Fındık mevsiminde Kürt olmak

-
Aa
+
a
a
a

20 Ağustos 2006Ayşe Hür

Geçtiğimiz haftalarda Karadenizli fındık üreticilerinin bir volkan gibi patlayıp meydanları dolduruşu ile sarsıldık. Saatlerce yolu kapatan üreticiler, taş ve sopalarla siyasilere, yetkililere ve güvenlik güçlerine saldıracak kadar öfkeliydiler. Gerçi biz Karadeniz halkının olur olmaz pek çok şeye dellenmesine alışmıştık, ama dediler ki, "Bu sefer gerçekten bıçak kemiğe dayandı." Ezilenlerin, sömürülenlerin ayaklanmasına pek alışık olmadığımız için büyük bir çoşkuyla karşıladık eylemlerini. Demek bıçak kemiğe dayandığında böyle oluyor dedik. Sonra aklımıza ilk kez 1999 Marmara Depremi'nden sonra Değirmendere'de gördüğümüz bir garip kitle geldi. Fındık toplayıcısı Kürtler... "Henüz bıçak onların kemiğe dayanmamış olmalı ki, bu yıl da sesleri çıkmadı" dedik içimizden. Nitekim, geçtiğimiz hafta bu sütunlarda bir fındık bahçesinde oturup nişanlı gencin hikâyesini anlatan Onur Gülbudak'ın yazısında adları yoktu bu insanların. Halbuki en çok da Onur bey hatırlamalıydı onları. Çünkü fındık için hasat mevsimi yaklaşırken, sadece Karadeniz bölgesinde değil, Mardin, Siirt, Batman, Şanlıurfa, Adıyaman ve Diyarbakır başta olmak Güneydoğu illerinde de büyük bir hareketlilik başlar. Geçen yıldan tanıdıkları bahçe sahiplerine telefon açıp iş var mı diye sorduktan sonra, aldıkları cevaba göre biraz umutla, ama çoğunlukla Allah kerimdir diyerek denklerini düzmeye koyulur Kürt yoksulları. İlk iş, kamyon kirası ve yolluklar için para bulmaktır. Ha, bir de "ayak bastı" parası vardır. Bu ne derseniz, iş için konakladıkları yörelerin muhtarlarına, büyüklerine ödenen "Deli Dumrul" vergisi. Bunun yasada yeri yoktur ama herkes bilir ödenmesi gerektiğini. Borç harç para denkleştirilir ve yola çıkılır. Yolculuk üstü açık kamyonlarda, her türlü doğa koşuluna meydan okuyarak, saatlerce sürer. Yolda pek az mola verilir, çünkü kamyondakilerin çişine, acıkmasına kulak asılırsa, yolculuğun aylarca süreceğini herkes bilir. Böylece kamyonlar yavaş yavaş kir, sidik, ter, kusmuk kokularıyla bezenmeye başlar. Bir de etinden, yumurtasından yararlanmak için götürdükleri tavukların pislik kokusu vardır ama kimse kafayı bunlara takmaz. Çünkü yaşamak bazıları için ancak böylesi insanlık dışı koşullara razı olmak kaydıyla mümkündür. Çünkü, ekmek aslanın ağzındadır. Yolda eğer bulurlarsa çeşitli işlerde çalışırlar. Örneğin Çorum'da, Yozgat'ta şeker pancarı çapalarlar. Bazen paralarını alamadan oradan ayrılmak zorunda kaldıkları olur, ama kafayı buna da takmazlar çünkü asıl umutları fındık hasadındadır. Fakat kamyonlar, Samsun'a, Giresun'a, Ordu'ya, Trabzon'a, Zonguldak'a, Sakarya'ya yaklaşırken herkesin yüreği deli gibi atmaya başlar. Çünkü bırakın iş bulmayı, artık her yıl yeni bir saldırıyla karşılaşmaya başlamışlardır. Sadece önyargılı yöre halkı ya da radikal gruplar değil, devlet de başlarına beladır. Mesela geçen yıl Düzce'de silahlı saldırı sonucu bir ölü, bir yaralı ile paçayı kurtarmışlar. Ama bu yıl, Sakarya'nın Karasu ve Kocaali ilçelerinde kaymakam, belediye başkanı, tarım ilçe müdürü ve "ilgili kuruluşların temsilcileri" yemeyip içmeyip bir komisyon kurarlar ve "işçi temsilcileri ile iş bağlantısı yapmayan işçi ve işçi grupların ilçeye alınmamasına" karar verdi. Ve karar büyük bir titizlikle uygulandı. Hani yukarıda anlattığımız cehennem yolculuğundan sonra Sakarya sınırını