7 Ekim 2007Nurcan Kaya
29 Eylül'de Radikal gazetesinde çıkan 'Polisin dehşet diyaloğu' başlıklı habere göre M.Z., normal şartlarda Hrant Dink'i korumakla yükümlü olan, Trabzon'da görevli bir istihbarat polisi ile cinayetin azmettiricisi olarak yargılanan Erhan Tuncel, Dink'in yaşamına son verilmesinin hemen ardından cinayetle ilgili sohbet etmişler, bir de 'ellerine sağlık' çekmişlerdi. Aynı gazetenin 2 Ekim'de çıkan "'Beni Yasin zorladı'" başlıklı haberine göre ise, Dink ailesinin avukatları 1 Ekim'de görülen duruşmada M.Z. hakkında suç duyurusunda bulundular ancak mahkeme, daha önce Trabzon Valiliği'nin M.Z. hakkında verdiği soruşturmaya gerek yok kararına binaen bu talebi reddetti. M.Z.'nin basına yansıyan görüşmeleri, yani cinayet hakkında ayrıntılı bilgiye sahip oluşu ve M.Z. hakkında soruşturma açılmaması, sevgili Hrant Dink'in yaşam/a hakkını birden fazla kez ihlal ediyor. Anayasa ve Türk Ceza Kanunu tarafından korunan ve Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası antlaşmalarla güvence altına alınan bir hak olan yaşam hakkını. Herhangi bir kişinin dini, dili, rengi, cinsiyeti veya siyasi düşünceleri dolayısıyla dahi kısıtlanayamayacak bir hak olan en temel insan hakkını...
Devletin yükümlülükleri Kanunlarda ve uluslararası sözleşmelerde birkaç satırla güvenceye alınan bu hakkın neden ibaret olduğu, sözleşmelerin denetleme organlarının verdiği kararlara bakılarak anlaşılabilir. Yaşam hakkı bağlamında devletin yükümlülüğü özetle üç aşamayı kapsar: 1- Kişilerin yaşamını kanunla koruma ve yaşamına zarar verecek herhangi bir eylemde bulunmama, 2- Önleme, 3- Etkin bir soruşturma yürütme. Devletin birinci yükümlülüğü bakımından kanuni güvencelerimiz mevcut, zira insan öldürmek TCK'da suç olarak düzenleniyor. Ancak kanunda etnik kökeni, dili, dini, siyasal düşünceleri dolayısıyla bir insanı öldürmek ağırlatıcı nedenler arasında sayılmıyor. Etnik nefret saikiyle işlenen suçların daha ağır bir şekilde cezalandırılması konusunda AB ve Avrupa Konseyi'nde yürütülen çok sayıda çalışma var. Bu çalışmaların detayları ayrı bir yazı konusu. Ancak özetle şunu söylemek mümkün, etnik nefret saiki ile işlenen suçların daha ağır bir cezaya tabi olması gerekir. Böyle bir düzenleme olsaydı, O.S. ve diğerleri, Hrant Dink'i sırf Ermeni olduğundan ya da siyasi düşünceleri dolayısıyla öldürdükleri için, tıpkı bir çocuk öldürmüş gibi, tıpkı intikam almak amacıyla birini öldürmüş gibi daha ağır bir cezaya çarptırılacaklardı. Devletin ikinci yükümlülüğüne gelince... Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin bu konuda verdiği kararlara göre, bir kişinin yaşamına yakın ve gerçek bir tehlikenin söz konusu olduğu ve yetkililerin bundan haberdar olduğu ya da olması gerektiği durumlarda, devlet yetkililerinin pozitif tedbirler alarak o kişiyi korumaları gerekir. Örneğin, AİHM'in incelediği bir davada, Özgür Gündem için Şanlıurfa'da çalışan ve tehditler alan Kemal Kılıç, Valiliğe dilekçe yazarak korunma talebinde bulunmuş, bu talep reddedilmiş ve Kılıç 18 Şubat 1993'te kimliği belirlenemeyen kişilerce öldürülmüştü. Mahkeme, bu davada devletin pozitif koruma yükümlülüğünü yerine getirmediği için Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) ikinci maddesini, yani yaşam hakkını ihlal ettiğine karar verdi (Kılıç/Türkiye, 03 Mart 