3 Şubat 2008Radikal İki
Lübnan'da, 1987'de 72 gün boyunca Emel Örgütü milislerinin kuşatması altında bulunan Burç El Barajne ve Raşidiye mülteci kamplarındaki 20 bin Filistinli açlıkla karşı karşıya kalmış, insan eti yiyebilmeleri konusunda Lübnan müftüsü ve diğer yetkili din adamlarından fetva istemişlerdi. 21 yıl sonra Gazze'deki yüz binlerce kişi fetva istemedi. İki yıldır süren ambargoya isyan edip sınır duvarlarını yıkarak Mısır'a aktı. Çünkü dünya ile bağlantılarını sağlayan tek yol olan Refah kapısı da aylardır kapalıydı. Duvarları yıkan Filistinliler hem İsrail-ABD ambargosuna hem dünyaya hem de kendi yönetimlerine başkaldırdı. Filistin halkı dünyayla bağlantılarını sağlayan tek bir kapı dışında Gazze'den dışarı çıkıp içeri giremez; o da açık olursa. İsrail-Gazze sınırındaki Erez Kapısı ise uzay filmlerindeki gerçeküstü sahneleri anımsatır. Önce demir turnikelerin önünde bekletilirsiniz, hoparlörden ilerlemeniz için seslenilir; hiç kimseyi göremezsiniz. Ama gözlerin ve silahların üzerinizde olduğunu bilirsiniz. Ardından camdan, şeffaf bir kapsülün içine girer, bir emirle ellerinizi kaldırırsınız, elektronik bir kapı etrafınızda döner ve "temiz" olduğunuz anlaşılırsa, yine bir emirle dışarı çıkarsınız. Dehliz benzeri yolun sonunda otomatik bir kapı açılır ve Filistin tarafına geçersiniz. Burada yaklaşık bir kilometrelik metal bir tünelden karşı tarafa ulaşırsınız. Dönüşte ise bu işleme, eşyalarınızın dağıtılıp en küçük ayrıntısına kadar aranması eklenir. Bu uzun ve rahatsız edici süreç aslında Gazze'ye girmenin en "kolay" yoludur. Gerisini düşünmek sizin muhayyilenize kalmış.
Karadan, havadan ve denizden Gazze'de doğup Gazze'de ölenler vardır; onlar üç yanı yüksek tel örgülerle çevrili, bir yanı denize açılan küçük bir toprak parçasında yaşarlar; dünyaları bu sınırlardan ibarettir. Bir Gazzeli için hayat 45 dakika ile 1,5 saatlik araba yolculuğu arasında geçer enine ve boyuna. Gazzeliler karadan dışarı çıkamazlar, yüksek tel örgüler vardır, denize açılamazlar, 3 mil ötede İsrail savaş gemileri devriye gezer, havadansa 24 saat insansız gözetleme uçaklarıyla izlenirler. Karada, tel örgülerin belli bölümleri, korunaklı gözetleme kulelerinde elleri tetikte İsrail askerlerinin gözetimindedir. Tellere yaklaşan, zorlayan vurulur. Gerçi Gazze'de ölmeniz ya da öldürülmeniz için tellere yaklaşmanız ya da ihlal etmeniz gerekmez. Zaten burada yaşamanın bizzat kendisi bir "ölümdür". Bu sadece yıllardır tecrit edilmiş yaşamdan değil, bu kez son üç yıldır uygulanan ambargonun insanlık dışı boyuta varmasından kaynaklanıyor. Hastalar tedaviye gidemiyor, elektriksizlikten ameliyatlar yapılamıyor, açlık söz konusu.
Kim, niçin cezalandırılıyor? Hamas'ın 2005'teki seçimleri kazanmasının ardından uluslararası ambargoya maruz kalan Filistin halkı üç yıldır Hamas adına cezalandırılıyordu. Önce finans kaynakları kesildi, ardından gıda ambargosu başladı, ilaç sıkıntısı başgösterdi, daha sonra mal taşıyan kamyonlara izin verilmedi. 2006'da İsrail bir yandan Beyrut'u bombalarken, Gazze'yi de aradan çıkarmak istedi. Nasıl olsa o kargaşada kimse ilgilenmezdi, elektrik sağlayan santralin bir bölümü imha edildi. Son olarak da tüm bölge elektriksizliğe mahkûm edildi. Hadi ekmek ihtiyacını karşılayan fırınları bir yana bırakalım ameliyatlar yapılamıyor, hastaların tedavileri kesildi, morgda cesetler kokuyor. Ama asıl amacın insanları aşağılamak, çaresizliğe mahkûm etmek, açlıkla terbiye etmek olduğu biliniyor. Hedefse bu yöntemlerle halkın Hamas'a olan desteğini kesmek. Ancak, Filistin'de bu yöntemlerin ters teperek, nefret ve düşmanlığı artırdığı, barışa yönelik umutları yıllar içinde tamamen azalttığı ve Hamas'a yönelik desteği perçinlediği biliniyor. Hep de öyle oldu. Ne zaman ki Filistinli yöneticiler kendi halkına rağmen İsrail ya da ABD ile fazlasıyla yakınlaşıp taviz vermeye başlar ve taviz sonucunda Filistin halkı cezalandırılır, o zaman kaybederler. Şu an Gazze'deki durum da bundan