22 Şubat 2008Agos Gazetesi
Hrant Dink davasının son duruşmasında, sanık avukatının, her defasında olduğu gibi maktulün ailesine ve adalet isteyenlere hakaret ettiğini duyduğumda tehlikenin boyutlarını bir daha gördüm. İşlenen suça gerekçe giydirmeye kalkan avukatın saldırgan söylemini tekrarlayan (kınayan veya haber olarak ileten) medyanın da kaçınılmaz olarak bu gerekçeyi meşrulaşmak isteyenlerin söylemini güçlendirerek ideolojisini oluşturmaya yardım ettiğini daha net olarak gördüm. Avukatın küfür ve tacizlerini her aktardığımızda öncelikle bu saldırganlık dolu dilin çoğaltılmasına, ardından da zihnimizde bir düşünce, bir fikir, bir yaklaşım olarak karşılık bulmasına hizmet ediyoruz. Elbette bunu önlemenin yolu bu rezil söylemleri aktarmamaktan geçmiyor. Ama burada yapılmak istenenin son derece organize bir şiddet içerdiğinden bahsetmeksizin kullandığımız her kelime, maktulün masumiyet hakkını geri planda bırakmamıza yol açıyor. Ve dolayısıyla adaletsizliğin, zulmün belirli kulplara büründürülerek başkalarına da sirayet etmesine yol açıyor giderek. Hrant Dink’in hunhar bir biçimde katledilmesi gerçeği en ‘ayık’ olanlarımızın zihninde bile kurgusal bir arka plan doğmasına yol açıyor çünkü. Mesela diyoruz ki; “ülkemizde böylesine ırkçı, böylesine pişkin ve hukuk tanımaz bir avukatın halen görev yapması onun gibilerinin sayısının çok fazla olduğunun da bir göstergesi.” Yani bir biçimde bu saldırgan söylemi kınarken ve rahatsızlık duyarken bile bu cinayetin üzerinden bir ‘üste çıkma ideolojisi’nin pekiştirilmesini kaçınılmaz olarak kabullenmeye başlıyoruz. O kadar kabulleniyoruz ki, mesela Türklüğü aşağıladığı varsayılıyorsa eğer, Hrant Dink’in katledilmesini olağan görenlerin varlığı karşısında giderek daha pasifleşiyor tepkilerimiz. Birçok kişi belki de hiç farkında olmadan şöyle düşünmeye başlıyor: Eğer mahkemede bile sanıkların avukatı bu kadar cesur bir biçimde Türkiye Ermenilerine veya Dink’in hakkını arayanlara “müdahil vekilleri terör örgütünün ne demek olduğunu daha iyi bilir” şeklinde bağırabiliyorsa... Eğer maktulün ailesine ve avukatlarına bile saldırmaktan korkmuyorsa... Bir bildiği vardır herhalde. İşte sanık avukatının “Hocalı katliamını yapan kuduz Ermenilere benzemez benim müvekkilim” şeklindeki son derece ima dolu saldırganlığı beni bu yüzden dehşete düşürüyor. Sanki bugün sokak ortasında bir insan kurşunlanarak katledilmemiş de, ortada iki eşit çarpışan güç varmış gibi, sanki bugün bu ülkenin anayasal vatandaşı olan bir avuç kalmış Ermeniler, Türklüğü tehdit eden düşman güçler oluşturmuşlar da, onlar karşısında bu avukat ve onun tayfası göğüs göğüse çarpışmaktaymış gibi bir hava yaratılıyor. Ve giderek Hrant Dink’in asla kast etmediği bir ifade yüzünden aylarca hedef gösterilmiş olduğu, tehditler aldığı, iftiralarla ülkesini terk etmeye zorlandığı, nihayetinde de ensesinden vurularak katledildiği gerçeği bu kurgusal propaganda yüzünden göz ardı ediliyor. Bu süslü ithamlar yüzünden acı gerçek giderek alışılmış, ezberlenmiş bir veriye, alelade bir bulguya indirgeniyor. Hatta bunu pekiştirmek için sık sık ‘yetkili mercii’lerden “ne varmış alt tarafı bir cinayet, sanki ülkemizde daha elim cinayetler olmuyor” gibi bilinçaltımızı tahrik eden başka ifadeler de duyuyoruz. Aynı ideolojinin hassasiyetleri kaşıyarak, zaafları kamçılayarak kimi zaman sınıfsal, kimi zaman etnik, kimi zaman ırki ayrımcılığı bu şekilde istediği gibi körüklediğini görüyoruz. “Hrant Dink cinayeti Türkiye’deki Ergenekon gibi pek çok karanlık oluşumun su yüzüne çıkması için bir fırsattır, o yüzden ayrıca önemlidir” diyenlere de aynı organize saldırganlık uygulanıveriyor: “Siz de Ermeni dölüsünüz, yabancı demek hain demektir” vesaire. Sanki herhangi bir kimlikle doğmuş olmak bir kimseyi ille haksız çıkarabilirmiş gibi peşinen. Son duruşmada sanık avukatın Hrant Dink’e her fırsatta “tescilli Türk düşmanı” diyerek hakaret etmesi karşısında Dink’in kızı Delal Dink’in daha fazla dayanamayarak söylediklerini bir daha okuyun: “Türk düşmanı diyerek babamı yaşarken öldürdüler zaten.” Delal Dink sürekli daha derinden açılan acısıyla mahkeme salonunda yargı merciini etkilemeye çalışan avukata karşı şu en basit soruyu haykırıyordu aslında: “Daha kaç kez öldürecekler?” Hrant Dink’e vurulan o ‘hainlik damgası’na her fırsatta göndermede bulunanlar, ölüsü üzerinden aynı katliama devam ediyorlar. Yaptıkları bu barbarlığın ideolojisini de küfür ve hakaretlerle oluşturmak üzereler giderek. “Eğer katledildiyse muhakkak müstahaktır” söylemi bu kadar güçlendirildikçe maktulün masumiyet hakkını hangi hakikat birimiyle ölçebileceğiz?