Hulda ile Sanat ve Bilim Yolculuğu

Açık Dergi
-
Aa
+
a
a
a

Eraslan Sağlam:Açık Dergi’de bu akşam, Açık Radyo dinleyicilerinin yakından tanıdığı üç konuğum var. Stalker programından Yıldırım Arıcı, Ahmet Koman ve Mine Şengel. Hoşgeldiniz.

Ahmet Koman: Hoşbulduk.

Mine Şengel: Hoşbulduk.

Yıldırım Arıcı: Merhaba.

ES:     Merhaba. Dinleyicilerimizin bir kısmının tahmin edebileceği gibi Hulda ile ilgili olarak ağırlıyoruz sizi burada. Tekrar teşekkür ediyorum programa konuk olduğunuz için. Daha öncedenAhmet’i ağırlamıştık Hulda ile ilgili olarak, ama gelişmeleri merak ediyoruz. Daha çnceki söyleşiyi kaçıran dinleyicilerimiz için Ahmet’ten ricam, başından başlayarak bir özetlemesi.

AK:     Hulda, babam İlhan Koman’ın otuz sene üzerinde yaşayıp çalıştığı eski bir çift direkli yelkenli. İsveç’teydi yıllardır. Kardeşim üzerinde yaşıyordu. Fakat hep hayalimiz buraya, Türkiye’ye getirip bir müze haline getirmekti. Ve çeşitli yollar arıyorduk. Sonunda bir Avrupa projesi olarak, gerçekleştirme fırsatı çıktı. İsveç’ten, babamın eserlerinden yirmi kadarıyla, bilhassa bilimsel yönleri ağırlıklı olan yirmi tanesiyle sergi yaparak, Avrupa’daki çeşitli liman kentlerindeki çeşitli büyük organizasyon ve enstitülerle ortaklık içinde sergiler atölyeler yaparak geçen Nisan’da yola çıktık. Mart’ta Stockholm’de Modern Müze’de başladı. Ondan sonra Amsterdam’a gittik, Antwerpen, Bordeaux ve şu anda Lizbon’dayız. Bu arada Yıldırım, bütün yolculuğun film ve fotoğraflanmasından sorumlu olarak uzun süre bizimle birlikte yolculuk yaptı.

ES:     Ve buradan da bir belgesel çıkması hedefleniyor, öyle değil mi Yıldırım?

YA:     Evet, ibu işin dokümanını tutup bunlardan güzel bir film çıkarmak var. Hem de güncel olarak internette bunu sürdürmeye çalışıyoruz fotoğraf ve film olarak. Sitenin adresi www.huldafestival.org Gittiğimiz ülkelerin dillerini de katmaya çalışıyoruz. İngilizce’den başlayarak, Türkçe, Portekizce, Hollanda ve İsveççe var tabii ki çünkü İsveç’ten başladık. Fransızca var. Böyle devam ediyoruz...  Bu site sürekli güncelleniyor. Gemide bir teşkilat kurduk, orada film ve fotoğrafları edit edip web sayfasına yetiştirmeye çalışıyoruz, hem de ileriye dönük, ciddi bir dokümanter yapılması, hem kalıcı bir arşiv oluşması hedefleniyor... Sürekli ses kaydı yapılıyor. Ben kendi mesleğimi bir anlamda noktaladım; eskiden tanıtım fotoğrafçılığı yapardım; ama şimdi benim için çok daha çekici bir işle uğraşıyorum. İlhan Koman, seksenlerde kendisiyle de karşılaşıp hayran olduğum bir ustadır. Bugün onun eserleriyle tekrar haşır neşir olmak, onun yaşadığı yerde bulunmak benim için çok büyük bir zevk.

ES:     Mine, senden de duraklardaki deneyimleri paylaşmanı rica ediyorum, özellikle Portekiz deneyimi çok önemli anladığım kadarıyla. İlhan Koman’ın eserlerinin bilimsel yöneliminin izleyiciler üzerindeki etkisini dinleyicilerimize aktarmanı rica ediyorum.

