24 Ocak 2010
Üç yıl önce, 19 Ocak 2007 günü, öğleden sonra saat 15.00’te, Hrant Dink’i kaybettik. Hrant’ın hunharca öldürülmesi insan hayatına, barışa, demokrasiye, adalete inananlar için çok büyük bir üzüntü, kızgınlık ve şoktu. Bu yıl da 19 Ocak günü, Agos gazetesinin önünde, kalabalığın arasında, yağan karın altında, Hrant’ı içimizde, yanımızda, aramızda hissettik. O sevecenliğiyle “ben buradayım” derken, ben “biliyorum, ama burada olman daha iyi olurdu” diyordum içimden.
Hrant’ı kaybetmekÜç sene geçti. Onun vurulduğunu ve onu kaybettiğimizi duyduğum an yaşadığım, o gün Agos gazetesinin önüne geldiğim zaman derinleşen, kalbime ve beynime saplanan şoku, hâlâ canlı yaşıyorum. Hrant’ı kaybetmek çok etkiledi hepimizi. Yani “ama...” demeden, katilleri anlamaya çalışmadan, “kategorik koşul” olarak, “insan yaşamının her şeyden daha önce geldiğini” ve “insanların böylesine hunharca öldürülmediği adaletli ve demokratik bir Türkiye” isteyenleri. Hrant’ın bizler üzerindeki bu etkisi nereden kaynaklanıyor? Hrant’ın bizlerle her gün birlikte, içimizde, aramızda yaşama niteliği ve kapasitesi nereden geliyor? Bu sorulara yanıt ararken, şüphesiz ki, en öne çıkan öğe Hrant’ın, çok iyi, sevgi dolu, koskoca bir yüreğe sahip olması, size sarıldığında onu kemiklerinizde hissettiğiniz ve konuşmaya başladığı zaman, kendisine öfke duyanları bile yumuşatan yapısı, kişiliği, insanlığıdır. Bu nitelikleri taşıyan bir insanı kaybetmek mümkün değildir; o aramızda ve hep bizimle olacak. İkincisi, Hrant’ın Türkiye için çok önemli, kolay kolay elde edilemeyecek bir artı değer olmasıdır. Türkiye’nin dünya siyaseti içinde, özellikle Türkiye-Ermenistan ilişkileri ve Ermeni sorunu temelinde, Hrant söylemi, kişiliği, etkinliği ve girişimleriyle çok önemli bir kamusal entelektüel, çok etkili bir aktör ve kolay kolay bulunamayacak bir “siyasi, kültürel, zihinsel artı değer”di. Onu vuranlar, sadece insan yaşamına değer vermeyen kötüler değillerdi, milliyetçilik adı altında Türkiye’yi sevmeyenlerdi. Onun yerde yatan bedeni, Türkiye’nin kaybetmesi, hem de çok değerli bir aktörünü, bir entelektüelini kaybetmesi anlamına geliyordu.
Hrant’tan öğrenmekÜçüncüsü, Hrant’ı kaybetmenin yarattığı şoku her gün güncelliğini koruyan bir duygu olarak yaşamamızın (yaşamamın) nedeni, hem onun kişiliğinde, hem siyasi söylemi ve pratiğinde hem de yazılarında ortaya çıkan “demokrat tavrın ve üslubun” özgün yapısıydı. Bu bağlamda, Hrant’ın demokratlığını ayrıştıran ve özgünleştiren beş kavramın ya da niteliyici sıfatın önemli olduğunu düşünüyorum: “Ahlaki benlik”, “vicdan”, “adalet”, “sorumluluk olarak özgürlük”, ve “demokratlık”. Uluslararası Hrant Dink Vakfı tarafından yayımlanan, Hrant Dink Kitapları’nın ilk ikisi İki Yakın Halk İki Uzak Komşu (2008) ve Bu Köşedeki Adam’ı (2009) okuyunca, Hrant’ın demokratlığının, Türkiye ve dünya için çok gerekli demokratik siyaset ve zihniyet için ne kadar önemli olduğuna dair düşüncem daha da netleşti. Hrant’ın demokratlığı, taşıdığı “ahlaki benlik”, seslendirdiği “vicdan”, çevresine yaklaşırken tercih ettiği “adalet”, kendisinden farklı olanla girdiği ilişkiyi tanımladığı “sorumluluk olarak