görünce, yürekleri birazcık umutlanan açlar ordusu var ya, onlar büyük bir kararlılıkla geri döndürüldü. Karara Sakarya Barosu ve Mazlum-Der Sakarya Şubesi şiddetle karşı çıktı: "Seyahat özgürlüğü bir yana, çalışma özgürlüğüne, insan haklarına aykırıdır bu karar" diye haykırdılar. Ama kimse duymaz seslerini. Çünkü beynimiz "Kürtlerden alışveriş yapmayın, Kürtlerle konuşmayın, Kürt müziği dinlemeyin, Kürt yemeği yemeyin" diye nefret tohumları saçanların sesiyle uyuşmuş durumdadır. Hele bir de Güneydoğu'dan gelen "PKK bugün şu kadar cana kıydı" haberleri ile iyice bilendiğimiz düşünülünce, bu özgürlüklerin ihlaline kimse üzülmez. Henüz bu tür zorbalıklara maruz kalmamış olanlar ise kasaba ve köylerin kıyılarına naylondan çadırlarını kurarlar. Kimileri bu çadırlarda doğmuştur, buralarda ölecektir. Naylon, havasızlık ve korkunç sıcak demektir. Çadır demek tuvaletini, yakındaki bir ağacın ya da caminin tuvaletinde yapmak demektir. Çadırlara elektrik falan da çekilemediğinden tek aydınlık civar yerleşimlerin ışığı ya da yıldızlardır. Banyo yapmak ve çamaşır yıkamak ise hak getire. Bunun doğal sonucu, kamyonlardaki kokunun aynısının çadırlarda peydah olmasıdır. Nemli yer yataklarında yatanlarda her çeşit omurga ağrısı ve romatizma Allah'ın emridir. Kafalardaki ve kasıklardaki bitler de cabası. Yemekler ise fındık kabukları ya da çevreden toplanan çalı çırpı ile ilkel ocaklarda pişirilir. Burada bir parantez açalım. Geçen yıl Giresun Valiliği, tüm ilçe kaymakamlarına, jandarma ve emniyet teşkilatlarına bir genelge göndererek "Kürt illerinden gelen talep nedeniyle kentteki fındık kabuğu fiyatlarının yükselmeye başladığını bu yüzden vatandaşın kışı en ucuz şekilde geçirmesi için fındık kabuklarının il dışına çıkarılmasını yasakladıklarını" açıklamıştı. Vali haklıydı elbette, onun işi Güneydoğu'nun açlar ordusunu düşünmek değil, onun derdi Giresun halkının geçimini düşünmekti. Tüm bunlara sessizce katlanan açlar ordusu, eğer çalışacak bir bahçe buldularsa, hava da müsaitse hele, sabah saat 7'de fındık bahçelerinin yolunu tutarlar ve akşam hava kararıncaya kadar fındık toplarlar. Eller yırtılır, yüzler çizilir. Başlarındaki çavuşları geride fındık kalmaması için onların ardından bahçeyi dolaşırken, fındık bahçesinin sahibi de çavuşun arkasını dolanır. Eğer şanslılarla bu işi birkaç ay sürekli yapabilirler. Peki bütün bu sıkıntıların karşılığı nedir? Buna cevap vermek için Giresun Valiliği'nin 25 Temmuz 2006 günü yaptığı toplantıya uzanıyoruz. Alınan kararlar özetle şöyle: "Fındık toplama işlerinde çalışacak işçilere yaş ve cinsiyet ayrımı yapılmaksızın, yemek işverene ait olursa günlük 15 YTL, yemek işçilere ait olursa günlük 18 YTL; toplanan fındıkların taşınması için çalışacak çuvalcılara yemek işverene ait olursa 24 YTL, yemek işçiye ait olursa 27 YTL ve kilo hesabıyla yerden fındık toplayan işçilere kilo başına 15 YKR ücret ödenecektir." İşçi ücretlerinin "işin bitimini" müteakip ödenmesine karar verilmiş. (Geçtiğimiz çarşamba günü, komşu Ordu Valiliği, rekolte yüksek olduğu için ücretleri iki katına çıkardığını açıkladı. Diğer illerin kararı, Radikal İki baskıya gittiğinde henüz belli değildi.) İki karar daha var: "13 yaşından küçük ve çalışamayacak derecede yaşlı ve özürlü işçi çalıştırılmaması" veeee "işçilerin konaklama yerlerinden çalışma yerlerine nakillerinin otobüs, minibüs, jeep, otomobil vb. gibi uygun araçlarla yapılması"!