 

 

MŞ:    Gemi Stockholm’den yola çıktı. Uğradığı her limanda Ahmet’in dediği gibi belli bilim ve sanat enstitüleriyle işbirliği yapıyoruz. Onların kanalıyla, o liman şehirlerindeki okullardan çocuklar geliyorlar. Onlara atölye çalışmaları yaptırıyoruz. Mesela Amsterdam’daki “Mozaikte Matematik”ti. Biraz daha doğuya kayıyor tabii ki, ama Escher de var işin içinde, İslam mozaikleri de var. Burada matematiğin nasıl kullanıldığı biraz da oyun şeklinde veriliyor. Çocuklara bilimin sıkıcı olmadığı, bilimin yaratıcı yanı da olduğu anlatılıyor. Bu tabii ki İlhan Koman’ın eserlerine paralel olarak anlatılıyor. Atölye çalışmalarından sonra çocuklar tekneye geliyorlar ve sergiyi geziyorlar. Portekiz’de görme özürlü çocuklar gelip, heykellere elleriyle dokunarak anlamaya çalıştılar. Anladıktan sonra da birtakım soruları oldu tabii ki. Onun dışında spastik çocuklar da geldi. Çok yoğun bir ilgi vardı Portekiz’de.

YA:    Üç gün içinde dört bin ziyaretçi. Biz de neye uğradığımızı şaşırdık açıkçası. Ahmet gelenleri sayalım diye bir counter aldı, counter iflas etti. Ben ilk defa heykelin bir kör tarafından anlaşılmaya çalışılmasını görüntüledim. Tüylerim diken diken oldu,  başka bir boyutuna vardım heykelin. İlhan Koman’ın eserleri gerçekten bilimsel bir referanstan yola çıkılarak üretilmiş şeyler oldukları için insanların imgelemlerinde tekrar biçimlendi; ve bu biçimlenişin yüzlerindeki ifadeye nasıl yansıdığını gördüm. Çok etkilendim.

 

ES:     Ahmet, Hulda Sanat Festivali’ni, neler yapıldığını, kapsamını ve hedeflerini anlatır mısın dinleyicilerimize?

AK:     Bu bir Avrupa projesi aslında. Avrupa’da, Toplumda Bilim birçok Avrupa projesi arasında üç projeden biri olarak seçildi. Bunu iftiharla söylüyorum, çünkü bir Türk kurumunun koordinatör olarak katıldığı ilk Avrupa projelerinden biri herhalde bu. Avrupa’yı kapsayan ve diğer Avrupa ülkeleriyle ortak yürütülen bir Türk kurumu tarafından koordine edilen çok az proje var. Bu alanda da ilk proje bu zaten. Ve, amaç topluma bilimi aşılamak. Öbür uzun vadedeki yönü de Türkiye’ye bir müze kazandırmak ve bunu devam ettirebilmek. Yani, hem sanatı hem bilimi kapsayan, -sadece Koman’ı da değil- bir müze ve bir etkileşimli, dönüşümlü bir sanat mekânı kazanmak.

MŞ:    Eğitim mekânı bir anlamda.

AK:     Eğitim ve sanat mekânı ve gezici. Statik bir müze değil. Her ne kadar İstanbul’da sabit bir mekânı olacaksa da ümidimiz sanatı ve bilimi bu şekilde halka götürebilmek. Babamın eserlerinin de çoğu halka yönelik büyük eserler zaten, dış mekân eserleri ve hep böyle bir sosyal yönü var sonuç olarak projelerinin. Bayağı yüklü ve heyecanlı geçiyor ve gitgide zenginleşiyor. Tekneye gelenler gidenler, ekipler değişiyor, devamlı bir dinamik var teknede ve çok şükür büyük sorunlar yaşamadan, küçük küçük sorunlarla devam ediyoruz. Havadan yana şansımız vardı. Nazar değmesin sonunda Lizbon’a vardık.