ibaret. Üstelik Filistin yönetimi ikiye bölünmüş durumda. Batı Şeria'yı yöneten Mahmud Abbas birkaç eleştirel demeç dışında adım atmıyor. Gazze'nin denetimini elinde tutan Hamas ise hiçbir şekilde uzlaşmaya yanaşmayıp krizi ve dramı daha da derinleştiriyor. Zaten İsrail'in bu kadar rahat davranması, bu kadar açıktan Gazze'deki insanları cezalandırması Filistin'deki bölünmüşlükten kaynaklanıyor; İsrail uzun yıllardır arayıp da bulamadığı konjonktürü yakalamış durumda. Filistin'in bölünmesini fırsat bilerek bir kısmını açlığa mahkûm ederek "diz çöktürmek" istiyor; "Hamas'tan vazgeçin" diyor. Öte yakada, Batı Şeria'dakilerin durumu da Gazze kadar olmasa da, iç açıcı değil. Annapolis Zirvesi'ndeki renkli fotoğraflar, davetliler ve vaatlere karşın, hayat koşullarında, kontrol noktalarında değişen bir şey yok. Hatta işgal derinleşerek devam ediyor, insanlar yine evlerine binbir eziyetle gidiyor. Asıl yıkılması gereken 600 kilometrelik duvar hâlâ orada duruyor. 1.6 milyon nüfusuyla dünyanın metrekare başına en fazla insanın düştüğü bölgesi olan Gazze'nin yarısını oluşturan mülteci kampları artık yüz binlerce insanın yaşadığı gecekondu bölgelerine dönüştü. Bir tek yol kalmıştı, o da duvarı yıkmak. Aslında bu durum gelecekteki büyük patlamanın ya da açılacak büyük gediğin habercisi sayılabilir. İsrail, ABD, Mahmud Abbas'ın hep birlikte Hamas'ı izole etmek için uyguladıkları politika, bir süre sonra 3. İntifada'ya yol açarsa şaşmamak gerekir.
Gazze 'bela'sından kurtulmak Çünkü bu politika sadece Gazzelileri cezalandırmakla kalmıyor, Filistin halkının bölünmüşlüğünü de derinleştiriyor. Bir kısmı ödüllendirilirken diğerinin cezalandırılması hesaplanıyor. Ama bu hesabın tutmayacağı biliniyor. Filistin bu haldeyken Filistin meselesini tarih boyunca malzeme yapan Arap ülkelerinin sessizliği ise manidar. Mısır'ın sınırı açması ise kendi kamuoyundan yükselecek tepkileri önlemeye yönelik. Üç yıl önce Gazze'den çekilerek İsrail'i Yahudi bir devlet kimliğine dönüştürme adına ilk adımı atmıştı. Şimdi de Gazze halkının Mısır sınırını ortadan kaldırmasıyla, Gazze Mısır'a devredilerek Filistin sorununda bir "bela"dan kurtulmak isteniyor. Ama bu öyle kolay bir şey değil. Çünkü Filistin'in Gazze'siz olmayacağı ortada. Ama asıl önemli olan Filistin liderliğinin tavrı. Gazze'de olan biten her şeye uzak duran, insanların duvarları yıkması karşısında, dayanışma amacıyla Gazze'de bulunması gereken Mahmud Abbas ortalarda yok. Abbas, Gazze'ye gidemiyor, gitmiyor. Gazze yerine Kudüs'te İsrail Başbakanı ile buluşmayı tercih ediyor. Halkı nezdinde zaten düşük olan prestiji yerlerde sürünüyor. Oysa Yaser Arafat çelişkilerin en derinleştiği zamanlarda bile bu toplumu birarada tutmayı başarmış, halkıyla birlikte olmuş, moral vermişti. Gazze'deki gidişat Filistin'deki politik değerler, sosyal ilişkiler ve direniş biçimini temelden sarsıyor, değiştiriyor.
Never again(st) Hamas El Fetih liderliğine çağrı yapıyor ama Abbas hâlâ umursamıyor. Ancak bundan böyle Hamassız bir çözümün mümkün olmadığı biliniyor. Gazze'de yaşananlar hiçbir politik ve insani gerekçeyle açıklanacak gibi görünmüyor. Ancak, 1987'de Beyrut'ta insan cesedi yemek için fetva isteyen Filistin halkı nasıl ayakta kaldıysa, buradan da çıkacaktır. Ama buradan çıkacak bir toplumunun "barışa nasıl inanacağı" sorusunu yanıtlamak zor. İsrail ise tüm bu ablukayı kenardan seyrederek Filistin'in tamamen çökmesini ve çürümesini bekliyor. Ama hemen yarım saat uzağında yaşananlara duyarsızlaşan, yarım saat uzağındakilerin karanlığa ve ölüme mahkum edilmesine sessiz kalan İsrail toplumu da çürüyor. Dünyadaki tepkisizlik için ise söylenecek çok fazla bir şey yok. Bir Arap yazar İngilizce'nin kelimeler üzerinde oynama avantajından yola çıkarak şöyle yazıyor: "Yahudi soykırımından kurtulanların şiarı olan ve herkesin kabul ettiği 'Never Again' sloganı, iki harf eklenerek, sanki ne yaparsa yapsın İsrail'e karşı olmamak için kullanılabilir: Never Against".