Hayvan Hakları ve Kurban Ütopyası

-
Aa
+
a
a
a

5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu, boğazı kesilerek öldürülecek sağlıklı hayvanların öldürülme şekil ve şartlarını anlatıyor. “Hayvanı korkutmadan, ürkütmeden, en az acı verecek şekilde, hijyenik kurallara uyularak ve usulüne uygun olarak bir anda yapılır. Hayvanların kesiminin ehliyetli kişilerce yapılması sağlanır. İnsan ve çevre sağlığına yönelen önlenemez tehditler bulunan acil durumlar dışında yavrulama, gebelik ve süt anneliği dönemlerinde hayvanlar öldürülemez.”

 

Yaşamı koruması gereken bir kanunda, şiddetin, öldürmenin meşru kılınması ahlaken yadırgatıcı. Zamanın ve mekânın koşullarına göre bu düzenlemenin gerekli olması onun gayriahlaki olduğu gerçeğini örtemiyor. Bizatihi ahlakın kendisi zaman ve mekândan ne kadar bağımsızsa o derece (canlı ve cansız) tüm evreni kucaklar ve o derece değerlidir. Şiddetin her türlüsü  ve savaşlar ahlak dışıdır; silah tüketmek kadar üretmek de ahlak dışıdır, insanlık dışıdır. “Bireysel silahlanmaya hayır!” demek de toplumsal silahlanmayı ve savaşları doğal ve kabul edilebilir gören bir ahlaksızlığı özünde taşır. “Şiddete, savaşa, silaha ve silahlanmaya hayır” diyebilen bir ses çoğalır ve  yeryüzünü de gökyüzünü de titretirse gerçek ahlakın sesidir diyebiliriz.

 

“Bir ulusun büyüklüğü ve ahlaki gelişmesi, hayvanlara nasıl davrandığıyla ilgilidir” demiş Mahatma Gandi. Ancak ve ancak insanlarla hayvanları ahlaken eşit görebilen bir olgunluğa ulaşabilen toplumları gelişmiş ve çağdaş kabul edebiliriz. Hatta bilgiyi, aklı ve teknolojiyi, dolayısıyla doğanın egemenliğini elinde tutan insanın hayvanlara karşı pozitif ayrımcılık yapması gerekmektedir. Bu bağlamda düşünülürse, hayvanların hakları ve hukuki konumları bir değer ve anlam kazanır. Yoksa alınıp satılan mal olarak görülen, eziyet gören, öldürülen, soyları tehlikede olan hayvanların hakları ne yaparsanız yapın eksik kalır. İnsan hakları savunucularının sık kullandığı, “insana hayvanca muamele”  söyleminde bile hayvanlara kötü davranmanın doğal karşılandığına dair işaretler var. Belki de bunun doğru söylemi her ortam ve koşulda, her zaman ve mekânda hayvanlara insanca muamele yapılması isteğidir.

 

Kapitalist hukuk sistemi hayvanları mal olarak görüyor. Pek çok sektörde ve sanayide hayvanlar sömürülüyor ve yeni dünya düzeninin köleleri haline getiriliyor. Eski köle düzeninde insan taneyle sayılan ve alınan satılan maldı. Kölenin sahibince öldürülmesi doğal sayılırdı ve ceza görmezdi. Oysa mal olarak görülen insan, sahibi kabul edilen insanla çok benzer duyguları yaşıyordu; acı duyusu aynıydı. Hisleri ve korkuları olan canlıydı. Tıpkı mal olarak görülen hayvanların hislerinin, acı duyularının insana benzer olduğu gibi.

 

Ekolojik denge, çevre sorunları, fauna ve floranın bozulması eskiden fantezi olarak görülürdü ve ciddiye alınmazdı. Bu ciddiyetsizlik şimdi yaşamın her alanını tehdit ediyor. Siyaset dediğimiz kurum, sorunların tespiti ve çözümü mekanizmasıysa eğer, bu konuda siyaset sınıfta kaldı. Sol adına siyaset yapanların vebali daha büyüktür. Çevre konusunda da, hayvan hakları konusunda da sol geç kalmıştır, pasif kalmıştır; dolayısıyla geleceğin büyük sorunlarını öngörememiştir.

 

Merak ettim, hayvan hakları üzerine şu an yaşayan partilerin programlarını karıştırdım. Hayvanın adı bile geçmiyor parti programlarında. AKP’nin programında “canlı hayvan borsası” ve “hayvancılık” olarak geçiyor. “Türcülük reddedilmeli ve tüm canlıların yaşam hakkına saygı duyulmalıdır,” “Bütün hayvanlar yaşam önünde eşit doğarlar ve aynı var olma hakkına sahiptirler,” diyen ÖDP istisna olarak duruyor. Ancak Ufuk Uras’sız ÖDP’nin de muhafazakâr  sola meyletmesi pek iç açıcı değil. Siyasi partilerin yaşamı ne kadar yakalayabildiklerinin bir aynası bu durum. Yaşam sorunlarıyla başka bir yere akıyor, siyasi partiler bu akışı ancak seyrediyor.

 

İslamiyet’ten çok önce var olan ilkel bir geleneğin, kurbanın farklı dinlerde ve farklı toplumlarda birbirine benzer ve birbirinden ayrılan anlamları var. Kan akıtarak kendini felaketlerden koruyacağına inanan insanları ikna edip vazgeçirmek gibi bir gücümüz yok; buna niyetimiz de yok. Bu dönüşüm yeni kuşaklarla gerçekleşecektir. LÖSEV gibi insanların yaşamını kolaylaştırmak amacında olan  kurumlara bağış yöntemi son yıllarda yükselişe geçti. Bu değişimi geçen yıllarda gözlerimizle gördük. Bu kurumlar bağış verenler adına kesim yapıyorlar. Umarım ve dilerim ki gelecek kuşaklarda kurban bayramı geleneği devam eder ancak gerçekte hiç hayvan kesilmez, bu bağış kurumları da hayvanları öldürmez. Sembolik olarak yardım ve dağıtım şeklini alır. Bu yazdıklarım bazılarına saçma, bazılarına ütopya gelebilir. Bu gün yaşadığımız olumlu pek çok şey de ütopyaydı ve bu ütopyaları bir zamanlar birileri yazmamış olsa yaşama geçmeyecekti.

 

Kurban bayramınız kutlu olsun.