ES:     Maşallah!

AK:     Kışı Barselona’da geçirmek üzere şimdi Lizbon’dan çıkacağız. O arada da önümüzdeki seneye hazırlık yapacağız...

YA:     Mart ayına.

AK:     Ondan sonra hakikaten büyük bir ivme alacağız., Akdeniz hakikaten güzel geçecek diye umuyoruz. Şimdiye kadar da çok iyi geçti.

ES:     Hedeflediğiniz zaman da 19 Eylül. 19 Eylül’de Türkiye’de olması, İstanbul’da olması planlanıyor değil mi?

AK:      Evet.

MŞ:    Selanik’ten İstanbul’a gelecek.

ES:     Umarım burada demirledikten sonra farklı disiplinlere de yer açabilirsiniz. Heykel ve diğer performatif alanlarda başka şeyler de yapılabilir.

AK:     Evet, evet. Birçok proje var konuştuğumuz, yavaş yavaş bunlar kesinleştikçe program çıkacak.

ES:     Zaten o zaman tekrar konuk alacağız sizi. Biraz mürettebatı anlatır mısınız? Enteresan bir mürettebat var çünkü.

AK:     Mürettebat şöyle: Kardeşim, gemide doğdu sayılır. 42 senedir bu teknenin üzerinde yaşayarak ve çalışarak ve babam gibi tekneyi tamir etmeye başlayarak yaşıyor. Sonunda kendisi de gemi mühendisi değil, gemi yapımcısı, yapım idarecisi oldu. Ama ahşap ve eski tekneler üzerine, yani uzman. Ve böyle bir tekneyi yaşatmış olmanın getirdiği tecrübeyle çok daha büyük, ahşap tekneler yapıyor İsveç’te. Müthiş bir kaptan aynı zamanda. 26 metrelik tekneyi iki yanından on beşer santim bırakarak yanaştırıyor, iki hareketle filan. İlk çıkarken hiç istemiyordu; çünkü hiç böyle bir uzun yolculuk tecrübesi yok. İlk çıktığımızda, yaptığı bir teknenin kaptanı, bir İsveçli arkadaş, iyi ve ciddi bir kaptanla yola çıktık birlikte. İlk etap uzundu ve zorluydu. En zorlu etaplardan biriydi çünkü havalar daha kötüydü...

YA:    Baltık Denizi’ni geçtik.

AK:     Bayağı tehlikeli zamanlar. Onunla başladık. Çok iyi bir İsveçli ekiple başladık. Öbür gelenlerin de hepsi gemici ve bu tarz gemi yapımıyla uğraşan kişiler. Yol boyunca bütün yelken sistemi, direkler, teller, her şeyi elden geçiriyorlardı.

YA:     Makaralar değişti, halatlar yenilendi...

AK:     Devamlı bir çalışma halindeydi ilk etap. Orada ilk etapta ilginç bir şey oldu. Amsterdam’a tam gelmeden önce pervane kovanından su almaya başladık. Kovanı değiştirmek üzere tekrar karaya çekildik orada. Ve Korhan yine marifetlerini göstererek orada bütün işi gerçekleştirdi üç günde. Sonra Amsterdam’a geldik.

MŞ:    Bu gemide seyahat eden mürettebatın önemli bir özelliği var. Gönüllü kişiler bu tür teknelerde çalışan.