özgürlük” ve “insan odaklı ve farklılıklar içinde birlikte yaşamayı amaçlayan demokratlık” ilkeleriyle özgün ve yaşama geçirilmesi zor bir demokratlıktı. Hrant’ın demokratlığı, bu nitelikleriyle, “Türkiye’ye demokrat bakışın nasıl olması gerektiği” sorusuna verilen ve çok önemli felsefi ilkeler içeren bir yanıttı. Hrant sağ, sol, demokrat, muhafazakâr, liberal, milliyetçi vb. siyasi konum ve ideolojilerin öncesinde, “ahlaki alan”da, “iyi” ile “kötü” arasında yapılan tercihte, insanların kodlanmasına ve ötekileştirilmesine, her türlü şiddete karşı ve her koşulda “insan yaşamı ve onuru üzerine yaptığı tercih”le, “iyi bir insan”dı. Bu nedenle de, sadece siyasi değil, ondan önce ahlaki benlik olarak iyi’nin yanında hareket eden birisiydi. 23-24 Aralık 2006’da, Özgür Düşün dergisi tarafından düzenlenen “Aydınlık Sorgular” Sempozyumu’nda, Resmi Tarih ve Aydın İlişkisi başlıklı oturumda yaptığı konuşmada, Hrant şöyle diyor: “Bir aydında muhakkak olması gereken, olmazsa olmaz olan bir tek silah vardır. Akıl değil...: Vicdan. Vicdanı olmayan aydın olamaz. Vicdanını ortaya koyarak meselelere bakmayan, sadece aklına güvenen ve sadece aklıyla sorunları çözmeye çalışan, aydın olamaz. Aydının vazgeçilmez, olmazsa olmaz koşulu, vicdanı olmasıdır. Tarihe bakarken de, bugüne bakarken de.” Bu temelde de, Hrant dünyaya ve Türkiye’ye bakışında, daha zengin, daha teknolojik, daha gelişmiş, daha etkili, daha güçlü değil, fakat “adaletli bir dünya ve Türkiye” istedi, bunun için de çalıştı ve sorumluluk aldı. İnsanların daha “refah” içinde yaşadığı, kimliklerinin “tanındığı”, siyasete ve kamusal alana “katıldıkları”, adaletli bir dünya ve Türkiye için çalışmak, Hrant’ın tercihiydi. Bu tercihlerini yaşama geçirirken, Hrant özgürlüğü, “öteki özgür olduğu zaman ben kendimi özgür hissederim” saptamasıyla tanımladı. Ahlaki benlik, vicdan ve adalet ilkeleri ile “ötekinin özgürlüğü için sorumluluk alma” ilkesini birleştirdi. Bu bağlamda Hrant, sadece kendi özgürlüğü için değil, diğer kimliklerin özgürlüğü için de yazdı, konuştu, çalıştı ve sorumluluk aldı.“Ahlaki benlik”, “vicdan”, “adalet”, “sorumluluk olarak özgürlük” ilkeleri etrafında ve üzerinde gelişen Hrant’ın “demokrat” konum ve üslubu, yüzeyselliği ve tek doğruyu reddeden, insanları kodlamayan ya da dışlamayan aksine insan yaşam ve onurunu kendine öncül alan, barış ve birlikte yaşama için çalışan ve bu bağlamda sorumluluk alan bir demokratlık anlayışını, Türkiye’nin bugün çok gerek duyduğu bir demokratlık anlayışını sergiledi. Ünlü felsefeci Emmanuel Levinas’ın yaptığı çözümlemelerde ve yorumlarda sıklıkla Dostoyevsky’in, Karamazov Kardeşler kitabından Alyosha Karamazov’un şu sözlerine başvurur: “Biz hepimiz diğerlerine karşı sorumluyuz fakat ben ötekilerden daha da sorumluyum”. Alyosha Karamazov gibi Hrant Dink de, “ben daha da sorumluyum” dedi, özgün bir demokratlık anlayışını sergiledi, belki de bu nedenle hedef seçildi ve hunharca katledildi. Hrant’ı yaşatmak, Hrant’tan öğrenmeyi, onun sergilediği demokratlık anlayışını benimsemeyi ve bu anlayışla “adaletli ve demokrat bir Türkiye” için “çalışmayı ve sorumluluk almayı” gerekli kılıyor.