2000). Dink'in yaşamına yönelik bir tehdit olduğundan yetkililerin herhangi bir şekilde haberdar olması, onun korunmasına yönelik tedbirlerin alınması için yeterliydi. Dink'in bizzat korunma talebinde bulunmasına dahi gerek yoktu. Dink, İstanbul Valiliği'ne çağırıldığında dahi ve M.Z. ile ilgili haberlere bakılırsa, yetkililer tehdit edildiğinden haberdardı. Dink maalesef en çok Kemal Kılıç kadar korundu. Dink'in korunması için hiçbir tedbir alınmadı. Sevgili Dink'in yaşam hakkına son verildi. Devletin üçüncü görevi ise bir kişinin yaşamına son verildiğinde etkin bir soruşturma yürütmek ve failleri bulup cezalandırmak için gerekli özeni göstermektir. Yine Kılıç davasında, AİHM, Kılıç'ın devlete bağlı olarak çalışan kişilerce öldürüldüğüne ilişkin iddiaların ciddiyetle soruşturulmadığı ve katillerin bulunması için etkin bir soruşturma yürütülmediği gerekçesiyle, devletin yaşam hakkını ikinci bir kere ihlal ettiğine karar verdi. Dink'in öldürülmesinde yer alan kimi kişiler yakalandı ve hâlâ yargılanıyorlar. Ancak Trabzon'da onu korumakla yükümlü olan kişilere karşı yürütülen soruşturmanın sonucuna göre hiçbir yetkilinin kusuru yoktu bu ölümde. 1 Ekim'de yapılan suç duyurusu da buna dayanılarak reddedildi. Oysa ki böyle bir soruşturmanın tarafsız bir heyet tarafından özenle yürütülmesi ve Dink'in öldürülmesinde kusuru veya rolü olan tüm görevlilerin etkin bir şekilde cezalandırılması gerekir.
Etkin ve ciddi soruşturma Burada dikkate alınması gereken bir diğer konu da Dink'in öldürülmesinde görevlilerin rolleri olduğunun veya kusurlu olduklarının ispatlanması halinde, bunu sırf Hrant Dink Ermeni olduğu için ya da düşünceleri dolayısıyla yapıp yapmadıklarının da etkin bir şekilde soruşturulması gereğidir. Zira, AİHS'nin 14. maddesi, Sözleşme'de korunan haklardan herkesin dili, dini, ırkı, siyasal düşüncesi vs. ne olursa olsun yararlanması gerektiğini öngörür. Bir kişinin yaşamına sırf bu nedenlerle son verildiğine dair makul iddialar varsa, bunun etkin bir şekilde ve ciddiyetle soruşturulması gerekir. Nitekim, Bulgaristan'da iki Roman gencin silahsız olmalarına rağmen güvenlik güçlerinin açtığı ateşle öldürülmelerine ilişkin davada AİHM, eylemin arkasında 'ırkçı bir saik' olmasına, maktullerin sırf Roman oldukları için öldürülmüş olabileceklerine dair makul iddialar olmasına rağmen, bunun etkin bir şekilde soruşturulmaması dolayısıyla Bulgaristan'ın Sözleşme'nin 14. maddesini ihlal ettiğine karar verdi (Nachova/Bulgaristan, 06 Temmuz 2005, Büyük Daire). Bu doğrultuda, Dink'in öldürülmesinde rol aldığı veya öldürülmesini engellemek için gerekli tedbirleri almayı ihmal ettiği tespit edilen tüm kamu görevlilerinin, bunu Hrant Dink'in etnik kökeni, dini veya siyasal görüşleri dolayısıyla yapıp yapmadıklarının da etkin bir şekilde soruşturulması gerekir. Maalesef bir kişiyi etnik kökeni, dini veya siyasal düşünceleri dolayısıyla öldürmek henüz ağırlaştırıcı bir neden değil. Böyle bir düzenlemenin Ceza Kanunu'nun 82. maddesine derhal eklenmesi gerekir. Ancak en azından bu kişiler insan öldürmenin yanısıra, 'ayrımcılık yaparak' görevi kötüye kullanmaktan da da yargılanabilirler. Dink'in "bilinen" katillerine açılan ceza davasının bir sonraki duruşması 11 Şubat'ta görülecek. Dink'in yaşam/a hakkının hatırlanması dileğiyle. NURCAN KAYA: Avukat