AK:     Tabii, evet, Bunların hepsi, İsveç’ten. Aslında İsveç’te bu tarz tekne oldukça fazla. Eski tekneleri hâlâ güzel yaşatıyorlar çünkü oranın bir özelliği, orası Akdeniz gibi değil, –buraya gelince bakalım ne olacak diyorum hep bunu dedikçe—oradaki su daha tatlı bir su olduğu için tekneler çok daha uzun yaşayabiliyor. Epey böyle eski tekne var bu yüzden ve eski teknelerin çok meraklısı var. Kardeşimin öbür yaptığı tekneyibir dernek gerçekleştirdi alında. Tekneyi yapmak için 3000 kişilik filan bir dernek kurdular ve herkesin katkısıyla yapıldı o tekne. Yani, İsveç’te böyle bir geçmiş var, hem denizci, gemiye meraklı, hem marangozluğunu yapan, hem yelkenciliğini yapan bir sürü insan var. Ve Korhan’ın bunlardan arkadaşları olduğu için, böyle bir ekip geliyor genellikle.

MŞ:    Uzmanlaşmış bir ekip bu.

AK:     Altı ay kadar tamir gördü tekne daha önceden. Yola çıkmadan önce dört tane su geçirmez bölme filan yapıldı içine. Bayağı bir elden geçti fakat sonuç olarak 105 yıllık tekne...

YA:     Örneğin, yolda ana yelkenlerden birinin alt paralel direği kırıldı.Tabii, hemen indirildi; ve oradaki kişiler tarafından tamir edildi; yerine yenisi kondu, daha doğrusu tamir edilip kondu. Sonra ilk durakta gidildi, ahşaplar alındı, bunlardan bir yeni direk yapıldı ve değiştirildi. Yani, bu başka bir ekiple olamazdı herhalde.

AK:     O ahşapların alımı da çok ilginç, şehrin bir ucundan, bir ucuna bisikletler üzerinde getirildi.

YA:     Gemide iki bisikletimiz var. Ben fırsat buldukça, her karaya çıktıkça gittiğimiz yerleri dolaşıyorum, fotoğraflarını çekiyorum. Bu bisikletler aynı zamanda alışverişe yarıyor. Mesela, erzak almaya yarıyor. İki bisikletle 150 kiloluk erzak taşıdığımız da oluyor. İşte, seren direği kırıldığı zaman onun parçalarını taşıdığımız da oluyor. Gerçi bisikletleri biraz zorladık galiba. Zinciri kırılmıştı en son.

ES:     Yine de mümkün olabileceğini görüyoruz bisikletli bir yaşamın da... o koşullarda...

YA:    Yani tekneden motorlu araçlarla filan değil, bisikletle çıkıyoruz. Yelkenli tekneden başka bir şey beklenmezdi zaten, başka bir şekilde çıkmamız.

AK:     Evet, İsveç’ten buraya tekne ve bisikletle geliyoruz diye eklemeli.

ES:     Yıldırım, şunu merak ediyorum; deniz üzerinde çekimler yapıyorsun bu belgeselle ilgili. Biraz o çekimleri nasıl yaptığını anlatır mısın? Çünkü web sitesine baktığımızda olağanüstü görüntüler var ve çok zor koşullarda çekildiğini düşünüyorum.

YA:     Zor koşullar, çoğu zaman Ahmet’le tartışıyorum. Yağmurda, fırtınada çekim yapmaya kalkıyor. Ben de kaçınıyorum. Elimizdeki aletler aslında basit dijital aletler. Daha profesyonel ekipmanımız olsaydı bu işe uygun... Ama böyle bir imkânımız pek olamadı bu noktaya kadar. Elimizdeki imkânlarla, bir şeyi kaçırmadan, sürekliliği kaybetmeden çekim --hem devamlı çekim hem fotoğrafı kastediyorum—yapmayı sürdürüyorum. Zor oluyor tabii, ama gönül isterdi ki biraz daha yetkin olalım, hem ekipman bakımından hem yardım bakımından. Ahmet’in oğlu Piri Koman da sinema okuyor. Çok iyi bir sanatçı olma yolunda. Zaten o seve seve yardım ediyor, birlikte yaptığımız bir şey. Hem o çekiyor, hem ben çekiyorum, hem de teknedeki herkes bu işe katkıda bulunuyor. Her dakika her yerde olmak mümkün değil. Sonradan bunları bir araya getiriyoruz. Teknede bir bilgisayar odamız var, orada bunları bir araya getiriyorum. Ufak “chapter”lar yapıyorum şu anda, bütün yolculuğu anlatan. Bunları ileride daha ciddi bir biçimde yeniden ele alıp, yeniden editleyip, ciddi bir dokümanter film olarak çıkarmak, bir sergi olarak sunmak projesi var. Bu yolda aslında sürekli çekim yapıyoruz. Bakalım, nereye gelecek, ne elde edeceğiz. İstanbul’a geldiğimizde bir şeyler daha belirginleşecek.

