31 Mayıs 2010Taraf
Terörle Mücadele Kanunu kapsamında yargılanan çocuklar için Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek “onlar çocuk değil” derken, Devlet Bakanı Cevdet Yılmaz bu çocuklara “taş atan çocuklar” yerine “suça itilmiş çocuklar” denmesini istedi. Penguen Dergisi kapağında bu yaklaşımı müthiş bir şekilde hicvetti. AKP hükümeti, 2006 yılında bürokrasinin ve “onlar çocuk değil” zihniyetini taşıyanların etkisiyle Kürt sorununun çözümsüzlüğüne bir düğüm daha atacak, insani trajediler yaşatacak, çocukların geleceğini, ailelerin yüreğini karartacak, toplumun barışını dinamitleyecek bir kanun değişikliğini muhalefetin de çıtı çıkmadan yapıyordu. Ulusal üstü belgeler ve Türkiye’deki Çocuk Koruma Kanunu’ndaki düzenlemeler ortadayken 29.06.2006 tarih ve 5532 sayılı kanunun 8. maddesiyle 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 9. maddesi değiştirilmiş, böylece Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 250/1 maddesinde belirtilen devlet güvenliğine, anayasal düzenin işleyişine, milli savunmaya, devlet sırlarına karşı suçlar söz konusu olduğunda 15-18 yaş arasındaki çocukların özel yetkili ağır ceza mahkemelerinde yargılanmasının yolu açılmıştı. Dört yıllık uygulamanın sonuçları siyasetin aymazlığını, bürokrasinin şiddet severliğini, yargının adaleti ve vicdanı hukukun nihai hedefi olarak algılamaktan uzak yerlerde durduğunu, mağdurların ise adeta Ankara’nın hışmına uğradığını gösterdi.
Ankara neredesin
Evet seslenmek gerekir. Hey Ankara neredesin? Neyin derdindesin? Hükümet olarak takas anlaşması yapma hünerini gösteriyorsun ama bırakın demokrasiyi hiçbir cumhuriyetin yurttaşına yapmayacağı şekilde kendi ülkenin insanlarına ve çocuklarına eziyet edilmesinin, hukuk dışı uygulamalarla ezilmesinin önüne geçemiyorsun. Kendi ülkesinin sorunlarını çözemeyip, çetrefil hale getirenlere dış politikada rol vermezler. Otur oturduğun yerde derler. Yargı olarak kast sisteminin bir ölçüde demokratikleşmesine bile direnirken Ceza Genel Kurul kararıyla çocukların “taş atma”, “zafer işareti yapma” gibi eylemlerini örgüt adına suç işlenmesi sonucu örgüt üyesi gibi cezalandırma kapsamında değerlendirerek hatta bu eylemlerin ayrıca örgütün propagandasını yapmak ya da polise mukavemet suçlarını oluşturduğunu kabul ederek çocukların çok ağır cezalarla karşılaşmasına neden olabiliyor, adaleti ve barışı hukukun hedefi olmaktan çıkarabiliyorsun.
1588 çocuk yargılandı
Adalet Bakanlığı’nın verilerine göre dahi 2006-2007 yıllarında 1588 çocuk TMK kapsamında yargılanmıştır. Bu durumdaki çocukların sayısının 2010 yılı itibariyle 4000’i bulduğu belirtilmektedir. İnsan Hakları Derneği Adana Şube’sinin raporuna göre Adana’da ağır ceza mahkemeleri 2009 yılı verilerine göre 67 çocuğa örgüt üyesi olmak ve örgüt propagandası yapmak suçlarından dolayı 290 yıl üç ay hapis cezası vermiştir. Van’da 2009 yılı şubat-mart aylarında dokuz çocuğa aynı suçlardan 16 yıl hapis cezası verilmiştir. Diyarbakır, Batman, Siirt, Şırnak, Hakkâri, Mardin, Hatay, İskenderun, Mersin ve İzmir’de de bu uygulamalar devam etmektedir. Soruşturma ve kovuşturmanın ulusal üstü belgelere ve evrensel hukuka aykırı olmasının yanı sıra bu süreçte çocukların karşı karşıya kaldıkları insanlık dışı muameleler durumu daha da ağırlaştırmaktadır. Binlerce çocuk yetişkinler gibi gözaltına alınmakta, sorgulanmakta, yargılanmakta ve ağır cezalara uğratılmaktadır. TMK’nın 9. maddesindeki düzenlemeye dahi aykırı bir şekilde 15 yaş altındaki çocukların da bu muameleye ve soruşturmaya maruz bırakıldıkları anlaşılmaktadır. Böylece 12-18 yaş arasındaki bu çocuklar pedagojik destek alamadıkları gibi, okullarına da gidememektedirler. Bu çocukların bir bölümü yetişkinlerle aynı koğuşlarda kalmakta, aileleriyle görüşmeleri engellenmekte, işkence ve kötü muameleye maruz kalmaktadırlar.
