Radikal Gazetesi / The Guardian13 Kasım 2003
Bizi savaşa sokacak olanlar öncelikle halkın hayal gücüne set çekmeli. Saldırıyı önlemenin, terörü yenmenin, hatta insan haklarını savunmanın başka hiçbir yolu olmadığına bizi ikna etmeliler. Bilgi az olunca, imgelem de kolay denetlenir. İstihbarat toplama ve diplomasi gizlilik içinde yürütüldüğünden, alternatiflerin ne kadar makul olabileceklerini nadiren keşfedebiliyoruz -keşfettiğimizde de çok geç oluyor.
Irak ve Afganistan savaşları öncesinde barış çağrısı yapanlarımızla 'Efemine hayalperestler' diye alay edildi. Hükümetlerimizin açıkladığı istihbaratlar, Saddam Hüseyin ve Taliban'ın diplomasiye ve müzakereye kapalı olduğu yönündeydi. Böyle düşmanlarla karşı karşıyayken ne yapabiliriz, diye soruyordu şahinler.
Neler demediler ki?
Bizim verdiğimiz cevaplarsa savaş çığlıklarının yanında çekingen kalıyordu. Independent'ın köşe yazarı David Aaronovitch'e göre bizler 'sızlanıp durmaktan zevk alan müptelalardık'. Daily Telegraph'a göre, 'Usame bin Ladin'in işine gelen budalalar' olmuştuk. Seçenekler gerçekten de Batılı savaş ağaları ve saz arkadaşlarının iddia ettiği gibi kısıtlı olsaydı, bu sözler doğru sayılabilirdi. Ancak çoğumuzun daha o zamanlar şüphelendiği gibi, bize yalan söylendi. Yalanların çoğu malum artık: görünüşe bakılırsa ortada ne kitle imha silahları vardı, ne de Saddam'ın 'Kaide'yi finanse ettiğine ve eğittiğine' dair, Başkan Bush'un martta iddia ettiği kanıtlar. Bush ve Blair'in, Özbekistan'a yaptıkları kurlardan da görüldüğü gibi, yabancıların insan haklarıyla samimiyetle ilgilendikleri filan yok.
Fakat şimdi daha farklı ve daha ağır bir yalanlar silsilesi ortaya çıkmaya başladı. Bush ve Blair'in düşmanlarına ve amaçlarına dair tüm iddiaları doğru olsa ve kendilerinin tüm hedefleri yasal ve adil olsa bile, yine de savaş açmaya gerek olmayabilirdi. Çünkü geçen hafta öğrendiğimiz gibi Saddam, Bush ve Blair'a, ilk ateş açılmadan önce istedikleri hemen her şeyi vermeyi teklif etmişti. Görünüşe göre yönetimlerimizin ikisi de bu bilgiyi halklarından sakladı ve diplomasi olasılıkları konusunda bize yalan söyledi.
Koalisyon kuvvetlerinin Irak'a saldırmasından önceki dört ay boyunca Saddam hükümeti ABD'ye giderek artan bir çaresizlik içinde, bir dizi teklif götürdü. Aralık ayında Irak istihbarat servisi CIA'in eski terörle mücadele başkanı Vincent Cannistraro'yla temasa geçerek, Irak'ın 11 Eylül saldırılarıyla bağlantısının olmadığını kanıtlamayı ve binlerce ABD askerinin ülkeye girerek kitle imha silahı aramasına izin vermeyi teklif etti. Sorun rejim değişikliğiyse, ajanların iddiasına göre Saddam, iki yıl içinde uluslararası gözlemcilerce denetlenecek seçimlere girmeye hazırdı. Cannistraro'ya göre bu teklifler Beyaz Saray'a ulaştırıldı, ancak 'başkan ve başkan yardımcısı tarafından geri çevrildi'.
'Bağdat'ta görüşürüz'
Şubat ayında Saddam'ın müzakerecileri ABD yönetiminin isteyebileceği neredeyse her şeyi teklif eder haldeydi: FBI'a nerede isterse kitle imha silahlarını arama için serbest erişim hakkı, İsrailFilistin meselesinde ABD'nin tutumuna destek, hatta Irak petrolleri üzerinde hak. Temasa geçtikleri kişiler arasında, yıllardır Irak'a savaş açılmasına can atan güvenlik danışmanı Richard Perle de vardı. Perle, Iraklıların teklifini CIA'e iletti. Geçen hafta Perle'ün New York Times gazetesine yaptığı açıklamaya göre, CIA'in yanıtı şöyleydi: "Söyle onlara, Bağdat'ta görüşeceğiz".