ES:     Projenin Açık Radyo’yu ilgilendiren bir başka tarafı da, anladığım kadarıyla, Stalker’ın kimi kayıtlarının orada gerçekleşiyor.

YA:     Evet, her hafta telefonla bağlanamadığım için... İletişim bir sorun. Yani, bir iletişim sponsoru aslında bize ilaç gibi gelirdi. Internet bağlantımız her zaman olamıyor. Zaten okyanus üzerindeyseniz bu pek de mantıklı bir şey değil, ama gittiğimiz yerlerde zorlayarak bağlantı kurmaya çalışıyoruz.

ES:     Portekizli dinleyicilerimiz varmış.

YA:     Portekizli dinleyicilerimiz var, evet. Bu tür etkileşimler oluyor. O da işin hoş yanı.

ES:     Evet, bunlar da çok güzel bağlantılar. Geri sayıma başladınız, İstanbul’a varmak üzere.

MŞ:    Tam bir yıl kaldı.

ES:     Tam bir yıl kaldı İstanbul’a varması için Hulda’nın. İstanbul’da hedefleriniz neler, planlarınız neler? İstanbul’da neler olacak?

AK:     İstanbul’a Pozitif’in organize edeceği büyük bir konserle başlıyoruz. 19 Eylül’de.

MŞ:    Tekne üzerinde olacak konser bu arada.

AK:     Bir karşılama kutlaması olacak... Sonra bütün ortaklar gelecekler. Bütün bu yol üzerindeki şeyler görüşülecek. Fikir alışverişi, nasıl birlikte devam edilebilir gibi şeyler görüşülecek. Bu halka açık bir konferans olarak. Bu arada u sene yapılacak olan bir yarışma var. Sanat ve bilimi bağdaştıran projeler. Ve on ülkeden birer kişi seçilecek. Birer öğrenci diyelim; sanat veya bilim öğrencisi. Birlikte çalışmalar da istiyoruz mümkün olursa. Bunlardan birer temsilci, her bir ülkeden, yine İstanbul’da buluşacak ve burada onların da eserleri sergilenecek. Tekrar bütün bu yol boyunca yapılan on atölye tekrarlanacak burada. İki ay boyunca burada on dört bin çocuk hedefliyoruz. Ondan sonra biraz dinleneceğiz, herhalde, 2010’un son ayında. Bütün raporları ve Avrupa’nın bütün yazışmalarını bitireceğiz tabii ki. Ondan sonra birçok şeye açık. Konuşuyoruz, görüşüyoruz. Yani şu anda onun çalışması içindeyiz. Bir müze olarak nasıl yaşatabiliriz?

ES:     Gezici müze olarak neler olabilir? Nerelere gidebilir?

AK:     İki yönü olacak her zaman. Esas bir ana mekân olacak tabii, en önemli yönü de gezici yönü. Şu anda düşünülen olasılıklar var.

ES:     Onlar da netleştiğinde Açık Radyo’dan aktaracağız dinleyicilerimize. Umarım hava koşulları elverişli olur. Yolunuz açık olsun diyorum.

AK:     Çok teşekkürler.

YA:     İyi akşamlar