10 ile 15 yıl arasında hapis istemi
Diyarbakır Valiliği İl İnsan Hakları Araştırma İnceleme Komisyonunun 03.04.2009 tarihinde Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevinde yaptığı incelemede vardığı kanaat ve sonuç şöyle ifade edilmiştir; “Tüm bu koşullar BM Cezaevi Minimum Temel Prensiplerine, BM Çocuk Hakları Sözleşmesine ciddi aykırılık teşkil etmektedir. Çocukların uzman pedagoglar ve psikologlar ve sosyal gelişimcilerin de görüşlerinin alındığı her türlü sağlık koşullarına uygun ortamlarda tutulması gerekmektedir. Bu itibarla heyetimiz Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi’ndeki adlî ve siyasi çocuk koğuşlarının çocukların fiziksel ve psikolojik gelişimine uymadığı ve koşulların acilen düzeltilmesi gerektiği kanaatindedir.” İnsan Hakları Derneği Mardin Şubesi’nin 27/05/2010 tarihli Mardin Cezaevi TMK Mağdurları Çocuklar Raporu durumun vahametini göstermektedir. Raporda çocukların hukuki durumu şu şekilde açıklanmıştır: “Mardin Cezaevi’nde halen TMK mağduru çocuk olarak tanımladığımız 15 çocuk bulunmaktadır. Bu çocuklardan. dördü hükmen tutuklu olup dosyaları Yargıtay aşamasındadır. Cezaevinde bulunan çocuklara isnat edilen suçlar, toplumsal olaylarda taş attıkları gerekçesi ile örgüt üyeliği, toplantı ve gösteri yürüyüş kanuna muhalefet ve örgüt propagandasıdır. Çocuklar hakkında verilen gerekçeli kararlarda sabit delil olarak kolluk güçlerinin beyanları gösterilmektedir. Cezaevinde bulunan ve hakkında karar verilmiş olan V.B ( 17) 4 yıl 8 ay, O.Ç (16) 5 yıl, İ.K (16) 4 yıl 8 ay, Ş.B (16) 4 yıl 8 ay, A.G (16) 4 yıl 8 ay ceza almışlardır. Diğer tutuklu çocuklar hakkında ise yargılama hâlâ devam etmektedir. İddianamelerde istenen ceza miktarı 10 ve 15 yıl arasındadır.”
Fiziksel ortam çok kötü
Raporda çocukların bulunduruldukları fiziksel ortam ve sağlık koşulları şu şekilde belirtilmektedir: “TMK mağduru çocuklar, Mardin Cezaevi’nde tek koğuşta kalmakta olup yer sıkıntısı nedeni ile beş kişi yerde yatmaktadır. Çocuklar en fazla yemeklerin hijyenik olmamasından şikâyetçi olmaktadırlar. Yine kaldıkları ortamın aşırı rutubetli olduğunu ifade etmişlerdir. Çocuklar Mardin Cezaevi’nin kötü fiziksel koşullarının kendileri açısından geçerli olduğunu söylemektedirler. Çocuklar haftada bir cezaevine doktor geldiğini, çoğu zaman hastaneye sevklerinin yapılmadığını ifade etmişlerdir. Yine yemeklerin hijyenik olmamasından kaynaklı F.M. ve O.Ç adlı arkadaşlarının zehirlendiklerini beyan etmişlerdir. Halen cezaevinde kalbi delik olmasına rağmen tutuklu olarak bulunan M.T (17) isimli arkadaşlarının sağlık durumundan endişelendiklerini ifade etmişlerdir. Kalbi delik olarak cezaevinde bulunan M.T halen örgüt üyeliği suçlaması ile Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanmaktadır. Yine aynı cezaevinde hükümlü olarak bulunan V.B. (17) astım hastasıdır. Sürekli nefes almakta güçlük çektiğini, ortamın rutubetli olmasından kaynaklı olarak astımının nüksettiğini ifade etmiştir. TMK mağduru çocuklar, cezaevinde psikolojik destekten yoksun olduklarını, yeni tutuklanan üç arkadaşlarının bulundukları durumu kabullenmemeleri nedeni ile psikolojik sorunlar yaşadıklarını, kendilerine zarar verme eğilimi taşıdıklarını ve bundan endişe ettiklerini ifade etmişlerdir.”
Şu mühimmat sorunu
Taraf gazetesi yazarı Kurtuluş Tayiz 28/05/2010 tarihli yazısında Van’ın Özalp İlçesi’nde kışla kenarında oynadığı mühimmatın patlaması sonucu ölen 6. sınıf öğrencisi Oğuzcan Akyürek’in olay yerinde yaralı halde 45 dakika bekletildiğini, ölümüne ise hiçbir yetkilinin ilgi göstermediğini, bu durumun aileyi öfkelendirdiğini belirtiyor ve şu bilgileri veriyor. “Patlamamış bombalar Güneydoğu’nun kâbusu haline gelmiş durumda. Sadece son iki yılda 60 sivil bu sahipsiz mühimmat nedeniyle hayatını yitirdi, 140 kişi sakat kaldı. Son on yıl içinde 246 sivil bu patlamalar yüzünden öldü. Üstelik bunların çoğu çocuk”
Ankara’yı değiştirmeden zor
Bombalarına, mayınlarına, mermilerine sahip olamayan bir silahlı güç. Bunun sonucu ölen çoğu çocuk siviller. Bunun hesabını vermeyen askerler, bu hesabı soramayan bir hükümet, “onlar çocuk değil” diyebilen ve bu zihniyetiyle halen bakan kalabilen bir siyasetçi, bu olayları soruşturamayan bir parlamento, çocuklara daha ağır cezalar verme yönünde bağlayıcı kararlar alan bir yargı. Şimdi rejim mi tehlikede, yoksa yurttaş sayılmayan insan mı tehlikede? İnsanına bu kadar değer vermeyen bir rejim yaşar mı? Bunun hesabını soramayan, bu durumu değiştirmeyen siyasetçi hangi başarıyla övünebilir? Hey Ankara neredesin? Demokrasiyle yönetilen hiçbir ülkede bulunmayan kasvetli ikliminle nasıl bir başkentsin? Askerî karargâh ve birlikler, devasa bakanlık ve kurum binalarıyla merkezi doldurulmuş bir başkent rejimin niteliğini de ele vermektedir. Buradan demokrasi çıkmaz, hukuk çıkmaz, insana değer, yurttaşa saygı çıkmaz. Hey Ankara! Önce merkezi boşaltıp, binaları küçültmen lazım. Anlat demokratikleşebilecek misin?