyuna başvurarak anayasa değişikliklerinin yürürlüğe girmesini sağlayabiliriz. İşte o zaman Türkiye toplumuna gerçekten yeni bir anayasa yapma irade ve kararlığını ispat etme fırsatı verilmiş olur.