Diğer bir deyişle Saddam Hüseyin yaklaşan savaşa diplomatik bir alternatif bulmak için elinden ne geliyorsa yapmış, ABD yönetimi de bunu önlemek için elinden geleni ardına koymamış gibi görünüyor. Oysa George Bush ile Tony Blair bize tam tersini söylemişti. 6 Mart'ta, savaşın başlamasına 13 gün kala, Bush gazetecilere şöyle demişti: "Sizlere savaşa girip girmememizin Saddam'ın seçimi olduğunu hatırlatmak isterim. Bu, Saddam'ın seçimidir. Savaş veya barış seçimini yapabilecek kişi odur. Şu ana kadar, seçimini yanlış yaptı."
10 gün sonra Blair bir basın toplantısında şunları diyor: "Bu konuda doğru diplomatik yolu izledik ve Saddam'a açık ve net bir ültimatom verdik: ya işbirliğine girersin ya da zorla silahsızlandırılmayı göze alırsın... Tüm bu gidişat boyunca diplomatik bir çözüm sağlamaya çalıştık." 17 Mart'ta Bush şunu iddia ediyor: "Saddam Hüseyin savaşı seçecek olursa, Amerikan halkı savaşı önlemek için tüm önlemlerin alınmış olduğunu bilsin". Bu ifadelerin tümü yalan.
Afganistan'daki senaryo
Aynı şey Afganistan'la savaş öncesinde de olmuştu. 20 Eylül 2001'de Taliban, ABD kendilerine Usame bin Ladin'in New York ve Washington'daki saldırılardan sorumlu olduğuna dair kanıt sunması halinde, bin Ladin'i tarafsız bir İslam ülkesine yargılanmak üzere göndermeyi teklif etmişti. ABD bu teklifi reddetti. 1 Ekim'de, bombalamanın başlamasına altı gün kala, Taliban teklifi tekrarladı ve Taliban'ın Pakistan'daki temsilcileri gazetecilere şunları söyledi: "Müzakerelere hazırız. Bunu kabul edip etmemek diğer tarafa kalıyor. Sorunlarımız ancak müzakere yoluyla çözülebilir." Bush'a ertesi günkü bir basın toplantısında bu teklif hakkındaki görüşü soruldu. Bush'un yanıtı şuydu: "Müzakere yok. Takvim yok. Kendi takvimimize göre harekete geçeceğiz."
Aynı gün Tony Blair de İşçi Partisi kongesinde yaptığı konuşmada, 'diplomatik çözüm aranabileceği' fikriyle alay etti. "Bin Ladin veya Taliban rejimiyle diplomasi söz konusu değil... Taliban'a sesleniyorum: Ya teröristleri teslim et ya da iktidarını. Seçim senin." Eh onların da yapmaya çalıştığı buydu zaten, ama Bush reddetti.
Tarih verilebilirdi
Gayet tabii Bush'un da, Blair'in de, Taliban'a veya Saddam'a güvenmeleri için ortada hiçbir neden yoktu -ne de olsa bu kişiler zoru görünce müzakereye yönelmişti. Ama onlara güvenmeleri gerekmiyordu ki. Her iki durumda da düşmanlarına, teklif ettikleri tavizleri yerine getirmeleri için bir tarih belirleyebilirlerdi. Müttefikler bu tekliflerin yetersizlikleri yüzünden ciddiye alınmadığını da iddia edemez: gerek Taliban gerekse Saddam, müzakereleri başlatmaya çabalıyordu, bitirmeye değil -hayli büyük bir pazarlık payı bırakıyorlardı. Diğer bir deyişle barışçı çözümler, daha denenmeden geri çevrildi. Bunun anlamı şu: bu savaşlara ilişkin diğer tüm yasal sınavlardan başarıyla geçilse bile (ki geçilmedi), yine de bu iki lider uluslararası hukuku hiçe saymış oluyor. Birleşmiş Milletler Şartı şöyle der: "İhtilaf tarafları (...) her şeyden önce, müzakere yoluyla çözüm arayacaktır."
Fakat tüm bunlar, savaş heveslilerinin umurunda bile değil. Bu savaşların adaletsiz ve yasadışı olması, on binlerce sivili öldürmüş veya sakatlamış olmaları, kendi amaçlarına ulaşabildikleri sürece en ufak bir önem taşımıyor. O zaman şahinler şunu bir düşünsünler: bu ihtilaflara karşı barışçı bir çözüme gidilmiş olsaydı Bin Ladin şimdi hapiste olabilir, Irak demokrasiye giden yolunu kendi belirleyen, uysal ve büyük çoğunluğu barış içinde bir ülke olabilir, Müslüman dünyasında ABD için ağır basan duygu öfke ve nefret değil, sevgi olabilirdi.
Şimdi söyleyin bakalım, hayalperest ve budala olan kimmiş, pragmatist olan kim?
(11 Kasım 2003)