Fındığın gerçek maliyeti Haydi, 13-16 yaş arasındakilerin de çocuk olduğunu unutalım, ücretlerin düşüklüğüne takılmayalım ve diyelim ki bütün bahçe sahipleri vicdanlı çıktı, bu sınırlara uydu ve yasal ücretleri, "işin bittiğini düşündüğü gün" ödedi. Bunun yarısının simsarlara, kalanının bir bölümünün de yolculuk masraflarına gittiğini düşünürsek, acaba geriye kaç lira kaldığını yüreği sızlamadan hesaplayabilecek bir babayiğit var mı? Diyeceksiniz ki "Fındık üreticisi ne yapsın, demek ki maliyetler bunu gerektiriyor." Acaba öyle mi? Burası garip bir ülke olduğu için ne Tarım Bakanlığı, ne Cüneyt Zapsu ne de Fiskobirlik fındığın gerçek maliyetini bilmiyor ama herkesin bildiği şey şu: Fındık maliyetini oluşturan en büyük girdi, hasat ve kurutma işlerinde ödenen yevmiyelerdir. Bunların ne müthiş ücret olduğunu artık biliyoruz. Gerisi bazısı yılda bir iki kez bazısı daha seyrek yapılan, kök temizleme, gübreleme, çapalama, kireçleme işlerine ve depolamaya ödenen paralardır. Sonuç olarak fındık ne çok masraflı bir üründür ne de yılın 365 günü başında nöbet tutmayı gerektirir. Kaldı ki, fındıkçılık kârlı değilse neden Terme çeltik ekmeyi bıraktı, neden Çarşamba ovası sebzeden vazgeçti, neden Sakarya ovası patates, tütün, ayçiçeği, şekerpancarı ve pek çok yaz ve kış sebzesini terk etti de yerine fındık ekti? Hatta neden, Denizli, Antalya, Çanakkale, Hatay dahil 33 ilde fındık tarımı yapılır oldu? Üstelik 1998'den beri destekleme alım fiyatları enflasyonun sürekli altında tutulduğu halde... Yıllardır sağlıklı bir fındık politikası geliştiremeyen hükümetler de, yanlış hesaplarla batma noktasına gelen Fiskobirlik yöneticileri de, bir türlü işlenmiş fındık ihracatını artıramayan fındık tüccarı da, hem fındık üreticisi hem psikolog olabilen, ama bir türlü modern tarımın gereklerini yerine getiremeyen Onur beyler de, üstü açık kamyonlarla açlar ordusunu Anadolu'ya salmakta beis görmeyen Güneydoğu illerinin vali ve belediye başkanları da, bölgelerine yatırım yapmak yerine düğünlerde kilolarca altın takmakla övünen Kürt zenginleri de, masa başında ahkam kesen Ayşe Hür tipi araştırmacılar da takkelerini önlerine koyup düşünmeli: Karadeniz'in karnı nispeten tok mülk sahibi halkı ürünlerinin karşılığını birkaç yıl alamayınca isyan noktasına geliyorlarsa, onlarca yıldır bırakın alın terlerinin karşılığını almayı, iş bile bulamayan açlar ordusu isyana kalkarsa halimiz nice olur?

http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=6163